Toplumsal muhalefet artık yol ayrımında, sadece kendisine yön gösteren değil, kendisini duyan, dinleyen ve kayıtsız kalmayan siyasetçiler ve partiler istiyor. Süreçlerin içinde olmak, iradesini tümüyle yeniden “masalara” terk etmemek, kendisine ait olanı paylaşırken haberdar olmak, temelde kritik bu yerel seçimi de kazanmak istiyor.
28 Mayıs muhalefet partilerinin üzerinden bir silindir gibi geçti. Silindir en çok CHP ve İYİ Parti’yi ezdi geçti. O kadar ki her iki parti de ama özellikle CHP daha silindirin etkisini, nedenlerini, sonuçlarını sorgula(ya)madan, parti içinde “değişim” tartışmalarıyla karşı karşıya kaldı.
İYİ Parti’de silindir etkisi bazı istifalar, Kurultay sonrası yeni görevlendirmeler ve yaklaşan yerel seçimde oluşacak yeni “post”ların cazibesi nedeniyle, görece hafif atlatılacak görülüyor. Üstelik CHP ile ittifak zorunluluklarının semeresini bu kez görmek isteyecek olmaları da Genel Başkan Meral Akşener’in elini güçlendirirken, seçim içindeki kimi stratejik, tercih ve hataların daha sakin sorgulanmasına, partinin merkez sağ, milliyetçilik konumlanması tartışmalarını görece hafif atlamasına yardımcı olacak nitelikte.
Ancak CHP’de değişim tam anlamıyla sancılı olacak gibi bir görünüm arz etmeye başladı. TBMM’de yeni CHP Grup Başkanı seçilen Özgür Özel’in de Kurultay’da genel başkan adaylığını koyabileceğini açıklaması olası adayların şimdiden üçe çıkmasına yol açtı. Bu ne kadar “üçüncü yol” anlamına geliyor tartışmalı.
Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim yenilgisini adeta “kabul etmeyen” açıklaması da hem seçmende hem de değişim arzusunu yenilginin “sorumlularının” hesap vermesine endeksleyen partililer de ciddi bir hayal kırıklığı yaratmış durumda. Kendisini CHP’nin kaptanı gören ve güvenli bir limana gemiyi yanaştırma misyonunun sürdüğünü vurgulayan Kılıçdaroğlu, 31 Mart’a kadar kaptanlığı Kurultay süreçlerine rağmen bırakmayacak görünüyor.
Ancak bu açıklamalarına rağmen, yenilgi ile ilgili, ciddi bir sorgulamanın hala yapılmaması, bilimsel düzeyde yenilginin sebeplerini sorgulayan, açıklayan bir öz eleştiri mekanizmasının işlemeyeceğinin anlaşılması, Ekrem İmamoğlu ile yükselen değişim taleplerinin Kurultaya ya da sandığa ciddi bir biçimde yansıyabileceğini gösteriyor. Ancak bu konuda İmamoğlu cephesindeki ısrar, henüz net bir açıklama ve kapsamlı (programatik) meydan okumaya dönüşemedi.
CHP’ye ne kadar henüz seçim sonuçlarıyla ilgili analizler bitmemiş ve değerlendirmeler tam anlamıyla sonuçlanmamıştır kredisi açılsa da, ortaya konan açıklamaların, yaşanan yenilginin bırakın kavranmasını, yola devam için çeşitli gerekçelere rahatlıkla dönüştürülebildiği görülüyor. Neredeyse yenilgiden “seçmen” sorumlu tutulacak. Alınan % 48’lik oyun toplum için geleceğe, 31 Mart yerel seçimlerine yönelik bir umut niteliği taşıdığı duygusunu, seçimi yönetenlerin, başarısız olanların haksızca sahiplenmesi, en küçük bir özeleştiriden kaçınması CHP içinde kitlesel bir isyan duygusunu besleyecek düzeyde.
Seçmen, entelektüel, akademisyen, profesyonel çalışan, partili olan, olmayan düzeyinde, ülkenin kader seçiminde büyük bir fedakarlık ve özveri içinde çalışan milyonlarca muhalif insanı, tatmin edecek hesap verme kanallarını açmak ve soğukkanlılıkla yaşanan her türlü hatayı masaya yatırma iradesini göstermek yerine en kötüsü tercih ediliyor: Hiçbir sorumluluk almamak…
Seçime kadar Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başında tutacak, daha sonrasında değişimi hedefleyen bir yol haritası bile ortaya çıksa, muhalif seçmeni ikna edecek, seçimin niçin kaybedildiğine ilişkin temel sorularına yanıt vermeyen bu harita içinde de yolu kaybetmek kaçınılmaz olacaktır. Yani yanıtların değil, öncelikle soruların doğru anlaşılmasının daha önemli olduğunun kavranması gerekiyor.
Adeta kendinde hata görmeyerek, kaybedilmiş bir seçimin kaybedeni, sorumlusu yine seçmen ilan edildi. Bir de değiştirilen birkaç MYK üyesi… Ki bu seçmen ve içinde ağırlıklı olarak yer alamadığı politika belirleme süreçlerinden, uygulamalardan, eleştirel tutum ve kitlesel tepkilerden hep uzak tutuldu. 31 Mart’a giderken de aynı tutumla yine karar ve eylem süreçlerinin dışında bırakılacak gibi görünüyor.
14 Mayıs’a kadar, iktidarın seçim sürecine anti demokratik müdahaleleri, Anayasa’ya aykırı 3. Kez Cumhurbaşkanlığı adaylığı dahil, seçim yasasındaki keyfi değişiklikler ve benzeri birçok hukuksuz adımda bile sessiz kalması istenen, “seçimi kazanınca hepsini çözeceğiz siz merak etmeyin” denen, sandık güvenliği konusundaki endişeleri “bizdeki veriler YSK da bile yok” diye giderilen seçmen, ortaya çıkan binlerce eksik veri ve yenilgi ile baş başa bırakıldı.
Değişim taleplerini “bireysel” çıkışlara indirgeyenler, parti içi yarışın olağan seyrini, bir yandan “değişimin yolunu açıyorum, her türlü eleştirileri dinleyeceğim” derken, özeleştiri yapmadan kendi kaptanlığını asıl adres gösteren bir anlayışa dönüştürürse, 31 Mart’ın Nazım’dan şiirler okuyarak, “mutlaka kazanacağız” diyerek kazanılamayacağını da görecektir.
Önümüzdeki seçimin, aynı 14/28 Mayıs gibi hayati bir seçim olduğunu kavrayanlar, “şimdi zamanı değil” demeden parti içi süreçleri demokratik bir biçimde işletmek zorundadır. Değişim taleplerini dışlamayan net bir yol haritasının Kurultay’da açığa çıkması adeta bir zorunluluktur.
Seçime kadar Kılıçdaroğlu’nu CHP’nin başında tutacak, daha sonrasında değişimi hedefleyen bir yol haritası bile ortaya çıksa, muhalif seçmeni ikna edecek, seçimin niçin kaybedildiğine ilişkin temel sorularına yanıt vermeyen bu harita içinde de yolu kaybetmek kaçınılmaz olacaktır. Yani yanıtların değil, öncelikle soruların doğru anlaşılmasının daha önemli olduğunun kavranması gerekiyor.
Bütün bu tartışmadan koltuk kavgası değil, Türkiye’yi otoriter rejim tehdidinden kurtaracak bir demokrasi mücadelesine devam edileceği mesajı çıkmazsa, sancılı değişim kavgası, 31 Mart’ta muhalefetin tümüyle sandığa gömülmesine yol açabilir.
CHP’nin Kurultay süreçleri ve yaşananlar, Büyükşehir seçimlerinin yeniden kazanılması, yine matematiksel zorunlulukların bir sonucu olan ittifaklar için de çok ciddi sonuçlar doğuracak nitelikte. Seçime çok az bir zaman kala iç sorunlarına gömülmüş bir muhalefet seçime yönelik birçok hazırlık fırsatını da kaçırabilir. Zamanın çok kısıtlı olduğu, iktidarın tüm gücüyle bu 10 aylık sürece yüklenmeye başladığı, hatta geride olduğu Büyükşehirlerde muhalif seçmeni de hedef kitlesinin içine almaya başladığının gözden kaçırılmaması gerekiyor.
Bütün bu tartışmalardan koltuk kavgası değil, Türkiye’yi otoriter rejim tehdidinden kurtaracak bir demokrasi mücadelesine devam edileceği mesajı çıkmazsa, sancılı değişim kavgası, 31 Mart’ta muhalefetin tümüyle sandığa gömülmesine yol açabilir.
Parti-içi demokrasi, şeffaflık, toplumsal katılım, her düzeyde/konumda hesap vermek, değişimin zamanı, yönü, içeriği, adalet, yoksulluk, temel ekonomik sorunlar, sığınmacılar…
Daha birçok kritik, özel, genel başlığı saymak mümkün. Ancak şu anda büyük bir hayal kırıklığı ve güvensizlik yaşayan muhalif seçmene yönelik, umudu yeniden canlandıracak somut adımlar cesaretle atılmazsa, hem CHP’yi hem de geniş anlamda muhalefeti yerel seçimde, büyük bir yenilgi bekliyor.
Toplumsal muhalefet artık yol ayrımında, sadece kendisine yön gösteren değil, kendisini duyan, dinleyen ve kayıtsız kalmayan siyasetçiler ve partiler istiyor. Süreçlerin içinde olmak, iradesini tümüyle yeniden “masalara” terk etmemek, kendisine ait olanı paylaşırken haberdar olmak, temelde kritik bu yerel seçimi de kazanmak istiyor.
Stratejik oy kullanmaktan yorulmuş seçmenin üzerindeki ataleti, yılgınlığı ortadan kaldıracak inandırıcı ve ateşleyici bir söylem, siyasal liderlik, 2019 ruhunu yeniden kazanmak olduğu açık. Aynı zamanda 14 Mayıs’a giden süreçte egemen olan “aman bir tatsızlık çıkmasın” modundan kurtulmuş, samimi bir eylemsellik, kentlerin sokaklarında yükselen, kitleleri hedefleyen güçlü bir kampanya ve ses de bekliyor.