Demirtaş “güçlü sol ittifak” çağrısı yaptı. Altı muhalif lider bir araya geldi. Nihayet iktidarı devirme hedefinin ötesine geçildi. Her halükarda, Türkiye’nin demokratikleşme serüveninde bir devir kapandı. Üstelik seçimden önce ve Erdoğan iktidarının gitmesinden bağımsız olarak. Bugünkü sıcak siyasi gündem konuları ile ilgili yazan, konuşan ve önemli hususların altını çizen bolca insan var. Dahası, bunlar kolay kolay soğuyacak meseleler değil; daha uzunca bir süre sıcak kalıp, bolca tartışılacak nasılsa. Zaman, eski döngüsel çıkmazları temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp masaya getirmenin zamanı hiç değil. Fakat madem ki geliyor ve “yenecek” bir şeyler aranıyor, önce biraz daha yakından veya dikkatle bakmalı. Besleyici bir şeyler bulmalı. O bakımdan bu yazıda biz yine “gereksiz ayrıntı” didiklemek gibi durabilecek ve can sıkabilecek başka bir soğuk sorunsal ile ilgilenelim.  Geçmişten artakalan bazı şeyleri biraz daha farklı bakabilerek, öğrenerek önümüzü görmeye çalışalım. Fakat yine odaktaki tartışmalardan ve şimdiden yola çıkarak elbette. SÖYLEMSEL EYLEMLER Kılıçdaroğlu’nun ‘Kürt meselesinin çözüm yeri TBMM, muhatabı da meşru bir parti olan HDP’dir’ demecinin yeniden gündeme gelmesi, siyasette yeniden bir doping etkisi yaptı. Yani bu çıkışı da hem “Baykal olayı” sonrası CHP başkanlığına talip olduğu zamanki gibi, hem de değil. Elbette tek fark, böyle siyasi eylemlerde kullanılan “bombaların” teknolojisindeki ilerlemeden kaynaklanmıyor. “Ana” muhalefetin bu hamlesi oldukça gecikmiş de olsa, yine de “baba” iktidarın HDP’yi (=oylarını) kendi tarafına çekme hesapları süregiderken gerçekleşti. Benzer “iç çatışmalar”- yani toplum içi, ittifak içi ve parti içindeki zıt görüşler- sebebiyle, henüz “yavru” (muhalefete de) muhalefete “tam kucak açmak” gibi görünemese de! Yine de bu “el uzatma” hareketi ile, Cumhur İttifakı ile adamakıllı dışlanmış veya rehin alınmış, kullanışlı joker HDP’yi gerçek anlamda bir “tanıma” (recognition) siyaseti örneği işlevi gördü. Tedavüldeki “bölücü terörist Kürtler sorununu”, “Türkiye’nin demokratikleşmesi” için elzem, meşru ve ortak bir (Türk veya Kürt) demokrasi meselesi olarak yeniden tanımladı. Siyasetin ve ondan daha da önemli olarak hem kendi, hem de ittifak (ve diğer olası) ortağının tabanının ve geniş toplumun önüne koydu. Böylece toplumda kırk yıldır kireçlenmiş siyasi kanallardaki önemli bir tıkanıklığı açtı. Toplumsal bir beklentiye hitap ettiği için de birden ön plana çıkarak siyasetin akış yönünü ve ivmesini değiştirdi. Nitekim Kılıçdaroğlu’nu Akşener’in “Ben Cumhurbaşkanlığına değil, parlamenter sisteme dönüldükten sonra Başbakanlığa adayım’ demeci izledi. Akabinde de Demirtaş’ın ve Sancar’ın açıklamaları ve “HDP’nin Tutum Belgesi” geldi. Tüm bu demeçler birer “söylemsel eylem” örneği. Siyasi eylem yanı ise öncelikli olarak zamanlamasında. Zira hemen her kişisel veya kitlesel iletişim ortamında olduğu gibi, söylenenlerin zamanlaması, içeriğinin önüne geçer. Hele böyle, yani nefeslerin tutulduğu ve beklentilerin yüksek olduğu, kritik dönemlerde, ondan bile çok önem kazanır. Demir tavında dövülür! EYLEMSEL SÖYLEMLER Elbette nasıl dövüldüğü de önemli. Yani şimdi artık sıra hem yukarıdaki demeçlerdeki hem de açılan kanallardan akacak olan yeni mesajların içeriklerinin irdelenmesinde. Nitekim hemen, Erdoğan’ın koltukta kalmasını garantilemek için zaten uzunca bir süredir zihinlerde olan “yarı-başkanlık” veya “Alaturka başkanlık” söylemi tedavüle sokuldu. Demirtaş “güçlü sol ittifak” çağrısı yaptı. Altı muhalefet partisinin liderleri bir araya geldi. Muhalefette, iktidarı devirmek ortak hedefinin ötesine nihayet geçildi. Ülkede sistem konuşulmaya başlandı. Yıkılmakta olanın mevcut iktidar ve inşa edilmesi beklenin de yeni iktidar değil, devleti ile ulusu ile Türkiye ulus-devleti olduğunun idrakinde daha da geç kalınmayacağını umalım. Zira, şimdilik “güçlendirilmiş parlamenter sistem”, “sembolik cumhurbaşkanlığı”, “geçiş programı”, “partisiz başkan adayı” gibi konularda muhtelif tanım, öneri ve temenniler söz konusu. Seçim sonrasında yapılması arzulanan bu fikirler veya vaatlerin ise henüz toplumda ve birbirlerinin siyasi imgelemlerinde ne kadar karşılığı olduğu belirsiz. Çünkü tüm bunlar da birer “eylemsel söylem” örneği. Her halükârda, Türkiye’nin demokratikleşme serüveninde bir devir kapandı. Üstelik seçimden çok önce ve Erdoğan iktidarının gitmesinden veya kalmasından bağımsız olarak. Türkiye’nin demokratikleşme serüveninde yeni bir bölüm açıldı. Daha önce de defalarca yazmış olduğum gibi, “özneleşerek özerkleşmek ve demokratikleşmek” için elzem bir önkoşul olan, geniş toplumsal tabanda ve bütüncül toplumsal oydaşmaya doğru geniş bir kapı açıldı. Kısacası, çok yönlü “karşılıklı müzakerelerle yakınlaşma” (rapprochement) dönemi başladı. Geç olsun da güç olmasın! AYDINLAR/ENTELEKTÜELLER Fakat bu “geçiş dönemi” hayli güç olacak! Kararlı ve sabırlı olmak gerekecek. Zira, toplumsal gidişata yön veren “seçkin entelektüellerin” söylemsel eylemlerini/eylemsel söylemlerini de kesinlikle atlamamak ve yabana atmamak, hatta çok daha dikkatle ayıklamak gerekecek. Çünkü, siyasi yöneticiler isterlerse kendileri ekonomi, siyaset bilim, tarih, hukuk, vb. uzmanı olsunlar, onların da siyasi danışmanları, akıl hocaları ve toplumun kanaat önderleri var. Elbette her iktidar devrinin “gözde” ve her daim egemen seçkinci akademinin “sözde” entelektüelleri var. Esas aktörler onlar; Gramsci’nin “organik aydın/entelektüelleri”! Akademi içinden olana “aydın”, dışından olana “entelektüel” dense ne fark eder? Denmese kaç yazar? Türkiye’de aydın/entelektüel kime denir? Savları hangi aydınlatıcı bilgilere veya sağlam entelektlere dayanır? Türkiye’nin bu sancılı gidişatındaki dünkü ve bugünkü sorumluluk payları nedir? Tüm bunların değerlendirmesini, “eleştirinin eleştirisini” kim yapacak? Hangi ölçütlere göre? Değil genel olarak toplumda, aydın/entelektüellerin kendi aralarında bile eleştiri ve diyalojik tartışma kültürü yok. Her şeyden önce “ortak dil” yok! (bkz [ 1] ) Öyle görünüyor ki, Türkiye’de ne kolektif siyasi iç görü ve öngörü, ne seçkin aydın/entelektüeller, henüz bu toplumun kendi demokratikleşme anlatısında “nereden nereye geçtiğinin” ayırdındalar. O bakımdan da işte, bu yeni süreç hiç de kolay olmayacak. Dolayısıyla ve şimdiden dillere pelesenk olan bu “geçiş döneminde” ilelebet kalınması da olası. Fakat biz bu önemli konuyu da sonraki yazılara bırakalım. Şimdilik ve artık yazının ana, başlık konusuna dönelim. Türkiye’nin manşet meselesine farklı bir kapıdan ve kısa bir giriş yapalım: (Devamı yarın!) [1] Ortak dil. https://daktilo1984.com/forum/ortak-dil/