Türkiye’nin en temel sorunu nedir?
M. Cem Özmen
Bu soruya birçok açıdan çok çeşitli cevaplar verilebilir kuşkusuz. İşsizlik, eğitim, hukuk, yolsuzluk, basın, bilim-teknoloji, Kürt sorunu, toplumsal kutuplaşma, vd. hangi açıdan baktığına bağlı olarak herkesin farklı bir yanıtı olabilir. Özellikle içinde bulunduğumuz şu dönemde her türlü konunun bir şekilde siyaset ile ilişkili olduğunu da düşünürsek benim bu soruya ilişkin cevabım, Türkiye’nin aşırı merkezileşmiş yapısıdır, diyebilirim. Bence aklımıza gelen ve gelmeyen her türlü sorun, bu kadar büyük bir ülkenin tek bir merkezden/şehirden yönetilmeye çalışılmasından kaynaklanıyor.
Bugün ülkemizde herhangi bir yerleşim birimindeki bir öğretmen, hemşire, doktor, polis vd. kamu görevlisi, yan mahalleye (hatta sokağın karşısına) tayin olacak olsa, tüm işlemleri Ankara’dan yapılıyor. Ülkedeki her bir konu; binlerce, milyonlarca işlem, öncelikle Ankara’ya geliyor, burada toplanıyor ve sonra devasa bir devlet aygıtı içerisinde çözüm üretilmeye çalışılıyor. Bu kadar karmaşık ve dolaylı süreçlerin sonucunda verimli, şeffaf, hesap verilebilir bir kamu hizmeti üretilmesi mümkün olabilir mi?
Örneğin bugün bulunduğu şehirde, ilçede veya köyde almış olduğu güvenlik, sağlık, eğitim, vd. hizmetlerden memnun olmayan birçok insan olduğunu biliyoruz, görüyoruz. Bu sorunlar yıllarca devam ediyor ve hizmetlerin iyileştirilmesine yönelik hızlı ve etkin bir çözüm üretilemiyor. Buna karşın bu kişilerin yapabileceği bir şey var mı? En fazla bir ilgili kamu görevlisini bir şekilde Ankara’da bir yerlere şikayet edebilirler, ama o kadar uzaktan o şikayetin de etkin ve adaletli bir şekilde karara bağlanması, verilen kamu hizmetinin kalitesinin hızlı bir şekilde artırılması mümkün olmuyor. Özellikle de şikayete konu olan kamu görevlisini oralarda koruyan birileri varsa zaten daha da fazla yapacak bir şey yok gibi görünüyor.
Her zaman verdiğim bir örnek var: ABD başkanlık seçim sürecinde bizim gibi ülkelerin insanları ABD vatandaşlarından daha çok ilgilenir konuyla ya. Uzun yıllardır ABD.de yaşayan bir arkadaşıma sormuştum: “Başkan’ın kim olacağı gerçekten sizin için önemsiz mi? Biz burada daha çok ilgileniyoruz ABD Başkanının kim olacağıyla. Siz neden ilgisizsiniz?” diye. O da şöyle cevap vermişti: “Bizim verdiğimiz verginin %50’si örneğin yaşadığımız şehir olan Chicago’da, %45’i ise bulunduğumuz İllinois eyaletinde kalıyor. Vergimizin sadece %5’i Washington’a gidiyor. Başkan kim olursa olsun biz yerelde alacağımız hizmetlerin de ödediğimiz vergilerin de denetimini yapabiliyoruz. Dolayısıyla başkanlık seçimi, bizim yaşantımız için çok az bir önem taşıyor. Çoğu açıdan sizi daha çok ilgilendiriyor olabilir.”
Benzer şekilde bizde de yerel yönetimlerin güçlendiği, her türlü kamu hizmetinin yerelden yönetildiği bir işleyiş düşünelim. Yerel meclisinden, bütçesine, eğitim hizmetinden güvenliğe, sağlıktan altyapı hizmetlerine kadar tüm faaliyetlerin yerelden -ve hizmeti alanlara en yakın bir yerden- yönetildiği bir sistemde her şey çok daha erişilebilir, kontrol edilebilir, hesap sorulabilir durumda olur. Bugün bile insanlar çoğunlukla belediyelerden aldıkları hizmetlere yönelik denetleme faaliyetlerinin merkezi yönetimden aldıklarına göre çok daha fazla olduğuna inanıyor, yerelde hesap sorma şanslarının merkeze göre çok daha fazla olduğunu biliyor. Özellikle yerel yönetimlerin güçlenmesiyle bütçenin %95’inin yerelden yönetildiği, dolayısıyla her türlü denetime açık olduğu yapılarda zaten şeffaf bir yapı oluşur; yolsuzluk, liyakatsizlik, israf vs. durumlar da en aza iner.
Yine bugün vatandaşın yönetime katılamadığını, en fazla beş yılda bir yapılan seçimlerde oy kullanabildiğini, onun da merkezi yönetimler tarafından yürütülen faaliyetlere yönelik etkin bir gözlem ve denetleme mekanizması kurmak için yeterli olmadığını biliyoruz. Buna karşın ülkemizde siyasete girmeye, milletvekili, bakan vs. olmaya gönüllü çok sayıda insan var. Bunlar, bu makamlar için kendilerini parçalıyorlar. Örneğin zaman zaman bir milletvekili adaylığı için çok ciddi rakamlarla bağış beklendiğini duyuyoruz. Bu noktada aklıma şöyle bir soru geliyor: Bütçenin bu kadar merkezi olmadığı, ülkenin bütün gelirlerinin devasa bir havuzda toplanmadığı, yerele yayıldığı, her türlü şeffaflığın, hesap verebilirliğin ve etkinliğin yerelde sağlandığı koşullarda insanlar politikacı olmak için bu kadar çırpınırlar mı? Böyle bir işleyişte insanlar neden milletvekili, başbakan, cumhurbaşkanı olmak istesinler? Özellikle bu şekilde şeffaflığın ve etkin bütçe yönetiminin sağlandığı koşullarda politikacı olacak insanı mumla arayacağımızdan emin olabiliriz sanki. Bugün Avrupa ülkelerinin çoğunda insanlar başbakanlarının isimlerini bile bilmiyorlar. Çünkü politikacılar göreve geliyorlar, kısa süreler kalıyorlar, sonra gidiyorlar. İsimlerini akıllarında tutup da belleklerinde boşu boşuna yer işgal etmeye gerek bile duymuyor insanlar.
Zaman zaman karşılaşıyoruz. Benim anımsadığım en son örnekte Belçika’da seçimlerden sonra yaklaşık iki yıl boyunca federal hükümet kurulamamıştı. Hükümetsiz yaşam devam edebilir mi? İlginç ama evet, edebilir. Nitekim iki yıl boyunca hayat gayet de güzel bir şekilde devam etti. Çünkü yerel yönetimler güçlü olduğu, eyalet sistemi bulunduğu için her türlü hizmet zaten yerel düzeyde sağlanmaya devam ediyor. Federal düzeyde Belçika başbakanının olup olmamasının normal hayatta herhangi bir etkisi olmuyor.
Yine çok sık tartışılan bir konu da bizim gibi ülkelerdeki seçimlere katılım oranının yüksekliği. Bunun vatandaşlık görevi (hakkı bile değil, görevi!) olduğunu düşünür, dolayısıyla vatandaşlık bilincimizin ne kadar yüksek olduğuyla övünürüz. Seçimlere katılım oranlarının düşük olduğu Avrupa ülkeleriyle de dalga geçeriz, yeterli bilinç ve duyarlılıkta değiller diye. Halbuki aslında hayat gayet güzel bir şekilde organize edilip yönetildikten sonra seçimlere ne gerek var ki? Seçimlere yönelik ilginin az olması, hayatın akışının normal olduğunu, seçimlerle ciddi bir alt üst oluşun yaşanmayacağını gösterir. Bu da sistemlerin oturmuş ve işlediğine işarettir ki zaten batı ülkelerinin bu anlamda dünyanın geri kalanı için cazibe merkezi olmasının en önemli nedenlerinden birisi bu etkin, verimli ve şeffaf düzendir. Dolayısıyla genel olarak ülkelerin gelişmişlik düzeyiyle seçimlere katılım düzeyi arasında ters bir orantı olduğunu bile söyleyebiliriz.
Bugün ülkemizde çeşitli inançlara, yaşam biçimlerine, siyasi görüşlere sahip çok sayıda vatandaşımız bulunuyor. Her türlü bölgesel, kültürel, toplumsal, dinsel vd. farklılığı yok sayıp herkes için ve her soruna aynı Aspirin’i sunmak, hiçbir şekilde sorunların çözümü için yeterli olamıyor ne yazık ki. Her türlü soruna, talebe ve ihtiyaca, mümkün olan en yakın noktadan yaklaşmak ve çözüm üretmek gerekir. Her yere ve herkese tek bir noktadan (Ankara’dan) bakarak çözüm bulmak mümkün değildir. İzmir’in sorunları İzmir’den, Trabzon’un sorunları Trabzon’dan, Malatya’nın sorunları Malatya’dan daha iyi görülür, analiz edilir ve çözüm üretilir. Her bir şehrimizdeki her bir vatandaşımız da yakından gördüğü hizmeti aktif bir şekilde değerlendirir, beğeniyorsa destekler, beğenmiyorsa da eleştirerek düzeltilmesini sağlar. O da olmuyorsa daha iyi hizmet sunacak olanları göreve getirir.
Bu nedenle yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, uygun bölgeler için eyalet sisteminin oluşturulması, Ankara’nın yalnızca bu bölgeler/eyaletler arası koordinasyon ve ortak hizmetler (dış güvenlik vs.) konularında çalışması, tüm vatandaşlara çok daha etkin bir kamu hizmetinin ulaştırılmasını sağlayacaktır. Bu konuyla ilgili başta Avrupa olmak üzere ABD, Kanada hatta Hindistan dahil dünyada birçok örnek bulunmaktadır. Bunlar özgür ve yapıcı bir anlayışla incelendikten sonra Türkiye için en uygun model oluşturulabilir ve hızla hayata geçirilebilir.
Sonuç
İnsanca yaşam hepimizin hakkı. Ağır bir seçim sürecinden çıktık. Kaç zamandır yaşadığımız gerginliğin, kaygının, güvensizliğin haddi hesabı yok. Bir ülke dolusu insan, aylardır yemeden içmeden kesildi, seçim sonuçları ne olacak diye düşünmekten helak oldu. Aklı başında bir ülkede böyle bir şey olabilir mi? Seçim, insanları daha mutlu etmek için kullanılması gereken bir araçtır. Bizim örneğimizdeki gibi hayatımızı alt üst eden bir şey olmamalı. Bu merkezi yapımız devam ettiği sürece her seçimimizin böyle -ve hatta giderek artan bir şekilde- kaygı, gerginlik ve güvensizlik üreteceğinden emin olabiliriz. Ayrıca sorunlarımızın da bu merkezi yapıdan dolayı çözülemeyeceğinden ve çözülmek istenmeyeceğinden de emin olabiliriz. Rahat ve huzurlu bir hayat yaşayabilmek hatta seçimin olup olmadığının bile farkında olmayacağımız şekilde kamu hizmetlerinin kalite ve sürekliliğini garanti altına alabilmek için eninde sonunda bu hizmetlerin yerel yönetimler tarafından verildiği, merkezi yetkilerin yerele yayıldığı, daha federatif bir yapıya geçmemiz gerektiğini düşünüyorum. Keşke bizim de başbakanımızın yıllarca seçilmesine gerek kalmasa ve keşke bizde de seçimlere katılım oranları %30-40 -ve hatta daha düşük- düzeylerde olsa…
Yorumlar