“Gerçekçi ol, imkansızı iste!”
Ernesto Che Guevara
Cumhurbaşkanlığı seçiminin iki turlu olduğu gerçeği ve sonuçları, çok fazla kişi tarafından kavranmış durumda değil. Burada seçimi ilk turda bitirme kararlılığı veya buna odaklanmak da çok rol oynuyor. Ama bu seçim 2 turlu ve ikinci tur aslında tam bir referandum… İki turlu seçimlerin, ilk turda sonuçlanmaması durumunda seçimin ikinci turuna kalan adaylar için temel niteliği, birinci turun yanılma şansı olmayan bir ankete, ikinci turun referanduma dönüşmesidir. Bu tip seçimlerde yapılacaklar çok benzerdir, ancak her ülkenin kendi sosyolojisine, siyasal gruplaşmalarına göre hedef kitleler değişse de teknik çok fazla değişmez. Seçmeni, aday bazlı düalitelere, anlaşılır, basit ikili karşıtlıklara yöneltmek, hem kararını daha kolay vermesini, kendini ifade etmesini sağlar, hem de safını daha rahat belli etmesini. Özellikle bizim gibi ortadan tam ikiye bölünmüş, kutuplaşmanın zirve olduğu toplumlarda. Kutuplaştırmayı siyasal stratejisinin ana ekseni yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı, muhalefetin onun açtığı yoldan ilerleyerek, aynı zemini kullanarak karşı propaganda geliştirmesi mümkün. Çünkü öncelikle bu mesaj yapısına açık zihinlerle, seçmen gruplarıyla karşı karşıya olduğumuz gerçeğini kabullenmek gerekiyor. Bu kimlik, değerler siyasetine gömülmek değil, kendi vaat ve proaktif siyasetinizi kendi duyarlılıklarınızla reaktif dile dönüştürmek anlamına geliyor, rakibin söylemini taklit etmek değil. Şu anda ihtiyaç duyulan çerçeve, mesaj derinliği karmaşık olmayan, iyi-kötü, güzel-çirkin netliğinde Kılıçdaroğlu ve Erdoğan arasındaki farklılıkları, 29 Mayıs’tan sonra “Nasıl bir Türkiye vaat ettikleri” üzerinden seçmene “yüksek sesle” anlatan bir kampanya stratejisidir. Yine lider odaklı, kırılamayan “yaparsa Erdoğan yapar” algısına alternatif oluşturacak şekilde… Erdoğan kampanyasını özellikle son 15 gün, “terör” eksenli reaktif biçimde kurgulayarak, Kılıçdaroğlu ve muhalefeti terör örgütü PKK ve Kandil’deki liderlerle “ilişkili” gösterdi. HDP’nin Kılıçdaroğlu’na destek açıklamasını da bu kampanyanın ana argümanlarından birine dönüştürdü. Seçmenin yaşadığı derin ekonomik krizin içinde, onları bu bağlamdan koparabilecek bir kaygı unsuru olarak milliyetçilik duygularını harekete getirdi. Muhalefeti iktidara gelirse vatanı “bölecek/satacak”, teröristlerle, dış güçlerle iş birliği içinde (hatta işgalciler bile dediler) çalışan yapılarmış gibi gösterebilmek, yurttaşların endişelerini tetiklemek için yoğun çaba harcadı. Milliyetçi muhafazakar seçmen üzerinde, ekonomik vaatleri (ve sorunları) ikincilleştirecek SİHA’lar, İHA’lar, Uçak Gemisi, TOGG, Uzay’a astronot yollamak ve benzeri vaatler, projelerle bir “vatan-millet-Sakarya” edebiyatına dayalı zemin yarattı. Ve bu zeminin üzerinde her türlü yöntemi kullanarak terör örgütü lideri Öcalan’ı serbest bırakacaklar dezenformasyonunu yapmaktan çekinmedi, hatta Kılıçdaroğlu ile ilgili sahte videoları mitinginde, televizyonlarda sahte/montaj olduğunu bile bile milyonlarca seçmene izletti. Beka demeden “beka sorunu”nu tekrar tekrar anlattı, bir karşılık yarattı. İşte bu “terör” kartını desteklemek için, Kılıçdaroğlu’nun iddia ettiği Rusya üzerinden özellikle sosyal medya kullanılarak ve ”deepfake” teknolojisiyle desteklenerek, son 10 günde belli seçmen gruplarına yönelik propaganda iddiası, dikkatle araştırılmak zorunda. Rusya’nın yalanladığı iddiaya, Rusya’dan belli kaynaklardan “neden olmasın” türünde gelen açıklamalar da oldukça manidar. Yani seçimin ikinci turunda da kullanılabilecek bu “aracın” sorgulanması, karşı propaganda ile yine deşifre edilmesi gerekir. Şimdi muhalefet açısından öncelikle yapılması gereken, bu referandum mantığını kavramak ve seçmene de kısa süre içinde kavratmak… Ancak yine hep birlikte tüm liderler ve partilerle. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın birlikte yarattığı çarpan etkisi sahada yine gösterilmeli. Millet İttifakı Kılıçdaroğlu’nun arkasında tüm gücüyle durarak, bunu gerçekten göstererek başarabilir. Siyah-beyaz netliğinde, sert, karşıtlık yaratacak güçte çarpıcı mesajlar/sloganlar oluşturarak, muhalefetin özel hedeflenmiş seçmen gruplarına (demografik, konu, coğrafi bazlı) ulaşması için çok hazır bir zemin sunuyor 28 Mayıs “referandumu.” Aslında 14 Mayıs “anketi” hem iktidara hem de muhalefete ikinci tur için çok değerli stratejik veriler sundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez kendisinin aday olduğu bir seçimde kaybetti. Yüzde 3 oyu düştü. Seçim ilk kez ikinci tura kaldı. AK Parti ilk kez tarihinin en yüksek oy kaybına uğradı: Yaklaşık % 8. (2015’e göre %14) Muhalefet ilk kez Kılıçdaroğlu sayesinde %45’e ve Ata İttifakı adayı Sinan Oğan’ın oylarıyla %50’nin üzerinde bir oya ulaştı. Bu verile, parlamentoda çoğunluğu sağlayan Cumhur İttifakı nedeniyle muhalif seçmen tarafından da çok değerlendirilemiyor. Birçok anket firması tarafından yanlış verilerle, hatalı araştırmalarla yönlendirilen, yankı odaları ve “muhalif kanallarda” birinci turda seçimi kazanacağına inandırılan ya da ikinci tura önde gireceğini düşünen seçmen tarafından da kavranması güç görünüyor. Bu duygusallık, asıl seçimin ikinci turda yapılacağı gerçeğini anlatmak için de bir engel oluşturuyor. Seçime katılımı yine yüksek tutmak, 14 Mayıs’taki %88,9 seviyesini yeniden yakalamak ve ilk turda psikolojik üstünlük açısından iktidardaki bu gerileme de muhalif seçmene net biçimde anlatılmalı, oluşan yılgınlık ve yenilmişlik duygusu ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca ikinci turun, tüm kartların yeniden karıldığı ve dağıtıldığı bir “oyun” olacağı gerçeği halka net biçimde anlatılmalıdır. Cumhurbaşkanı aldığı %49,51 üzerinden ya da Kemal Kılıçdaroğlu %44,88 noktasından yarışa başlamıyor. Herkes sıfırdan başlayacak, bütün ittifaklar, gruplar, seçmenler yeniden sandıkta iradelerini sergileyecekler. Artık bu hedef kitleleri motive ederek, Meclis’i kaybetmenin Cumhurbaşkanlığı Hükümeti sisteminde çok da kritik olmadığını anlatarak, yeniden kendi lehine sandığa taşıyabilen, seçimi kazanacak. Çok fazla başlık var, muhalefetin gündeminde: Büyükşehirlerde fark yarattığını gören muhalefetin bu alandaki etkinliğini, oy depolarının burada olduğunu anlayarak artırması; Karadeniz, İç Anadolu’da ikna edemediği seçmenlere “milliyetçilik” söylemiyle güven vermesi; Sinan Oğan’ın %5,1’lik kitlesini ayrıntılı analiz etmesi; iktidarın terörle ilişkili gösterme propagandası hatta manipülasyonuna aynı sertlikte yanıt oluşturması; HÜDA-PAR/AK Parti listelerindeki ortaklığının Hizbullah terör bağlamının Meclis’te nasıl bir temsile dönüştüğünün anlatılması; Oluşan ekonomik kara deliği terör destekli beka endişesi oluşturarak örtme çabasının asıl ekonomik sorunları çözecek güçlü kadroya Kılıçdaroğlu’nun sahip olduğunun gösterilmesi; kadınların seküler/muhafazakar korkularının, her türlü sorunlarının daha net biçimde gündeme taşınması, sandığa çağrılması; deprem bölgesine yönelik somut vaatlerinin (bedava konut gibi) bölgedeki yurttaşlar tarafından daha iyi anlaşılmasını sağlaması; Gençlere bir oyla geleceklerini nasıl belirleyebileceklerini, Erdoğan Türkiye’sinin anlatılması; Sığınmacılar ve Türkiye gerçeğini nasıl anladığını, iktidarın yarattığı sığınmacılar tehdidini nasıl çözeceğini ve benzeri birçok başlıkta Erdoğan-Kılıçdaroğlu karşıtlığı üzerinden net, etkili bir siyasal iletişim çerçevesi, kampanya mantığı ile vurucu bir mesaj setine ihtiyaç var. Ayrıntılarda boğulmayan, nasıl bir Türkiye vaat ettiği hikayesinin üzerine inşa edilecek tüm tehditleri bertaraf edebileceğini gösteren bir stratejik kurgu bu. Muhalefetin, pozitif, proaktif, sakin güç olarak konumlandırdığı Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde çok sırıtmayacak, kararlılığını öne çıkaran sert bir dil ve söyleme de ihtiyacı var, ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir taklidine dönüşmeden. 28 Mayıs’ta Türkiye, ikinci yüzyılındaki en önemli kavşaklarından birini dönecek, sorumuz belli: Demokrasi mi otokrasi mi? Değişim için ezberleri bozmaya ihtiyacımız var. Özünde nasıl bir ülkede yaşamak istediğimize karar vereceğimiz bir referanduma gidiyoruz. Sandıkta sadece neyi istediğimizi değil, belki de çok daha fazla neyi istemediğimizi göstereceğiz. İmkansız gibi görüneni başarmaya çalışarak…