İktidar değişmemesi için içerden, dışardan her türlü güç ve odak elinde eteğinde ne varsa ortaya dökecek. Tek bir çare var başkası yok: Birliği korumak, büyütmek… Ancak ve sadece birleşe birleşe, birleştire birleştire kazanılabileceğini unutmamak…
Seçime 50 gün kaldı.
Türkiye tarihinin en önemli seçim kavşaklarından birine doğru hızla ilerliyor. Bu kavşakta halkın ciddi bir rejim ve gelecek tercihi yapacağını hep birlikte göreceğiz. Gittikçe belirginleşen soru şu, Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi ile ülke, otoriter bir tek adam rejimine dönüşmeye başlamışken, halk bu dönüşüme dur diyerek “tam demokrasi” vaat eden muhalefetin yanında duracak mı?
Bu soruya başka önemli sorular da eşlik ediyor: Muhalefet, kendi içinde başarıyla oluşturduğu adeta imkânsız bir koalisyonu, ittifakları tüm saldırı, manipülasyon ve bölme girişimlerine rağmen son ana kadar koruyabilecek mi? Bu kavşak demokratik bir yarış içinde dönülebilecek mi? Muhalefetin oluşturduğu blok, eşit seçim koşullarında olmasa bile yarışı Anayasal bir koruma içinde tamamlayabilecek mi?
Sorular yedeğimizde olsa da bin bir kuşku taşısak da bu soruların yanıtının “evet” olduğuna inanarak ya da “evet” olmasını sağlayarak yol almak zorundayız.
Sandık göründü, muhalefet asıl gücünün birliği oluğunu kavradıkça, içerden ya da dışardan bu birliğe yapılan saldırılara karşı daha kolay göğüs gerecektir. İktidar, farklı şapkalardan çeşit çeşit tavşanlar çıkarsa da kendisinden kopan, araftaki seçmeni yeniden eski adresine döndüremiyor. Kadınlarda kuşku yaratacak arayışlara girdi. Gençler için bir çekim noktası oluşturamadı. Depremdeki kötü yönetim, haftalar geçmesine rağmen düzelmedi, sorunu konut temeli atarak gölgelemek istiyor. Muhalefet lehine yüzde 60’a yüzde 40’lık denge hâlâ bozulmadı. İktidar, büyük iletişim hataları yaparak kendi tabanında da soru işaretleri yaratmaya sürdürüyor. Herkesin koşa koşa gittiği parti, “her zaman, bir biçimde kazanan lider” algısı ciddi düzeyde zedelendi. Kemik tabanı için bile “çözülme” sinyali veren gelişmeler bunlar.
Bu manzarayı değiştirecek kritik bir hamle de ufukta görünmüyor.
İşte bu gerçekler karşısında 14 Mayıs’ta demokrasinin kazanmasının temel bir koşulu var: Kurulan imkânsız koalisyonu korumak, ayrıştırmaya çalışanlara karşı birliği savunmak, daha çok birleştirmek…
İktidarın Saadet Partisi’ni, İYİ Parti’yi Altılı Masa’dan koparmak için aylarca harcadığı çaba, bu partileri bölme girişimleri çabuk unutuldu. Meral Akşener’in Masa’dan kalkması için 2 yıl önce “dön evine bitsin bu çile” diye başlayan tekliflerin Cumhurbaşkanının milli ve yerli bir duruş sergilemek üzere konumunu yeniden gözden geçir çağrısına dönüştüğü de…
Bugün Muharrem İnce’nin “düşün peşime partisi”ni (Memleket Partisi) Millet İttifakı karşısında bir bölen konumuna iten, iktidar için kullanışlı bir aparata indirgeyen, sadece İnce’nin kişisel siyasal hırsları ya da intikam duyguları ile açıklanamaz. İttifak’ın bileşenleri arasında çıkan tartışma ve krizlerin, kendi tabanlarında ürettiği çelişkilerle oluşan arayışların da bunda büyük bir payı var.
Hep kutuplaştırarak kazanmış ve yine rakiplerini kendi içinde de ötekileştirerek, ayrıştırarak kazanmak isteyenlere karşı direnmek, sizi sadece güçlü kılmaz. Bu aynı zamanda Türkiye’yi birlikte yönetme iddiasını sahiplenmektir.
İnce’yi bir adres niteliğine büründüren, yeni oy kullanacak milyonlarca gencin bu gereksiz polemik ve kavgadan uzaklaşarak, arayışlarına, “zamanın ruhuna” daha uygun bir iletişim tarzı benimseyen bir kimliğe geri çekilme ihtiyaçları da yol açıyor. Henüz kendi tabanını oluşturamamış, tümüyle tüm lider ve aktörleriyle güven uyandıramamış partilerin tabanlarında sarstıkları güven, daha tez ayrılıklar ve bir o kadar da “sorun çözüldüğünde” hızlı geri dönüşler sağlayabiliyor.
Bu aşama da her zaman öne çıkan, risk yönetimi yapamadığınız bir yerde kriz iletişimine ve yönetimine yönelmektir. Bu başta Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere ana birçok aktör tarafından başarıyla gerçekleştirildi. Meral Akşener, Muharrem İnce veya yeni ortaya çıkan Yavuz Ağıralioğlu krizlerinde de görülen, seçimin kaybedilmesi korkusu ile krizi yönetmekten çok krize kapılmak eğilimi gösteren muhalif seçmenlere, partililere her şeye “kapılmamanın”, soğukkanlı bir şekilde davranmanın çok daha sonuç alıcı bir davranış olduğu gösterilmesiydi.
Seçime çok kısa bir zaman kaldığı düşünülerek, çatışmacı dilden gerekirse “bağrına taş basarak” kaçınılması, yine tabanda her düzeyde birliği, ortaklaşmayı zedeleyecek bir söylem, ton kullanılmaması, bu tür geçici tartışma ve kopuşları sandıkta kalıcı hâle getirecek davranışlardan kaçınılması gerekiyor. Üstelik zaten kaybedecek bir şeyleri olmayan geçici olarak belli bir “güç odağı”na dönüşmüş yapı ve kişilerin tüm kışkırtmalarına rağmen. Kan kussanız da” kızılcık şerbeti” içtim diyebilmek…
Hep kutuplaştırarak kazanmış ve yine rakiplerini kendi içinde de ötekileştirerek, ayrıştırarak kazanmak isteyenlere karşı direnmek, sizi sadece güçlü kılmaz. Bu aynı zamanda Türkiye’yi birlikte yönetme iddiasını sahiplenmektir.
Kendi vaatlerine ve gündemine odaklandıkça, yapay krizleri elinin tersiyle itip vatandaşa sokakta, meydanda, sosyal medyada her mecrada dokundukça, iletişimi kesmedikçe, ekonomik krizin yaralarını nasıl iyileştireceğini net biçimde anlattıkça, Türkiye’yi gelecekteki tüm “depremlerden” nasıl kurtaracağına ikna ettikçe, oylarını koruyacağı güvenini verdikçe, seçmenin iradesi önünde hiçbir güç duramaz.
Masada kurulan ya da sandıkta kurulacak ittifakların, demokrasiyi yeniden kurmak/kazanmak için olduğu gerçeğine inananlar, bu ittifakların kimlerle olduğuna değil, aslında Türkiye’ye ne kazandıracağına ya da ne kaybettirmeyeceğine odaklanıyorlar.
İktidarın her türlü ittifak hamlesini, her koşulda “yerli ve milli” kılıfıyla meşrulaştırma girişimlerine kayıtsız kalanların, muhalefetin HDP, Emek ve Özgürlük İttifakıyla kurduğu “demokrasi”yi koruma ve yeniden inşa uzlaşmasını kriminalize etmeye, çökertmeye çalışmasının ardında, bu büyük dayanışmayı seçmen nazarında itibarsızlaştırma çabası var. Amaç net: Birleşe birleşe kazanacak muhalefeti ayrıştırmak, birbirine düşürmek…
Kendi vaatlerine ve gündemine odaklandıkça, yapay krizleri elinin tersiyle itip vatandaşa sokakta, meydanda, sosyal medyada her mecrada dokundukça, iletişimi kesmedikçe, ekonomik krizin yaralarını nasıl iyileştireceğini net biçimde anlattıkça, Türkiye’yi gelecekteki tüm “depremlerden” nasıl kurtaracağına ikna ettikçe, oylarını koruyacağı güvenini verdikçe, seçmenin iradesi önünde hiçbir güç duramaz.
Krizler bitmeyecek; iktidar değişmemesi için içerden, dışardan her türlü güç ve odak elinde eteğinde ne varsa ortaya dökecek. Tekrarlıyorum, bütün bunları karşı tek ilaç var elimizde, başkası yok: Birliği korumak, büyütmek… Ancak ve sadece birleşe birleşe, birleştire birleştire kazanılabileceğini unutmamak…
Umutla, dirençle, sabırla…