Mantıklı düşünme süreçlerinde karşılaştığımız bazı problemleri yazımızın birinci bölümünde özetlemiştik (yazının linki aşağıda). Bu bölümde yine düşünme süreçlerinde sıkça karşılaşılan yanıltıcı etkenlere devam ediyoruz. Nedenleri ve sonuçları görmek Saddam Hüseyin yakalandığında Amerika’da ekonomi ajansları şu haberi verirler: “ABD hazine bonoları yükseliyor. Saddam Hüseyin’in yakalanması, terörü engellemeyebilir.” Hemen arkasından yeni bir haber düşer: “ABD hazine bonoları düşüyor. Saddam Hüseyin’in yakalanması, riskli varlıkların cazibesini artırdı.” Görüldüğü gibi aynı olayla ilgili birbirine taban tabana zıt iki ayrı görüş, iki ayrı mantık içerisinde verilebiliyor. Şöyle bir örneğe bakalım: “New York’un kalabalık caddelerinde güzel görüntüleri seyrederek geçirdiği günün ardından Jane, cüzdanının kaybolmuş olduğunu fark etti.” Bu kısa öyküyü okuyan insanlar arasında yapılan bir çalışmada katılımcılar, cümlede yankesici sözcüğünün görüntüler sözcüğünden daha fazla kullanıldığını iddia ediyorlar. Halbuki cümlede görüntüler var ama yankesici diye bir sözcük yok! DOĞRUDAN SONUCA ATLAMA Günlük hayatta bağlamın bütünü, o kapsamdaki herhangi bir bileşeni nasıl yorumlayacağımızı da belirler. Genellikle zihin, kendisine en yakın gelen bir sonuca atlar ve ortadaki belirsizliğin ya da hatanın farkına varmayız. Örneğin “Zeynep, perdeye baktı.” ifadesini duyduğumuzda aklımıza muhtemelen evde penceresindeki perdeye bakan bir kadın görüntüsü gelir. Bu, akla yatkın bir yorumdur ama olası tek açıklama değildir. Eğer elimizde daha önce örneğin “Sinemanın ışıkları söndü.” gibi bir cümlemiz olsaydı, bu kez aklımıza bambaşka bir senaryo gelmiş olacaktı. Birincil Sistem kolay aldanır ve inanmaya eğilimlidir. İkincil Sistem ise kuşkulanmaktan ve inanmamaktan sorumludur. Bu nedenle eğer Birincil Sistemin eksik ve yanlışlarından kurtulmak istiyorsak İkincil Sistemin sürekli canlı ve ayakta olması gerekir. ABARTILI DUYGUSAL TUTARLILIK VE HALE ETKİSİ Eğer bir siyasi liderin politikalarını beğeniyorsanız muhtemelen sesini ve dış görünüşünü de beğeniyorsunuzdur. Bir kişinin -gözlemlemediğimiz şeyler dahil- her şeyini beğenme (veya beğenmeme) eğilimi, hale etkisi olarak bilinir. Örneğin; Alfred: zeki-çalışkan-fevri-eleştirel-inatçı-kıskanç Bernard: kıskanç-inatçı-eleştirel-fevri-çalışkan-zeki
İnsanların değerlendirmeleri, mevcut bilgiden kurmayı becerdikleri öykünün tutarlılığına bağlıysa bu durumda iyi bir öykü için gerekli olan tek şey, eldeki bilginin tutarlılığı oluyor; bilginin tam ve eksiksiz olması değil.
Eğer çoğunluk gibiyseniz, Alfred’e Bernard’a göre daha olumlu bakarsınız. Listedeki kişilik özellikleri bütünüyle aynı olmasına ve yalnızca sıralama farklı olmasına karşın ilk kişilik özellikleri, sonradan gelenlerin anlamını değiştiriyor. Zeki bir kişinin inatçılığı haklı görülebilir ama kıskanç ve inatçı birinin zekası, onu daha tehlikeli yapar. GÖRDÜĞÜN NEYSE HEPSİ ODUR (GNHO) YANILSAMASI Birincil Sistem için başarının ölçütü, yaratmayı becerdiği öykünün tutarlılığı ile ilintilidir. Öykünün dayandığı verilerin niteliği, niceliği, doğruluğu, geçerliliği vb. özelliklerin önemi yoktur. Şu örneğe bakalım: “X iyi bir lider olacak mı? X, zeki ve güçlü, …” Aklımıza hemen gelen yanıt, evet oldu. Elimizdeki çok sınırlı bilgiye dayanarak hemen bir sonuca vardık ama aceleci davrandık. Ya arkadan gelen iki sıfat yozlaşmış ve acımasız olsaydı, yine aynı şekilde mi düşünecektik? İnsanların değerlendirmeleri, mevcut bilgiden kurmayı becerdikleri öykünün tutarlılığına bağlıysa bu durumda iyi bir öykü için gerekli olan tek şey, eldeki bilginin tutarlılığı oluyor; bilginin tam ve eksiksiz olması değil. Hatta ilginçtir, çoğu kez az şey bilmek, bildiğimiz her şeyi tutarlı bir kalıba sokmayı daha da kolaylaştırır. Dolayısıyla çok şey bilmesine gerek kalmadan bol bol inanç, düşünce ve fikir geliştirip hatta bir ömür boyu onun peşinden koşup, onun için insan öldürüp, dünyayı yakıp yıkan insanlar ortaya çıkabilir. TESADÜFLERİN ETKİSİ Zihnimiz olayların çoğunda -göstermelik de olsa- bir nedensellik arar ve tesadüflere inanma konusunda genellikle isteksizdir. Ancak bu yaklaşım ciddi hatalara yol açabilir. Örneğin bir hastanede art arda doğan altı bebeğin cinsiyetini (Erkek/Kadın) ele alalım:
  • EEEKKK
  • KKKKKK
  • EKEEKE
Soru şu: Sıralamalar eşit derecede olası mıdır? Sezgisel yanıt, “tabii ki hayır!” diyecektir. Ancak bu yorum yanlıştır. Olaylar tamamen bağımsız ve E/K olma olasılığı %50 olarak değerlendirilirse her üç sıralamanın gerçekten de olabileceği görülür. Dolayısıyla zihnimiz her olayda mutlaka bir nedensellik ararken bizi yanlış bir değerlendirmeye doğru yönlendirebilir. ÇIPALAMA Bilinmeyen bir niceliği tahmin etmeden önce belirli bir değeri dikkate aldığımızda tahminlerimiz genellikle dikkate aldığımız bu değerlerin (çıpa) etkisinde kalır. Örneğin:
  • Birinci soru: Gandi öldüğünde 114 yaşından yaşlı mıydı genç miydi?
  • İkinci soru: Gandi kaç yaşında öldü?
Gandhi’nin 114 yaşında öldüğüne inanmadığımız hâlde çağrışımsal mekanizmamız, oldukça yaşlı birisi olarak öldüğü izlenimi yaratır ve tahminimiz -birinci soru olmadığı duruma göre-etkilenir.
Kararımıza çok güvenme ve kendimizden emin olma, genellikle bir yargının doğruluğuna ilişkin kötü bir göstergedir. Dolayısıyla bir şeyden ne kadar çok eminsek o konuyla ilgili o kadar yanlış yapma olasılığımız vardır.
Düşünce ve davranışlarımız hiç dikkate almadığımız, hatta farkında bile olmadığımız uyaranların etkisi altındadır. Bu nedenle önemli bir karar vereceksek ortada bir çıpalama (ve başka diğer etkenlerin) etkisinin olabileceğini ve bu etkiye karşı koymak için harekete geçmemiz gerektiğini göz ardı etmememiz gerekir. TEMSİL Bir konuyla ilgili karar verme durumundaysak öncelikle o kategoriye ait yaşanmış örnekleri akımıza getiririz ve o örneklerin yaygın olduğu sonucuna vararak bir genellemeye gideriz. Örneğin yakın zamanda bir uçak kazası olduğunda bir anda herkes bu konuya dikkat kesilir ve eğer bir yoluculuğa çıkma planı varsa muhtemelen uçak yerine otobüs ya da treni tercih eder. Fakat bir zaman sonra her şey normale döner ve tekrar uçak kullanmaya başlanır. Aslında risklerde herhangi bir değişiklik olmamasına karşın biz farklı değerlendiririz. Normalde genel risk açısından otobüs ya da trenlerde daha çok kaza olsa bile yakın zamanda oluşan tek bir uçak kazası hepsinden daha riskliymiş gibi bir algıya yol açabilir. ANLAMA YANILSAMALARI İnsanların ikna edici buldukları açıklayıcı öyküler aslında genelde basittir. Soyut değil somuttur; yeteneğe, aptallığa ve niyetlere şanstan çok daha büyük bir rol atfeder ve meydana gelemeyen sayısız olay yerine gerçekleşmiş olan birkaç çarpıcı olaya odaklanırlar. İyi insanlar sadece iyi şeyler yaparlar ve kötü insanlar tamamen kötüdür, gibi. Örneğin, “Hitler, köpekleri ve çocukları severdi” cümlesi, genellikle duyan herkeste bir şok etkisi yapar. Çünkü bu kadar kötü bir insandan herhangi bir iyilik emaresi beklenmez. Tutarsızlıklar, düşüncelerimizin rahatlığını ve duygularımızın berraklığını azaltır. Halbuki hayat; tutarsızlıklar, çelişkiler, çatışmalar, yanlışlar, hatalar ile doludur. Dolayısıyla bizlere de düşen, iyinin içindeki kötüyü, kötünün içindeki iyiyi, tutarlının içindeki çelişkiyi, çelişkili olandaki tutarlılığı vs. görmek ve değerlendirmelerimizi buna göre yapmaktır. Çoğu zaman mantık yürütürken kullandığımız delillerin miktarı ve kalitesi pek önemli olmaz çünkü zayıf delillerden de çok iyi öyküler ortaya çıkarılabilir. En önemli inançlarımızın bazıları için sevdiğimiz ve güvendiğimiz insanların bu inançlara sahip olmaları dışında elimizde hiçbir kanıt yoktur. Ne kadar az şey bildiğimizi düşünürsek, inançlarımıza duyduğumuz güvenin ne kadar mantıksız ve ne kadar da tehlikeli olduğunu anlayabiliriz. Cehaletimizi görmezden gelme yeteneğimizin sınırı yoktur. Bir kararın kalitesini, karar alma sürecinin sağlıklı olup olmadığına göre belirlemek gerekir. Sonucunun iyi ya da kötü olmasına göre yapılan değerlendirmeler genellikle yanıltıcıdır. Kararımıza çok güvenme ve kendimizden emin olma, genellikle bir yargının doğruluğuna ilişkin kötü bir göstergedir. Dolayısıyla bir şeyden ne kadar çok eminsek o konuyla ilgili o kadar yanlış yapma olasılığımız vardır. ÖZETİN ÖZETİ Gördüğümüz gibi zihnimiz genellikle çok da akılcı bir şekilde çalışmıyor ve bizi zaman zaman yanlış kararlara yönlendirebiliyor. Aslında beynimiz bu şekilde yanlış, hatalı ve sorunlu çeşitli düşünce, fikir, inanç, görüşlerle vb. dolu. Dolayısıyla benim başta bu satırların yazarı olmak üzere bütün okuyuculara naçizane önerim; lütfen hiçbir fikir, düşünce, inanç, görüş ve ideolojinin esiri olmayınız. En başta en çok inandığınız, en çok güvendiğiniz, en doğru kabul ettikleriniz olmak üzere bütün düşünce, görüş, inanç ve değerlendirmelerinizi sorgulayınız. Ve yanlış olanları değiştirmeyi, düzeltmeyi, onlardan vazgeçmeyi, onları aşıp geride bırakmayı öğreniniz. Düşüncelerimiz, görüşlerimiz, inançlarımız, fikirlerimiz; yere, zamana, koşula, bağlama göre değişebilen -ve hatta mutlaka değişmesi gereken- şeylerdir. Onlara âşık olmayınız. Yanlış, eksik, hatalı oldukları yerde düzeltmekten, değiştirmekten, değişmemekte ısrar ediyorlarsa da onlardan vazgeçmekten, kurtulmaktan çekinmeyiniz. Herkese bol mantıklı günler diliyorum. --- Yazının ilk bölümü: Mantıklı Düşünmeyi Ne Zaman Öğreneceğiz? (I)