Toplumda yarattığı dayanışma duygusu ile deprem, Millet İttifakı’nın bile yaratmakta güçlük çektiği kitleler arasındaki ortaklaşmayı sağlayabilecek birliği, toplumsalın yeniden dirilişini, iktidarın ise daha da çözülüşünü tetikleyebilir. 17 Ağustos 1999 depremi, Türkiye’de bir trajedi yaratmıştı; ülkenin siyasal sistemini, yönetsel yapısını ve hukuksal düzenini kapsayan ciddi bir tartışmayı da ateşlemişti? O zaman da tüm depremzedelerde karşılık yaratan bir soruya yanıt oluşturma çabasıyla sivil toplum, ilk kez yine toplumun içinde kendine güçlü bir alan açtı. Soru netti: Nerde bu devlet? Türkiye’deki birey-toplum-devlet ilişkisi kadar bir “siyasal depremi” de tetikleyen ekonomik krizle birleşerek birçok siyasi partiyi tarihe gömen 17 Ağustos’un bir benzerini tekrar yaşıyoruz. 6 Şubat 2023’ten bu yana sadece 4 gün geçse de her şey o kadar benzer ki. Üstelik sanki 17 Ağustos hiç olmamış, yaşanmamış gibi yaşıyoruz her şeyi. Yine çok boyutlu bir bilanço bizi bekliyor. O zaman da bir doğal afetten, toplumsal faciaya dönüşen sürecin siyasal aktörleri, zeminin nasıl ayakları altından kaydığını fark edememişlerdi. Üstelik o zaman ekonomik kriz ve deprem arasında daha uzun bir zaman vardı. Şimdi üst üste gelen biri doğal diğeri iktidar yapımı felaketlerin birleşmesi söz konusu ve buna siyasal rakiplerine yönelik ağır bir tehdit söylemi, hatta ana muhalefet liderine “siz kimsiniz” diye seslenebilen akıl almaz bir de kibir eşlik ediyor. Sürekli “hepinize gününüzü göstereceğim” duygusu veren bir ruh hâlinden, kutuplaştırmanın muhalefet tarafında kalan yurttaşlar da nasibini alıyor. Depremde kurban da olsanız hâlinizden yakınmak, öfkenizi yansıtmak sizi “şerefsiz, namussuz, haysiyetsiz” yapabiliyor. Üstelik “sürtük” hakareti daha herkesin hafızasında canlıyken… Kendinden önce yapılanları adeta yok sayan, ülkedeki her yapılanın ilkini kendi gerçekleştiriyormuş gibi propaganda yapan, güçlü devletin kendisinde ifade bulduğunu ileri süren bir Cumhurbaşkanı, Erdoğan. Maraş depremleriyle aslında toplumun en az yüzde 60’ı ile arasında oluşmuş fay hattının da ağır bir biçimde kırılmış olduğuna yeniden tanık oldu. Bu tanıklık ve belki de ortaya çıkanları kabullenememe hâlinin sonuçlarına bakmalıyız: Derinleşen ekonomik kriz sonrası yaptığı hamleleri boşa düşürebilecek ve toplumsal muhalefeti daha da hareketlendirecek bir deprem bu. Sonucu görmeye sadece 3 ay kaldı. Depremle yine ortaya çıkan, devletin kamusal hizmet yeteneğinin, liyakatli kadroları, kapasitesi ve organizasyon gücünün yetersizliğinin, adeta tükenmiş olduğunun anlaşılmasıdır. Aslında bir kurtarıcı gibi sunulan Cumhurbaşkanlığı Hükümeti Sistemi, ‘6 Şubat Depremleri’yle her şeyi tek adama bağlama rejiminin büyük bir iflasa dönüştüğünü iyice açığa vurmuştur. Bilim insanlarının bas bas bağırdığı, uzun zamandır geliyorum diyen bir deprem, yaşanan hizmet sefaletiyle, tükenmiş, çürümüş devletin kolayca yere serilmesine yol açmıştır. Bütün bunlar ortadayken istediğiniz kadar karizmatik olun, hatta tabanınızla kurduğunuz duygusal bağa güvenin bir sonuç elde edemezsiniz. İnsanlar felaketin devasa boyutu ortaya çıktığı zaman, sorumlusunun kim olduğunu anlamak için çok düşünmeyecekler, aynaya da bakmayacaklar.
İhmalini, ağır kusurlarını asla üstlenmeyen, halkın haklı öfkesine bile onu azarlayarak yanıt veren iktidar, muhalefetin çok bir şey yapmasına gerek kalmadan kendi fotoğrafını kendi kendine oluşturdu. 
Mesele ekonomik krize, dış güçlere, muhalefete bağlanacak bir mesele de değil, 20 yıldır iktidarda olan bir zihniyet var ortada. Her şeyi kendisiyle başlatan, her şeye muktedir olan ve asla bu gücü, pastayı paylaşmayan bir iktidar. Bugün yaşananların sorumlularını anlatan sayısız örnek var: Depremde yerle bir olan Hatay’ın Büyükşehir Belediye Başkanı'nın kısa bir zaman önce depremle ilgili kente yapmak istedikleriyle ilgili röportajda, Hatay'daki kentsel dönüşüm taleplerinin ilgili bakanlık tarafından nasıl geçiştirildiğini dinliyorsunuz. Veya kolayca ulaşabileceğiniz internette bir videoda, yıllarca toplanan deprem vergilerinin yine betona, yola, köprüye nasıl gömüldüğünü, ama deprem önlemleri için harcanmadığını size eski Maliye Bakanı Mehmet Şimşek anlatabilir. Toplumda yarattığı dayanışma duygusu ile deprem, Millet İttifakı’nın bile yaratmakta güçlük çektiği kitleler arasındaki ortaklaşmayı sağlayabilecek birliği, toplumsalın yeniden dirilişini, iktidarın ise daha da çözülüşünü tetikleyebilir. Bunu gören iktidar, deprem sırasında her şeyi merkezden çözmek ve kimseyi bu sürece dahil etmemek için AFAD üzerinden tüm organizasyonu yapmaya, bütün puanları kendi hanesine yazmaya çalışıyor. Ama bu çaba bırakın puanları toplamayı, daha büyük bir maliyete yol açtı. Milyonlarca insan yardımlara çok geç ulaştı, enkaz altında kalanlar ise depremin çok geniş bir alana yayılması ve devasa boyutu yüzünden büyük oranda çıkarılamadı. Binlerce insan enkazlarda yardım beklerken öldü. İhmalini, ağır kusurlarını asla üstlenmeyen, halkın haklı öfkesine bile onu azarlayarak yanıt veren iktidar, muhalefetin çok bir şey yapmasına gerek kalmadan kendi fotoğrafını kendi kendine oluşturdu. Geldiğimiz nokta, demokratik bir yarış içinde, siyasal rakiplerini sadece birer rakip değil, iktidarını elinden olmaya çalışan "düşmanlar" gibi gören ve kendine biat eden seçmen tabanını da buna ikna etmiş bir siyasal yapıdır. Böyle bir yapıda yanlışları denetleyecek ya da uyaracak hiç kimseyi bulamazsınız. Depremzedeler için bile en gerekli olduğu bir dönemde internet yasaklarıyla sansür yasasını uygulamaya koymaktan çekinmeyen iktidar, depremle birlikte tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan yönetme aczinin, kaybetme korkusuyla iyice tetiklendiğini gösteren sert çıkışlar yapıyor. Muhalefeti böylesine devasa bir felakette kendisiyle hizalanmadığı için yine kriminalize etmeye, sorumluluklarını hatırlatmaktan ve yanlışlarını eleştirmekten uzak bir yere taşımaya çalışıyor. Ancak bu kez Kemal Kılıçdaroğlu’nun sert karşı çıkışıyla her zaman işleyen, yaptıklarını/yapmadıklarını meşrulaştıran “birlik-beraberlik görüntüsü” silahı ters tepti.  Bu süreci iyi yöneten, zihin karışıklığından kurtulan ve halka kendini anlatabilen kazanacak. Özellikle birinci turda tek aday, ortak aday formülü muhalefete ezici bir üstünlük sağlayabilir. Ön göremediğimiz olağanüstü hâl uygulamaları vb. ataklarla, şapkadaki yeni “ekonomik” tavşanlarla, dış desteklerle yeniden oyunu kurmaya çalışsa bile Cumhurbaşkanı Erdoğan, hoyratlığıyla dengeyi değiştiremiyor. Küçük ittifak hesapları, sürekli reaktif kampanya dili, kendinden kopanlarla sınırlı hedef kitlesi ve tüm çevresine sinmiş kibirle, 14 Mayıs'ta sandığa gömülme olasılığını hızla artırıyor. Ama en çok milyonlarca yurttaşımıza yeniden sordurduğu “Nerde bu devlet“ sorusuyla…