Nazarımda saçmalama düzeyi açısından New Age mistisizmi ile tasavvufçular arasında bir fark yoktur. Yaradan’a aklı aradan çıkararak ulaşacağını sanan herkes aynı sığlık katsayısına sahiptir.
Dizinin adı ‘Arayış’. Falso bir isim bence, neden mi çünkü iğfal edilen kavramlardan biri. Modern zamanların oluşturduğu devasa ruhsal kara delikle mücadele ederken bir kişinin dindar veya seküler olmasının hiçbir farkı yok aslında. Üsküdar kafelerinde Uzakdoğu mistisizmi, tasavvuf ve varoluşçuluk temasıyla süren tartışmalar, boğazın öte yanı olan Beşiktaş kafelerinde astroloj, enerji, psikanaliz ekseninde sürüyor. Her iki yaklaşımın arasında ‘temel’ bir benzeşme olduğunun en önemli kanıtı Disney +’ta izlediğim Arayış dizisi oldu.
Yönetmen Emin Alper’i Kurak Günler filminde eleştirmiştim ama bu dizinin özellikle ilk iki bölümündeki performansı beni çok etkiledi. Sonraki bölümlerinde başlarda kullandığı gölge, perspektif ve ışık oyunlarını pek tercih etmemişti ama var olanlar da beni sinematografik/estetik olarak tatmin etti. Aslı Enver (Enver Paşa ile akrabalığı var mı acaba) ve Mehmet Günsur’un oyunculuklarını kendi kapasitelerinin altında buldum. Defne Kayalar ise olağanüstü bir performans sergilemişti, tebrik ederim kendisini. Dizi temel olarak çeşitli boyutlarda sorunlar yaşayan insanların modern zamanlarda başvurdukları ve aslında tarikat yapılanmalarından farkları olmayan bir grubun yaşadıklarını anlatıyor. Geçen yaz rakı-balık-ayvalık’çıların aile dizimini anlatan Zeytin Ağacı dizisi vardı, bu yaz da Arayış…
1-) Ne arıyorlar?
Kendilerinin de buna makul bir yanıt verebileceklerini sanmıyorum. Ancak temel izlenimim new age’e meyledenlerin ‘şifa’ arayışı. Bu şifa kırsal kesimden farklı olarak fiziksel değil psikolojik şifa arayışı üzerine kurulu oluyor genelde. Modern zamanların ve mahşeri yalnızlığın getirdiği kaybolmuş hayat müptela ve müptezellerinin bir noktadan sonra ‘bu böyle gitmez arkadaş’ demesiyle yöneldikleri bir alan oluyor.
Dikkat ederseniz bu tip tarikatimsi yapılara katılanlar ekseriyetle özel hayatlarında ciddi sorunlar yaşamış, mali disiplinleri zayıf, çevresindeki herkesle cebelleşmiş ve alkol-madde kullanımları yüksek kişiler. Bir yönüyle bireysel olmasa da toplumsal bir borderline yaşamın yansımaları, gönüllü kurbanları, dışarıdan iradi olduğu sanılan ama mutlaka içinde yaşadıkları dindar veya seküler havanın tesiri ve güdüsüyle ‘tutunmaya’ çalışanlar…
İstedikleri bir miktar huzur ve dinginlik ama aradıkları yerler suistimale açık alanlar oluyor genelde ve kendisini sabote etmenin başka bir veçhesiyle karşılaşıyoruz sürekli. Kronik nevrozu olan entelektüel bir insanın mutlak suretle bir şekilde süblime edeceği bir çarkın içinde olduğuna inanması gerekiyor. Zira boğazlarına kadar battıkları looser’lıklarını narsisistik bir kırılma yaşamadan aşmak zorunda hissediyorlar. Ve asıl yönelmeleri gereken akla başvurmak yerine akıllarını bir üst güce, şeyhe, guruya emanet ediyorlar.
Aklı aradan çıkarınca ulaşacakları şeyin matah bir şey olduğu yanılsamasına bulaşıyorlar. Zira içinde bulundukları grubun Hoffer’in tabiriyle ‘kesin inançlıları’ onlara ‘hakikat’ denen şeyin tam da bulundukları yerde olduğunu vazediyor. Hakikat adı altında pazarlanan ve bolca da müşterisi olan sakillikten midemiz bulanıyor olsa da anlamaya çalışma önceliğimizden ödün vermemeye gayret etmeliyiz sanırım.
2-) Nedir New Age akımlar?
New Age'i kesin bir çerçeve içine almak zordur çünkü bu, geleneksel bir hareket olmaktan ziyade farklı bakış açılarını, inançları ve uygulamaları bir araya getiren bir olgudur. Merkezi bir yapı, resmi üye listesi, genel kabul görmüş bir doktrin veya coğrafi merkez gibi bileşenlere sahip değildir. Ancak Uluslararası Krishna Bilinci Topluluğu (ISKCON), Osho hareketi, UFO inancı olan Aetherius Cemiyeti gibi çeşitli grupların New Age ismini benimsediğine dikkat çekmek gerek. Bu, farklı grupların kabul ettiği geniş ve çeşitli düşünce ve inançları anlamamızı gerektirir.
New Age, geniş bir dizi konuyu kapsar; homeopati, doğu dinleri, Transandantal Meditasyon, derin ekoloji, melekler, kanallık, Tarot kartları, astroloji, uzaylılarla iletişim, ley hatları ve NLP (NeuroLinguistic Programming) bunlardan sadece bazılarıdır. Bu çeşitlilik içinde birleştirici bir öz bulmak zorlu bir görevdir. New Age düşünce yapısı, ruhsal bilgelik olan Gnosis'e dayanır ve evrenin tek bir gerçeklikten oluştuğunu, bu tekliği de Monizm'de bulunan tüm varlıkların aynı maddeden yapıldığı görüşünü benimser. Bu bakış açısına göre, görünen farklılıklar yalnızca geçici ve aldatıcıdır.
New Age, bireysel potansiyeli ve kişisel gelişimi ön plana çıkarır. Postmodern çağın çarpık kültür mantığı çerçevesinde bu görüş, New Age'i bir tür ‘tüketim dini’ hâline getirmiştir. Bu durumda, New Age pratiği "kendi gerçeğini keşfetme", "bireysel yaşam", "doğru yolu bulma", "derin gerçeklik" gibi konuları öne çıkarır. Tanınmaların muğlaklığı müntesipler için ucu açık bir hareket serbestisi tanımaktadır.
New Age, bireysel potansiyeli ve kişisel gelişimi ön plana çıkarır. Postmodern çağın çarpık kültür mantığı çerçevesinde bu görüş, New Age'i bir tür ‘tüketim dini’ hâline getirmiştir.
Bireysel yaşam, bireyin kendi hayatında benzersiz çözümler bulması ile mümkün olabilir. Birey, hayatının anlamını ve amacını bulmak, kendini iyileştirmek ve geliştirmek için derin düşüncelere dalabilir. Capra’ya göre, anlam ve değerlerin yitirildiği dünyada, derinlik arayışı New Age'in merkezindedir. Bu yüzden New Age'de bilim, felsefe ve maneviyat birbirine doğru yaklaşır. Yaklaşmakla da kalmaz imtizaç eder. Uzakdoğu mistisizmi ile Kabalizm, Hristiyan teolojisiyle hoponopono tekniği gibi pagan inanışların her birinden biraz biraz alınıp bir sos oluşturulup yüksek meblağlarla ‘arayış’ hâlindeki insanların üzerine boca edilir.
İnsanlığın içinde bulunduğu ilgi çağı ve fast food ruhsal beslenme çabaları bu akımların taraftar bulmasını kolaylaştırmaktadır. Batılı toplumlarda, zaman içinde ‘batıl’ olarak kabul edilen Uzak Doğu öğretileri giderek daha fazla destekçi kazanmıştır. Bu ilgi, belirli grupların bilinçli yayılma çabaları sonucunda başlamış ve bu mistik dinler kısa sürede Batı kültürünün önemli bir unsuru haline gelmiştir. Uzak Doğu'nun bu batıl dinlerine olan merakın birkaç belirgin nedeni vardır.
Bunlardan biri, bu dinlere özgü ritüel, ayin ve törenlerin, insanlara mistik ve gizemli niteliklere sahip olduğunu hissettirecek şekilde sunulmasıdır. Bu dinlerin takipçilerinin yaşam biçimleri, kıyafet tarzları, dini inançları, felsefeleri ve ayinleri, Batılı toplumların yaşam boyu aşina oldukları yaşam şeklinden büyük ölçüde farklıdır.
Özellikle şile bezinden yapılmış geniş ve çok renkli kıyafetlerle dolaşanları görüyorsunuzdur. Ki dindar Müslüman ve Musevilerin giydikleri kıyafetlerin de altında peygamber sünnetinden ziyade buna benzer bir motivasyon olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle, bu farklılık ve benzersizlik, Batılı toplumları bu batıl Uzak Doğu dinlerine doğru çeken önemli bir faktördür.
Bu farklılık, birçok Batılıya karşı büyülü bir çekim gücü oluşturur, çünkü ona bir cazibe ve albeniyle sunulur. Bu yüzden, bu batıl dinleri benimseyen veya bazı öğretilerini uygulayan insanlar genellikle bu kararı, belirli bir inanca sahip oldukları veya mantıksal buldukları için değil, onların büyülendiği iddia edilen "gizemli" atmosferden etkilendikleri için alırlar.
Ancak, batıl Uzak Doğu dinlerinin Batı toplumlarına yayılmasının arkasında sadece "dikkat çekme" heyecanı değil, çok daha derin bir neden daha vardır: Bu dinlerin materyalist, politeist ve inkârcı düşünce sistemleri. Bu dinler, birçok Batılıya, maddi dünyanın ötesine geçme ve evrenin daha derin anlamını anlama fırsatı sunduğu için cazip gelmektedir.
Batıl Uzak Doğu dinlerinin Batı toplumlarına yayılmasının arkasında sadece "dikkat çekme" heyecanı değil, çok daha derin bir neden daha vardır: Bu dinlerin materyalist, politeist ve inkârcı düşünce sistemleri.
Bu çekim gücü, popüler kültürü yöneten kesimlerin -ister bilinçli ister bilinçsiz- teşvikleri ile daha da güçlendi. Bu kesimlerin öncülerinden biri Beatles grubuydu. Beatles'ın üyelerinden George Harrison'ın Hinduizmi benimsemesi, milyonlarca Beatles hayranında Hinduizm'e karşı bir merak yarattı.
Ancak bu eğilim, sadece eğlence endüstrisi tarafından beslenmiyordu; Batı toplumunun saygın pek çok aydın ve bilim insanı da batıl Uzak Doğu kültürünü kabul etti ve özellikle gençler arasında yayılmasını teşvik etti. Ancak, bu kişilerin sağladığı desteğin arkasında daha karmaşık bir motivasyon vardı: Batıl Uzak Doğu kültürünün, Batı kültürünün materyalist yönüyle olan uyumu. Bu uyum, batıl Uzak Doğu kültürüne olan ilginin daha da artmasına yardımcı oldu.
60'lar ve 70'lerin hippie kültürü zamanla gücünü kaybetti ve toplumun gündeminden düştü. Ancak, o dönem Batı toplumu tarafından sarılan Uzak Doğu modası, toplumun belirli kesimleri üzerindeki etkisini asla kaybetmedi, aksine evrildi ve büyüdü. Artık daha organize ve yeni bir isimle sahneye çıktı. Bu, Uzak Doğu dinlerinin tüm batıl inançlarını bir araya getiren, Tanrıya inanmayan, insanı neredeyse tanrılaştıran bir sapkın akımdı: New Age Hareketi (Yeni Çağ Hareketi, New Age Movement-NAM).
Bu hareket, tüm ilahi dinlerin yok olacağı ve dünyanın "tek bir batıl din"de birleşeceği bir dönemin yaklaşmakta olduğu hayaliyle yaşamaktaydı. Bugün güneşi selamlayan teleolojik düşünce meftunlarının Budist bir ibadeti yerine getirdiklerini sanmıyorum ama hayatımızın merkezinde artık para ile satın alınan bu oksimoronluklar var.
Dolayısıyla artık astroloji, şifalı taşlar, healing yöntemleri, suyun hafızası, homeopati, hacamat, sülük, tasavvuf falan iç içe geçmiş durumda.
New Age öğretmenleri, din sosyolojisinde "sentetik şaman" terimiyle ifade edilirler. Sentetik şamanlar, kadim dinlerin dini liderlerinin ritüellerini taklit ederler, ancak bu alanda gerçek bilgiye veya dini eğitime sahip olmadan ve bu ritüelleri orijinal amacının dışında kullanırlar. Uygulamaları, kadim geleneklere bağlı dini liderler tarafından genellikle eleştirilir. Türkiye'de sentetik şamanlar genellikle tasavvuf maskesi altında karşımıza çıkar.
Tasavvuf geleneği ile hiçbir bağı olmayan, hatta Müslüman olmayan bireyler, kendilerini "Yeni çağın dervişi" olarak ilan ederler, ney ile fotoğraf çektirerek kendilerini Sufi olarak tanımlarlar. Ancak, Sufi bilgeliği sunmayı iddia ettikleri kitaplarının gerçek Sufi geleneği ile hiçbir ilgisi yoktur; bu nedenle, aslında insanları yanıltmaktadırlar.
Tasavvuf ve modern spiritüalizm/new age arasındaki farklar genellikle şekil ve terminolojiden ibarettir. Bir taraf "nur" derken, diğer taraf "enerji" der. Tasavvufun en zararlı öğretilerinden bazıları, kültürel olarak insanların zihnine yerleşmiştir. Örneğin, fakirlik ve yoksulluğun yüceltilmesi.
3-) Seküler dinler ve tasavvuf birbirine benzer mi?
Evet. Spiritüalizm, varlığın tümünün tek bir bütün olduğunu savunur. Bu düşünce hem panteist (evren=tanrı) hem de panenteist (evren=tanrı ama tanrı daha fazlasıdır) yorumlara tabi tutulur. Tasavvufta panteizm, vahdet-i vücut ile temsil edilirken, bu düşünceyi benimseyen new age, tasavvuf, Budizm gibi felsefeler bu dini farklı şekillerde yorumlarlar. Bu bağlamda, Spinoza, Hallac, İbn Arabi, Mevlâna ve günümüzden örnek olarak Cemalnur Sargut bu dini çeşitli şekillerde yorumlayan kişiler olarak gösterilebilirler. Spinoza'nın tam bir panteist olduğunu görürken, Mevlâna'nın eserlerinde zaman zaman panenteist eğilimler olduğunu da gözlemleyebiliriz. Tasavvufta panenteizm, vahdet-i şühut olarak adlandırılır, yani Tanrı evreni içerir, evrendir fakat aynı zamanda bundan daha fazlasıdır. Panteizm ve panenteizm arasında net bir ayrım yapmak zordur; panenteizm, tanrı ile evren arasında düşünsel bir çizgi çizer, bunun dışında büyük bir fark yoktur.
Panteizmde en önemli sorunlardan biri kötülük meselesidir. Eğer her şey Tanrı ise, kötülük nasıl mevcut olabilir? Bu nedenle panteizmde iyi ve kötü kavramları bulunmaz. Panteizmde cinayet, tecavüz, işkence gibi eylemler kötü sayılmaz, çünkü tüm evren Tanrı'nın kendisi olup, Tanrı'da kötülük olamaz. Spiritüalistler ve Hallac, İbn Arabi gibi sufiler, panteizm ve tekâmül (ruhani evrim) öğretilerini birleştirirler. Onlara göre acı ve ıstırap, kişinin ruhani olarak olgunlaşmasına yardımcı olur ve Tanrı'ya birleşme yolunda faydalıdır. Çilecilik kavramı buradan kaynaklanır. Dünyada tasavvufu İslami bir öğreti olarak kabul eden tek topluluk genellikle Müslümanlardır, çünkü onlar evliyalarının öğretilerini kabullenirler.
Tasavvuf ve modern spiritüalizm/new age arasındaki farklar genellikle şekil ve terminolojiden ibarettir. Bir taraf "nur" derken, diğer taraf "enerji" der. Tasavvufun en zararlı öğretilerinden bazıları, kültürel olarak insanların zihnine yerleşmiştir. Örneğin, fakirlik ve yoksulluğun yüceltilmesi. Acı çekmek ve yoksulluk her zaman yüce sayılmaz. Alınan dersler olmadan acı anlamsızdır, acılara anlam yüklemek mantıksızdır. Fakirlikte asalet bulunmaz. Binlerce yıl boyunca Katolik Avrupa bu anlayışla zor zamanlar geçirmiştir, sonrasında tasavvuf Müslümanlara sızmıştır.
Tasavvufun "keşif" ve "ilham" kavramları aslında vahiydir, sadece vahyin süslü bir biçimde ifade edilmiş hâlidir. Eğer akıl, gözlem ve bilim yanıltıcıysa ve gerçek bilgi sadece keşif (vahiy) ehli evliyalara gelmişse, o zaman insanın şeyhin etrafında toplanması ve geriye kalanın önemsiz olduğu anlayışı, bin yıldır Müslümanların zihnine kazınmış bir anlayıştır ve bu anlayışın kaynağı tasavvuftur.
Zaten bu iç içe olma hâlini son zamanlarda tasavvufi astroloji uygulamaları, seküler kadınların parmaklarındaki esma okuma zikirmatikleri ile görmek mümkün. Dolayısıyla adına arayış dedikleri ve anlam bulma çabasının ürünü olan gayretleri aynı boşluğa çıkıyor.
4-) Cübbeli-sarıklı biriyle şile bezinden renkli ve bol kıyafetler giyenlerin ritüelleri özünde benzer midir yani?
Evet. Söz konusu diziye bakalım isterseniz. Kendilerine özgü kıyafetler tasavvufi bazı akımlarda da var. Müstakil ada tekkelerle aynı vazifeyi icra ediyor. Sorgulanamaz Gavs’ın yerine dövmeli Tufan var, sözü Tanrı buyruğu olarak algılanıyor. Zikir halkasının biçimi aynı ama sözler farklı. Ajitatif ve duygu yüklü konuşma yapılıyor sık sık. Tütsü yakılıyor ki muhtemelen halüsinojenik bir madde. Bazı tekkelerde üzerlik tohumu ile halüsinojen etkinin ortaya çıktığını biliyoruz. Ateş üstünde yürüme ritüeli Rufai’lerde vücudunun çeşitli yerlerine şiş batırma olarak karşımıza çıkıyor. Ve her ikisinde de aklı kullanmak, sorgulamak, düşünmek şeytani olarak görülüyor, mantık aranmıyor.
Peki neden birine modern diğerine çağdışı muamelesi yapılıyor. Bu sorunun yanıtı seküler kibir kavramında yatıyor bence. Seküler kesim içinde bulunduğu ve farkında olmadığı kibir kuyusundan bakınca en doğru ve ‘modern’ olanın kendi hayatı olduğunu düşünüyor. Oysa özünde aynı şeyi yaptıklarının farkında olamayacak kadar izandan yoksunlar. Nazarımda saçmalama düzeyi açısından iki kesim arasında bir fark yoktur. Yaradan’a aklı aradan çıkararak ulaşacağını sanan herkes aynı sığlık katsayısına sahiptir.
Zaten bu iç içe olma hâlini son zamanlarda tasavvufi astroloji uygulamaları, seküler kadınların parmaklarındaki esma okuma zikirmatikleri ile görmek mümkün. Dolayısıyla adına arayış dedikleri ve anlam bulma çabasının ürünü olan gayretleri aynı boşluğa çıkıyor.
5-) Hasta muayene ve tedavisini kim yapar?
Elbette sadece ve sadece hekimler yapar. Spiritüalist tüm vaadler şarlatanlık ve sahtekarlık yaparak ‘yolunu bulma’ biçimidir. Bir hekim tanı ve tedavi sürecinde yasalar önünde sorumludur. Bunlar kime karşı sorumludurlar mesela? Hiç kimseye karşı sorumlulukları yok, dur diyen de yok. O kamplarda ve tekkelerde neler döndüğünü yazamayacağım. Sonra toparlamak yine bize düşüyor zaten.
Dolayısıyla dizi bir gerçeği benim baktığım yerden gözler önüne sermesi bakımından önemliydi. Şarlatanlık nedir onu gösteriyordu. Biliyorum ki duygunun olduğu yerde benim akla davetim pek işe yaramayacak ama ‘söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil’.