Psikiyatri uzmanı Mahir Yeşildal 14 Mayıs seçim sonuçlarının politik-psikolojik okumasını yaptı. Yeşildal; “Son seçimler Türkiye'nin politik manzarasının ne kadar karmaşık ve çok katmanlı olduğunu bir kez daha göstermiştir. … Tüm bu sonuçlar, Türkiye'nin politik manzarasının derinlemesine anlaşılmasını gerektirir.” tespitini yapıyor
14 Mayıs tarihinde Türkiye’de milletvekilliği genel seçimleriyle Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Çeşitli tartışma, spekülasyon iddiaları ve seçim öncesi beklenen gerginliklere rağmen seçimler büyük ölçüde sorunsuz şekilde gerçekleşti. Seçime katılım oranının yüksek oluşu da temsili demokrasiye olan güvenin halk nezdindeki yansıması oldu. Bu yazı seçim öncesi iktidar ve muhalefetin tutumlarının politik psikoloji disiplinine göre değerlendirilmesini amaçlamaktadır.
Seçimlere Genel Başkanlığını Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı mevcut iktidar partisi olan Ak Parti ve daha ziyade milliyetçi ve İslamcı partilerden oluşan Cumhur İttifakı ile liderliğini Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı ülkenin kurucu partisi CHP ve siyasi yelpazenin farklı uçlarında yer alan birbirine benzemez partilerin oluşturduğu Millet İttifakı katıldı. Kürt siyasi hareketinin kapatılma tehlikesi nedeniyle yeni partisi olan Yeşil Sol Parti seçimlere Emek ve Özgürlük ittifakıyla katıldı ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aynı zamanda Alevi bir Kürt olan Kılıçdaroğlu’nu destekledi. Ayrıca aşırı sağı temsil eden ve özellikle mültecilere yönelik Wilders-vari bir siyaset izleyen Zafer Partisi de seçimlere Ata İttifakı ile katıldı ve Sinan Oğan’ı cumhurbaşkanı adayı olarak destekledi. Bir de bağımsız ve bağlantısız olarak cumhurbaşkanı adayı olan, Erdoğan’ın eski rakibi Muharrem İnce vardı ki İnce kendisine dönük gerçekleştirilen para aldı iddiaları ve seks kaseti olduğu söylentileri üzerine seçimden iki gün önce çekildi.
Türkiye’nin temel fay hattı uzun yıllardır Tayyip Erdoğan nefreti-sevgisidir. Kişi kültü üzerinden ayrışan toplumun kendi geleceğiyle alakalı rasyonel kararlar vermesi güç olur, zira örneğin adalet ve hukukun üstünlüğü senin için ‘gereksiz’ bir konuya indirgenmiş olur.
Demokratik toplumlarda oy verme halkın siyasal hayata katılmasını sağlayan bir eylemdir. Bu katılım demokratik sistemin işlerliğinin etkin bir şekilde devam etmesini sağlayan bir yoldur. Demokratik toplumlarda yaşayan bireyler farklı seçenekler arasından seçim yaparak siyasi iktidarı belirlemektedir. Bu durum toplumsal sorunların çözümü için farklı öneriler ortaya atarak birbirleriyle yarışan siyasi partilerin önerilerini oluştururken, seçmenlerin tercihlerini göz önünde bulundurmalarını zorunlu kılmaktadır. Ancak bu genel önerme ve tespitlerin Türkiye seçimlerinde Başkanlık sistemine geçiş sonrası bu şekilde ilerlemediğini görmekteyiz.
Türkiye’de temel siyasi fay hattı laik-İslamcı, liberal-muhafazakâr, Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi modern dünyadaki konular ve ayrışmalar üzerinden şekillenmemiştir. Türkiye’nin temel fay hattı uzun yıllardır Tayyip Erdoğan nefreti-sevgisidir. Kişi kültü üzerinden ayrışan toplumun kendi geleceğiyle alakalı rasyonel kararlar vermesi güç olur, zira örneğin adalet ve hukukun üstünlüğü senin için ‘gereksiz’ bir konuya indirgenmiş olur. Ekonomik açıdan piyasacılığın mı yoksa müdahaleci devlet anlayışının mı daha fazla refaha olacağı konusu tali hale dönüşür. Sevgi-nefret dikotomisi belirleyici olur.
Yine de Türkiye seçimlere oldukça gergin ve dolu bir gündemle girdi. 6 Şubat’ta meydana gelen Büyük Güneydoğu Depremi, ekonomik kriz, hapishanelerde tutulan Osman Kavala gibi aydınlar, ifade hürriyeti üzerindeki engeller, Kürt siyasi hareketine yönelik baskılar konuşuluyordu. Sosyal ve konvansiyonel medyada yeterince özgür olamadığını düşünen daha ziyade beyaz yakalıların nefreti ve öfkesine karşı ülkenin milli birlik ve bütünlüğü temelinde korumacı bir duruş sergileyen sessiz çoğunluk karşı karşıyaydı.
Ve milletvekilliği genel seçimi açık ara ile Cumhur İttifakı kazandı, Cumhurbaşkanlığı seçimi ise ikinci tura kaldı ki Erdoğan’ın bir zaferle çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Peki neden böyle oldu?
Unutulmaması gereken bir nokta da korku ile umudun kardeş duygular olduğudur. Birleşik kaplar modeline göre biri artarken diğeri azalır. Tam bu noktada iktidar diğer kozunu devreye soktu ve umudu yeşertti.
CUMHUR İTTİFAKI NE YAPTI?
Politik psikolojide seçmenlerin oy verme davranışları incelenirken duygusal yakınlığa dayalı parti özdeşleşmesinin önemi vurgulanır. Seçmenlerin büyük çoğunluğu erken yaşlardan itibaren belirli bir siyasi parti veya lidere karşı ‘uzun dönemli’ duygusal yakınlık geliştirirler. Bunun altında yatan en önemli motivasyon büyük oranda içsel olarak ‘tutarlı’ olmak ve değişime direnç göstermektir. Bilişsel tutarlılık kişinin iç dünyasında çatışma yaşamamasını sağlayıp bir konfor alanı sağlar. Parti veya lidere olan bağlılık ve üst düzey özdeşleşme bir süre sonra artık o partiyle/liderle alakalı ‘sizin’ olduğu düşüncesini oturtur. Ve ortaya çıkan aidiyet hissi partinizin/liderinizin sizinle uyuşmayan ya da arzu etmediğiniz yanlışlarını, söylemlerinizi ‘filtrelemenize’ neden olur. Ak Parti’nin seçmen ‘sadakatini’ çok iyi kullandığını belirtmek lazım.
Yine de dünyanın hiçbir yerinde bu kadar yüksek enflasyonun olduğu, genç işsizliğinin sürekli arttığı, doların baskılandığı, bir gecekondunun bile kirasının asgari ücretin üzerinde olduğu bir dönemde iktidar partisinin bu kadar yüksek oy alması beklenmez. Adeta Demirel’in tencere metaforunun alt üst oluşuna şahit oldu tüm dünya. Çünkü hükümet bir süredir ‘beka’ söylemine sıkı sıkıya bağlanmış durumda. Ülkeyi tehdit eden PKK, FETÖ gibi örgütlerin ve uluslararası bazı ‘şebekelerin’ ülkeyi böleceği, Türkiye’nin bir Suriye olmasını sağlamaya çalıştıklarını ve buna karşı cansiperane mücadele eden bir hükümet olduğu söylemi devamlı dile getirildi. Ulusal bir travma ile değil, ulusal bir zaferle kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin 100.yılında seçilmiş bir travmanın da yaratılması sağlanmaya çalışıldı. Devlet televizyonu olan TRT’de yayınlanan tarihi dizlerle Osmanlı bakiyesi yüceltilip ‘aslında bunları kaybettik’ düşüncesi zihinlere mıh gibi çakıldı.
Tüm bunlar seçmenin korku ve kaygıyla hareket etmesini kolaylaştırdı. Zira yapılan nörobilim çalışmaları kişilerin beyninde kaygının merkezi olan amigdalanın büyük olmasının davranışlarını korku ve kaygıyla biçimlendirdiğini göstermiştir. Genel olarak amigdala hacminin muhafazakâr insanlarda daha yüksek olduğu bilinen bir gerçek ve hükümet düşman algısı ile korku üzerinden oy verilmesini sağlayabildi. Belirleyici olan soğan fiyatları değil ülkenin birlik ve bütünlüğü oldu.
Unutulmaması gereken bir nokta da korku ile umudun kardeş duygular olduğudur. Birleşik kaplar modeline göre biri artarken diğeri azalır. Tam bu noktada iktidar diğer kozunu devreye soktu ve umudu yeşertti. Karadeniz’den çıkan doğalgazın vatandaşlara dağıtılmaya başlanması (üstelik bir kısmı ücretsiz), Gabar’da bulunan ve ülkenin petrol ihtiyacının %10’unu tek başına karşılayabilecek petrol yatağı, yerli otomobil TOGG’un yollara çıkması, SİHA ve SİHA’ların uçmasını sağlayacak yerli bir geminin yapılmış olması, yerli helikopter, yerli uçak gibi gelişmelerin ve müjdelerin üst üste gelmesi yarınlara dair umudu büyüttü seçmen nezdinde. Bunlar içinde benim en önemsediğim nokta ise depremzedelerde ‘yaparsa Erdoğan yapar’ inancının yerleşmiş olmasıydı. Yaşanan büyük felaket sonrası sanırım hiçbirimiz onlar kadar devleti yakından görmedik. Kızılay’ın çadır satmış olması depremzede için öncelik değildi, çadırın kimden geldiğine değil gelip gelmediğine baktılar çünkü. Bunda da haklıydılar.
Ve tüm bunların ötesinde seçmenin karşısına çıkan adayların karizmasının da önemli olduğu unutulmamalı. Nihayetinde girdiği hiçbir seçimi kaybetmemiş Erdoğan’ın karşısında tek başarısı Türkiye’nin iki büyük kenti olan İstanbul ve Ankara’yı almaktan başka bir başarısı olmayan Kılıçdaroğlu vardı. Weber, karizma kavramını toplum içinde yaşayan bir insanı diğer insanlardan farklı kılan ve hiç kimsede olmayan olağan dışı kudretleri olan bir kişisel özellik olarak dile getirmektedir. Weber’e göre bir karizmatik liderde toplumu yüksek etkileme gücü, takipçileri ile arasında bağ olması, Lider ve ona bağlı takipçileri arasında bağ kurulması ve lidere karşı duyulan coşkulu bir sevgi desteği olmalıdır. Ayrıca sosyolojik olarak geri kalmış ülkelerde devlete ve onun yöneticisine atfedilen baba rolünün önemi de unutulmamalı. Seçim öncesi seçmen nezdinde, yerli yapım bir savaş gemisinin önünde, askeri pilot kıyafeti ve güneş gözlüğüyle poz veren Erdoğan’a karşı, mutfağında airfryer’ının önünde çay içen emekli memur yarışıyordu. Ve kazananın kim olacağı sosyolojik ve psikolojik olarak belliydi.
Muhalifler iktidarın ürettiği korkuya karşı umudu beslemek yerine tam da şöyle bir ruh haline girdiler. Kurban edilmişlik hissi, yansıtmada artış ve buna bağlı kötü önyargılarda artış, büyük grup kimliğine narsisistik yatırımın artması ve yetersizlik nedeniyle kayba karşı yas tutamama. Bunlar seküler kibire savrularak toplumu rasyonel biçimde okumaya engel oldu.
MİLLET İTTİFAKI NE YAPTI?
Evvela Kemal Kılıçdaroğlu’nun çok önemli bir işi başardığını ancak bu başarının seçim sonuçlarına yansımadığını ifade etmek istiyorum. Helalleşme çağrısı ile başlayan ve Cumhuriyet tarihinin pek çok travmasıyla yüzleşmeye cesaret etmesi, toplumun her kesimiyle kucaklaşmaya çalışması CHP gibi mütekebbir olmasıyla bilinen bir siyasi parti genel başkanı için çok önemli ve anlamlıydı. Ama özür ifade etmek ve af dilemek her zaman iyi sonuçlar ortaya çıkarmaz. Yas tutmaya mani olan özür muhatabında sadece ‘boş bir jest’ olarak algılanır. Grup aidiyetine ait bir helalleşme çağrısında bu noktanın atlandığını düşünüyorum.
Ancak siyasi, sosyal ve iktisadi olarak birbirine benzemez partilerin sinerjistik bir etki yaratacağına dair irrasyonel bir hava oluşturuldu. Ülkenin kurucu partisi olan CHP’nin geniş toplum kesimlerinde travmatik bir anlatısının olduğunu insanlar unutmadı ve CHP ile ittifak kuran 3 ayrı muhafazakâr kimlikli siyasi partiye rağmen sandığa yansıyan bir oy akışını göremedik. Ayrıca Türkiye halkı istikrara önem verir, daha seçimden 45 gün önce masadan kalkan İyi Parti lideri ve ittifaktaki bazı siyasi parti liderlerinin konuşmaları seçimlerin kazanılmasının da ayrı bir kaosa neden olabileceği inancını besledi. İttifakın ikinci büyük partisi olan İyi Parti’de Kemal Bey’in adaylığına karşı çıkan, hatta partiden ayrılan önemli isimler oldu.
Kaldı ki belirlenen adayın Türkiye sosyolojisinde sinir uçlarına dokunan iki yönü vardı; Dersimli bir Kürt ve Aleviydi. Cumhuriyetin kurucu partisi ve taraftarlarının yıllardır ABD’deki WASP’e benzer biçimde kurguladıkları ‘laik yaşam tarzına sahip sünni türk’ makbul vatandaş kriterlerine uymuyordu Kemal Bey. Ve adaylığı öncesinde Erdoğan karşısında ‘tuvalet terliği’ aday olsa ona oy veririm diyen aslen CHP kökenli sosyal medya hesapları, adaylığın ilanıyla birlikte histeri nöbetleri geçirip ‘bu aday olmasın’ demeye başladılar. CHP 100 senedir beslediği canavara hem de kendi genel başkanına rağmen yem oldu. Ve sürekli dile getirilen ‘Anadolu İrfanı’ söyleminin de içinin boş olduğu ortaya çıktı.
Erdoğan’ın başarısının altında yatan önemli bir etken de muhalefetteki seküler kesimlerin kibri ve halkı aşağı görmesidir. Sosyal medyada yazılanlar, sokak röportajı adı altında halkı küçümsemeler ters tepti. Bu bir yönüyle sosyolojik muhayyilenin kestiği parmaktı. Lakin bu sosyolojik bölünme seküler kesimin sandığı gibi bir Kadıköy-Esenyurt bölünmesi değildi. Seküler kesim zannedildiği gibi Angelopoulos filmleri izleyip Lermontov şiirlerini okumuyor artık. Ülkedeki genel vasatlık ve sığlık o kesime de fazlasıyla yansımış durumda. Tek fark seküler laiklerin kibrinin artarak devam ediyor olmasıdır. Ayrıca ekonomi konusunda a priori önermeler içeren ve zihinle iktisadi davranış arasındaki en önemli köprülerden biri olan varsayımsallığın da kesilmesiydi bu durum. AK Parti seçmeninin eyleminin ontolojik reddi grup kibri açısından dikkatlice okunamadığı için ülkenin bilimsel indekslerde yerlerde sürünen üniversitelerindeki akademisyenleri de olayı anlayacak durumda olamadı ve aslında seküler kesimde bu gözle görülmeyen bilinçdışı bir gerilime neden oldu.
İktidarın amigdala üzerinden korku ve kaygıyı beslediğini söyledik, peki Millet İttifak’ı ne yaptı? O da temelde korku siyaseti üzerinden belirledi konumunu. 20 senedir geleceği söylenen ama gelmeyeceği de belli olan şeriat korkusunun karşısında içki satışının serbest olduğu, İstanbul gecelerinde sabaha kadar gece kulüplerinin dolup taştığı gerçeği görülmek istenmedi. Bu korkunun bir karşılığı yoktu çünkü. Hükümetin uyguladığı baskı ve gittikçe otoriterleşen tavrı karşısında muhalif seçmende oluşan bazı duygular iyi yönetilemedi.
Muhalifler iktidarın ürettiği korkuya karşı umudu beslemek yerine tam da şöyle bir ruh haline girdiler. Kurban edilmişlik hissi, yansıtmada artış ve buna bağlı kötü önyargılarda artış, büyük grup kimliğine narsisistik yatırımın artması ve yetersizlik nedeniyle kayba karşı yas tutamama. Bunlar seküler kibire savrularak toplumu rasyonel biçimde okumaya engel oldu. Seküler kibir toplumda iktidar tarafından örülen ve oluşturulan ‘tarihsel düşmanlık’ karşısında ‘dehumanizasyonun’ ortaya çıkmasına neden oldu. Taraflar birbirinin rakibi değil düşmanı oldular. Ve sadece devleti yönetmesi için oy verilen siyasi partiler birdenbire insanların ‘aklını ve kalbini’ yönetecek tarikat benzeri yapılara döndüler. Ki bu noktada temel fay hattının Tayyip Erdoğan nefreti/sevgisi olduğunu düşündüğümüzde bu hattın daha ziyade ‘karizmatik lidere’ yarayacağı kesindi.
TÜRKİYE’DE YÜKSELEN AŞIRI SAĞ
Seçimlerle ortaya çıkan bir diğer sonuç MHP ve ondan ayrılan İyi Parti ve Zafer Partisinin toplam oyunun %25’e dayanması oldu. Son yıllarda Avrupa başta olmak üzere pek çok ülkede aşırı sağın yükseldiğini görüyoruz. Aşırı sağ partilerin yükselişi her ne kadar ülke içerisinde yaşanan ulusal sorunlar nedeniyle ortaya çıksa da küresel dinamiklerle başarılı bir şekilde ilişkilendirilebilmektedir. Peter Gourevitch “
ikinci düzeye tersten bakış” teorik modeline göre, merkezi bir devletin var olmadığı küresel sistemde oluşan dev dalgaların devletlere ve toplumlara doğru nüfuz etmesi kaçınılmazdır. Küreselleşme dinamiklerinin ülkelerin iç siyasi mekanizma ve unsurlarına ciddi anlamda etkisi bulunmaktadır. Bu teoriye göre, küresel ekonomik durgunluk, küresel terör, küresel gelir dağılımında yaşanan krizler, iç savaşlar veya göç hareketliliği aşırı sağın güç kazanmasında önemli rol oynamıştır. Örneğin, yabancı düşmanlığı veya göçmen karşıtlığının en önemli kaynağı bireylerin kendi ülkesinde kendisini yabancı gibi hissetmelerine yol açmaktadır. Bu noktadan hareket eden Türk aşırı sağı ise bir dönem merkezine Ermenileri oturtmuştu, akabinde Kürtler ve son olarak da Suriye iç savaşı nedeniyle patlak veren mülteci ve sığınmacı akınını aldı. Öyle ki seçimlerde mültecileri mancınıkla ülkelerine fırlatmaktan söz eden Zafer Partisi 1,2 milyon civarı oy aldı, Cumhurbaşkanı adayları olan Sinan Oğan ise 2,7 milyon civarında oy aldı. Bunun ülkenin geleceği için hem dış politikada hem Kürt meselesinde hem de mülteci politikalarında ciddi bir zorlanmaya neden olacağı da ortada.
Türkiye'nin siyasi geleceğini şekillendirecek olan, siyasi liderlerin ve vatandaşların bu karmaşık ve zorlu durumları anlama ve onlarla başa çıkma yetenekleridir.
SONUÇ YERİNE
Son seçimler Türkiye'nin politik manzarasının ne kadar karmaşık ve çok katmanlı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Millet İttifakı'nın, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun liderliğinde birleşme çabaları, genel olarak etkileyici olsa da, sonuçlara tam olarak yansımadı. İttifakın, Türkiye'nin geniş toplum kesimlerindeki travmatik hikayelere rağmen, kucaklayıcı bir yaklaşım sergilemesi takdire değer olsa da, bu çabaların sandığa tam olarak yansımadığını gördük. Tüm bu sonuçlar, Türkiye'nin politik manzarasının derinlemesine anlaşılmasını gerektirir. Siyasi liderler ve toplumun genelinde insanlar, karmaşık ve kutuplaşmış bu politik manzarada nasıl ilerleyeceklerini anlamaya çalışmalıdır. Türkiye'nin siyasi geleceğini şekillendirecek olan, siyasi liderlerin ve vatandaşların bu karmaşık ve zorlu durumları anlama ve onlarla başa çıkma yetenekleridir. Nispeten güvenli ve sorunsuz yaşanan seçim sonrası çağdaş dünyadan iyice uzaklaşan Türkiye’nin sinizm ve skeptisizm ile daha da içine kapanacağı düşünülebilir.
Bu durum, Türkiye'nin politik ve sosyal manzarasının anlaşılmasını ve analiz edilmesini gerektiren politik psikoloji konusunda daha fazla çalışma yapılmasını gerektirir.