Çocuklara saygı duyuyor muyuz?
M. Cem Özmen
Hem çocuğumuzun mutlu olması, hem diğer insanlarla barış içinde güzel ilişkiler geliştirmesi, hem insanca bir yaşamı hak ettiğine inanması, hem de gerçekten insanca bir ülkede ve dünyada yaşaması için çocuklarımızı ‘koşulsuz’ olarak sevmeli ve ‘koşulsuz’ olarak değerli olduklarını hissettirmeliyiz.
Kısa cevap: Duymuyoruz. Ya da “Genellikle duymuyoruz.” mu demek gerekir acaba?
Gerçek hayatta çoğu çocuğun (muhtemelen çocukken bizlerin de) karşılaştığı davranışlara baktığımızda çocukların gereksinim ve tercihlerine genellikle saygı duyulmadığını görüyoruz. Hatta çoğu insan -söylemde farklı bile olsa- gerçekte çocuklar saygıyı büyükler kadar hak etmiyormuş gibi davranıyor.
Gerçekten de toplumda çocuklara değer veriliyor mu? Çevremize baktığımızda yalnızca ergenlere ve gençlere değil, çocuklara karşı da şaşırtıcı düzeyde düşmanlık olarak tanımlanabilecek tutumların var olduğunu görüyoruz. İnsanların çoğu, genellikle çocukların yaptıklarını onaylamadıklarını söylüyor ve onları tembel, sorumsuz veya düşüncesiz buluyor. Hatta zaman zaman yeni kuşakların çok şımartıldığı, hayatın kötüye gittiği, kayıp kuşak oldukları iddia edilir. Ancak ilginçtir ki dünyada gelmiş geçmiş tüm kuşaklar için benzer söylemlerle karşılaşılmıştır. İnsanların çocuklara ve gençlere olan saygısızlığı ve öfkesi nedense hiç bitmiyor. Kendileri de çocuk ve genç olmuş insanların…
Saygı istisnasız herkesin hakkıdır. Çocuklar saygı gördüklerini hissederlerse kendileri de başkalarına saygı gösterirler.
Saygı ne demektir? Ya da çocuğa saygı nasıl duyulur?
Saygı, çocuğun yapacağı seçimlerin ve benimseyeceği değerlerin bizimkilerden farklı olabileceğini kabul etmek demektir.
Çocuklara saygı göstermek, örneğin onların bazı konularda bizden daha bilgili olduklarını kabul etmek demektir. Ne zaman aç ve uykusuz olduklarını, kendi hayallerini ve hedeflerini, arkadaşlarıyla ilişkilerini, kimi sevip sevmediklerini, neye değer verip vermediklerini büyüklerden daha iyi bilirler. Koşullar ne olursa olsun sırf daha büyüğüz diye çocukları kendilerinden daha iyi tanıdığımızı veya anladığımızı iddia etmek çok yerinde bir davranış olmasa gerek.
Şu soru bile başlı başına durumun ne olduğunu gösteriyor aslında: Neden sürekli çocukların eylemlerini değerlendirme, yargılama ve onları kendi istediğimiz şekle sokma ihtiyacı duyuyoruz? Saygı, sürekli onları yargılama hakkını kendimizde görmemek demektir.
Çocuklara değer veriyorsak onları ciddiye almamız gerekir. Bu da onları duyguları, arzuları ve ihtiyaçları olan kişiler olarak görmek ve bu doğrultuda hareket etmek demektir. Bir çocuğun seçimleri her zaman hayata geçemeyebilir ancak her zaman göz önünde bulundurulması gerekir. Çocukları bizimkilerden çok farklı kaygı ve korkulara ve kendine özgü bir bakış açısına sahip, mantıklı birer birey olarak görmek çok önemlidir ve onlara duyulan saygının en temel göstergesidir.
Çocuklar neye gereksinim duyarlar?
Bu sorunun cevabını en iyi çocuklar bilir. Onun için onlarla konuşmalı, onlara sormalı, onları dinlemeli ve fikirlerine saygı duymayı öğrenmeliyiz.
Bağırmanın daha iyisi söylemektir. Söylemenin daha iyisi açıklamaktır. Açıklamanın daha iyisi tartışmaktır. Fikirleri anlamanın tek yolu, onların mantığını kavramaktan geçer.
İnsan kendi bakış açısında ne kadar sıkışıp kalırsa, zor kullanmaya ve işleri daha da güçleştirmeye o kadar yatkın olur.
Nasıl bir çocuk istiyoruz?
Çocuklarımızın büyüdüklerinde nasıl insanlar olmasını istiyoruz? Kendilerine güvenen, özgür düşünebilen, sağlıklı bireyler mi? Yoksa hep birilerine bağlı yaşayan, başkalarının elinde oyuncak olma potansiyeli taşıyan, kendine güvensiz insanlar mı? Çocuklarımızın nasıl insanlar olacağı, büyük ölçüde bizim çocuk yetiştirme sürecindeki yaklaşımımıza bağlıdır.
Eğer çocuğun “başkalarına ait fikirlerin kurbanı” olmasını istemiyorsak onu “tüm fikirleri, hatta büyüklerin fikirlerini bile sorgulayacak” biçimde yetiştirmemiz gereklidir. Eğer çocukları evde itaate zorlarsak sonuçta dışarıda da sürekli itaat eden bireylere dönüşeceklerdir. Buna karşın çocukların kendilerine yeten ama başkalarını da umursayan ve aynı zamanda özgüvenli ama sınırlarını da kabul eden bireyler olmalarına yardımcı olabiliriz.
Ancak ne yazık ki insanların çoğu için çocukların yaratıcı, çevreyi umursayan ve merak eden insanlar olmaları değil, yalnızca uslu durmaları daha önem taşıyor. Hatta insanlar, genellikle bir çocuğun otoriteye boyun eğmesinin kendi düşüncelerini ifade etmesinden daha önemli olduğunu düşünebiliyorlar. Yani kendilerine fazla sorun çıkarmayan çocukları ‘iyi çocuk’ olarak kabul ediyorlar.
Buna karşın biliyoruz ki bir çocuğu en iyi şekilde büyütmenin temel koşulu bize sorun çıkarmaması değildir.
Eğitim ve insan davranışları konusunda çeşitli çalışmaları bulunan Alfie Kohn, Koşulsuz Ebeveynlik* adlı kitabında bu konuyla ilgili çok çarpıcı bir ifade kullanıyor: “Genel olarak çocuk yetiştirmenin işinize gelmeyecek pek çok yönü vardır, özellikle de iyi yapmak istiyorsanız. Eğer boş zamanınızdan fedakârlık etmeye hiç niyetli değilseniz ve evinizin sürekli sessiz, sakin ve temiz kalmasını istiyorsanız belki de çocuk yerine balık yetiştirmeyi düşünebilirsiniz.”
Koşullu sevgi vs. koşulsuz sevgi
Alfie Kohn, kitabında genel olarak iki farklı ebeveyn sevgisi türü olduğunu iddia ediyor: Çocukları ne yaptıklarına göre sevmek ile kim olduklarına göre sevmek. Bunlardan ilkini koşullu sevgi olarak tanımlıyor. Buna göre çocuklar, büyüklerin istedikleri şekilde davranırlarsa sevgiyi hak ederler. İkinci sevgiyi ise koşulsuz sevgi olarak nitelendiriyor: Bu tür sevgi, çocukların nasıl davrandığına, ne kadar başarılı olduğuna, ne kadar terbiyeli durduğuna veya benzeri ölçütlere bağlı değildir. Bu tür sevgide çocuklar onayımızı ve beğenimizi kazanmak zorunda da değillerdir. Yaşamımızı kolaylaştırdıkları (örneğin dökmeden yemek yedikleri) için değil, onları ne olursa olsun, hatta “elle tutulur bir neden olmadan da” sevmemiz gereklidir.
Çocukların gerçekte gereksinim duyduğu şey, koşullara bağlanmamış bir sevgi ve değerli olma hissidir. Buna göre kişinin ebeveynlerinden sevgi görmesi için bir bedel veya ücret ödemesi gerekmemelidir. Ebeveyn sevgisi bir lütuf, bir armağandır. Tüm çocukların buna sahip olma hakları vardır.
Ebeveynlerin temel görevi
Ebeveynlerin temel görevi, çocuklar için sağlıklı ve güvenli bir ortam yaratmak, rehberlik etmek ve sınırlar belirlemektir denebilir. Dolayısıyla buradaki asıl soru “Çocuğumun söz dinlemesini nasıl sağlarım?” değil, “Çocuğum nelere gereksinim duyuyor ve bu ihtiyaçları nasıl sağlarım?” olmalıdır.
Çocuk gereksinimlerini ifade edebiliyorsa bunları dinlemek, bunları ifade edemeyecek (hatta anlayamayacak) durumdaysa da ipuçlarını bir araya getirerek ne olduğunu anlamak aslında ebeveynin görevidir.
Yine çocukların duygu ve ihtiyaçlarını ebeveynlerine açılabilecek kadar kendilerini güvende hissedip hissetmedikleri çok kritik bir konudur. Büyüklerin işi o güveni yaratmak, yargılamadan dinlemek ve yaptıkları yüzünden başlarının belaya girmeyeceğini bilmelerini sağlamaktır.
Dolayısıyla Kohn’a göre çocukların davranışlarından hiç memnun kalmadığımız durumlarda bile sevgimizi göstermenin bir yolunu bulmak zorundayız.
Onları her zaman ve her koşulda kabul ettiğimizi, sevdiğimizi, ne hissedersek hissedelim ve ne yaparlarsa yapsınlar kabulümüzün hiç değişmeden kalacağını açıkça ifade etmemiz çok önemlidir.
Çabalarımız çocuklar tarafından anlaşılmıyor veya takdir edilmiyor gibi görünse bile koşulsuz sevgi göstermeyi sürdürmek gerekir.
Eğer çocuğumuz, sırf onu gördüğümüz için mutlu olduğumuzu bilirse bu durum ona koşulsuz sevildiği duygusunu verecektir. Ama onun yanındayken üzerimizde bir olumsuzluk varsa (kendi suçu olduğunu düşünebileceği kötü bir ruh hali, gerginlik veya sıkıntıyla iç çekme) koşulsuz bir şekilde sevildiğini hissetmeyecektir.
Çocuğun kararı mı? Bizim kararımız mı?
Çocuklara saygı duyuyorsak onlarla ilgili konularda son kararı olabildiğince kendilerine bırakmak gerekir. Bu nedenle çocuklarla daha küçüklükten başlayarak güvene dayalı bir ilişki kurmak ve kararlar alınırken görüşlerine başvurmak çok önemlidir.
Aslında temel sorun, çocuklar için getirilen kural ve sınırların gerekli olup olmadığı değil, bunları kimin koyduğudur: Yalnızca yetişkinler mi yoksa çocuklarla birlikte yetişkinler mi?
Gerçek özerklik, çocukların önlerine konan seçeneklerden birini seçmelerinden değil, o seçenekleri kendi başlarına oluşturmalarından doğar.
Her şeyi çocukların gözünden görmeye ve değerlendirmeye çalışmak ve bu bakış açısını sözlerimize de yansıtmak çok önemlidir.
Unutulmamalıdır ki çocuklar, nasıl insan olunacağını bizden öğrenirler.
Çocuklarımızı nasıl yetiştirmeliyiz ki büyüyünce mutlu insanlar olsunlar?
Daha önemli soru ise: Çocuklarımızı nasıl yetiştirmeliyiz ki büyüyünce diğer insanların mutluluğunu da düşünen bireyler olsunlar?
Bunun için çocuklar güvenli bağlanma, saygı, şefkat ve ilgiye gereksinim duyarlar. Dolayısıyla çocukların gereksinimlerini anlamak, görüşlerini almak, konunun iyice anlaşılmasını kolaylaştıran sorular sormak, farklı yollarla konuyu yeniden açıklamak ve neyin ne kadar anlaşıldığına bakmak suretiyle onları desteklemek ve teşvik etmek gerekir.
Çocukların görüşlerine katılmadığımız durumlarda bile savını daha ayrıntılı bir şekilde dile getirmesini sağlamak önemlidir. Hatta onların bakış açısına göre mümkün olan en iyi savı bizim dile getirmemiz, çocuklara saygının bir gereğidir. Kendi savlarımızı kabul ettirmek için şiddetli biçimde tartışmaktan ve onları kendi kurduğumuz mantıkla ezmekten kaçınmak gerekir. Unutmayalım ki amacımız istediğimizi yaptırmak değildir. Tam tersine çocuğumuzun savlarını daha ikna edici biçimde ortaya koymasını (ve ciddiye alınmak için bizim kadar iyi tartışmak zorunda olmadığını bilmesini) sağlamaktır. Kısacası ebeveyn olarak başarmak istediğimiz, saygıyı koruduğu sürece çocuğun bize ‘cevap vermesi’ ve bu konuda gittikçe ustalaşmasıdır.
Özetlersek, bugün dünyada yaşadığımız sorunların her birisinin en temelinde insanların çocukluklarında yeterince sevgi, saygı ve değer görmemiş olması yatıyor. Bu nedenle hem çocuğumuzun mutlu olması, hem diğer insanlarla barış içinde güzel ilişkiler geliştirmesi, hem insanca bir yaşamı hak ettiğine inanması, hem de gerçekten insanca bir ülkede ve dünyada yaşaması için çocuklarımızı ‘koşulsuz’ olarak sevmeli ve ‘koşulsuz’ olarak değerli olduklarını hissettirmeliyiz.
Halil Cibran’ın dediği gibi: Çocuklara sevginizi verebilirsiniz, düşüncelerinizi değil.
Azıcık insanlık bu dünyadaki tüm kurallardan daha değerlidir. – Jean Piaget
---
*Koşulsuz Ebeveynlik, Alfie Kohn, Görünmez Adam Yayınları, İlk baskı: 2015, Çev: Yiğit Ataman
Yorumlar