Biz mantıklı düşünüyoruz, sen kendi derdine yan da diyebilirsiniz tabii, haklısınız. Ancak yine de biliyoruz ki günlük hayatta verdiğimiz kararların, değerlendirmelerimizin çoğunun mantıkla çok ilişkisi yok. Olsaydı dünya ve ülke olarak bu halde olur muyduk?
Hatta en bilinen atasözlerimizden birisidir: Akılları pazara çıkarmışlar, herkes yine kendi aklını almış.
Bu konulara kafa yoran insanlardan birisi de 2002 yılında ekonomi bilimleri alanında Nobel Ödülü de almış olan psikolog ve ekonomist Daniel Kahneman. Yakın zamanda kendisinin “Hızlı ve Yavaş Düşünme”
* adlı kitabını okudum. Bu yazıda bu kitabın da ışığında genel olarak karar verme mekanizmalarımız ve özellikle değerlendirmelerimizi yaparken zihnimizin düştüğü yanılgılarla ilgili konuları tartışmaya çalışacağım.
BİRİNCİL VE İKİNCİL SİSTEMLER
İsterseniz kitapta verilen örneklerden birisiyle başlayalım:
17 x 24 ?
Böyle bir ifadeyi gördüğümüzde bunun bir çarpma işlemi olduğunu ancak kafamızdan sonucu bulmanın da hemen kolay olmadığı anlıyoruz. Bunun yanında elimize kağıt kalem almadan da olası sonuçların sınırları hakkında bazı sezgisel fikirlerimiz de oluşuyor. Sonucun 123 ya da 12,609 olamayacağını çabucak fark ediyoruz. Ancak problemi çözmek için biraz zaman ayırmadan sonucun örneğin 568 olmadığından da emin olamıyoruz. (Yanıt 408 bu arada.)
Düşünce çalışmaları kapsamında bu şekilde otomatik olarak kestirmeden cevaplama ile uzun düşünme ve yoğunlaşma gerektiren işlemlere yönelik zihin süreçleriyle ilgili olarak çeşitli isimlendirmeler yapılmıştır. Bunlar arasında en bilinenleri, birincil ve ikincil sistem tanımlamalarıdır.
Birincil Sistem; otomatik olarak hızlı işleyen, çok az çaba gerektiren ve bilinçli bir kontrol istemeyen bir zihin faaliyetidir. Örneğin ‘Fransa’nın başkenti’ dendiğinde akla hemen ‘Paris’ gelmesi, ani bir ses duyulduğunda o tarafa bakmak, yolda giderken farkında olmadan reklam panolarındaki sözcükleri okumak vb. gibi.
Öte yandan İkincil Sistem ise dikkatleri, karmaşık hesaplamalar dahil, çaba isteyen birtakım zihinsel işlemlere yöneltir. Örneğin bir yarışta start tabancasının sesine odaklanmak, bir sayfalık metinde a harfinin kaç kere geçtiğini saymak, dikkat gerektiren bir kesme işi yapmak, vb. gibi.
İnsanlar bir sonucun doğru olduğuna inanırlarsa bunu destekler gibi görünen savlara -çürük olsalar bile- inanma eğilimi gösterirler. Özellikle Birincil Sistem işin içindeyse...
Günlük hayatımızda karşılaştığımız her olayda birincil sistemi kullanırsak, bu durum çeşitli hatalara yol açar. Aynı şekilde her kararı verirken ikincil sistemimize danışırsak da pratik yaşantımız açısından çok çeşitli sorunlarla karşılaşırız. Dolayısıyla insanlık olarak sınırlı ‘bütçe’mizi (zamanımızı, enerjimizi, dikkatimizi) verimli kullanmak amacıyla duruma göre bazen birincisini, bazen de ikincisini kullanırız. Ama ya birincisini kullanmamız gereken yerde ikincisini ya da ikincisini kullanmamız gereken yerde birincisini kullanırsak? Hangi durumda en doğru düşünme biçimini kullandığımızdan nasıl emin olabiliyoruz? Veya aslında emin miyiz? Her gün insanlık olarak aldığımız milyonlarca yanlış karar, bu konuda çok da usta olmadığımızı gösteriyor.
Konuyla ilgili kitapta bahsedilen birkaç örneği daha dikkatinize sunmak istiyorum. Örneğin aşağıda basit bir bilmece var. Çözmeye çalışmayıp yalnızca sezgilerimize kulak verelim:
- Bir beyzbol sopası ile bir topun toplam fiyatı 1 dolar 10 cent
- Sopa toptan 1 dolar daha pahalı
- Topun fiyatı ne?
Aklımıza bir sayı geldi. Bu da tabii ki 10 cent. Bu kolay bilmecenin ayırıcı özelliği sezgisel, cazip ve yanlış bir yanıtı akla getirmesidir. Ancak doğru yanıt 5 centtir. Sezgisel yanıt, doğru cevabı bulanların da aklına gelmiştir mutlaka ancak onlar sezgilerine direnmeyi başardıkları için doğru cevabı bulabilmişlerdir.
Yine aşağıdaki ifadelere bakalım:
- Bütün güller çiçektir.
- Bazı çiçekler çabuk solar.
- Dolayısıyla bazı güller çabuk solar.
İlk bakışta doğru gibi görünmesine karşın bu argüman, mantıksal olarak yanlıştır. Çünkü çabuk solan çiçekler arasında hiç gül bulunmayabilir.
Bu ve buna benzer karşılaştığımız binlerce örnekten de görüyoruz ki günlük yaşamda mantığımızı doğru kullanmamızı engelleyen birçok durum var.
İnsanlar bir sonucun doğru olduğuna inanırlarsa bunu destekler gibi görünen savlara -çürük olsalar bile- inanma eğilimi gösterirler. Özellikle Birincil Sistem işin içindeyse çoğunlukla önce sonuç, arkasından bunu destekleyen -veya hatta desteklemeyen- argümanlar gelir. Bu da yanlışımızda ısrar etmemize neden olur.
Bazı kişiler daha zeki olabilirler. Ancak kişi Birincil Sistem’le düşünme konusuna öncelik veriyorsa yüksek zekanın insanı hatalardan korumadığını öne sürebiliriz.
Görüldüğü gibi doğru ve mantıklı düşünme aslında zekayla ilgili bir durum da değildir. Bazı kişiler çok daha zeki olabilirler. Ancak kişi
eğer İkincil Sistem yerine Birincil Sistem ile düşünme ve değerlendirme konusuna öncelik veriyorsa yüksek zekanın insanı bu tür hatalardan korumadığını öne sürebiliriz.
ÇAĞRIŞIM VE TETİKLEME
Mantıksal yanılgılara yol açabilecek kavramlardan biri de çağrışım ya da tetiklemedir. Örneğin yine kitaptaki örneklerden gidelim: Yakınlarda YEMEK sözcüğünü görmüş ya da duymuşsanız _ORBA sözcüğünü gördüğünüzde aklınıza ÇORBA gelir. Aynı şekilde kısa bir süre önce ÇARŞI sözcüğünü görmüşseniz _ORBA ifadesini ÇORBA olarak değil TORBA olarak tamamlamanız daha olasıdır.
Benzer şekilde bazı otoriter kültürlerde sık sık çeşitli kutsallara saygıyı anımsatan şeyler ortaya çıkarılır. Örneğin bazı toplumlarda bireylere çeşitli şekillerde sürekli Tanrı ya da kutsal varlıklar anımsatılır. Bazı toplumlar ise kocaman görüntüleriyle çeşitli ulu siyasi karakterlere itaat etmeye teşvik edilir.
Diktacı toplumlarda ulusal önderlerin resim ve heykellerinin her yerde hazır ve nazır bulunması, yalnızca “Biri Bizi Gözetliyor” hissini vermekle kalmaz aynı zamanda insanların samimi duygu ve düşüncelerini ve bağımsız eylemlerini de etkiler.
Küçük görünen bazı manipülasyonlar verdiğimiz kararları son derece etkiler. Örneğin bir seçimde sandıklarının okullara değil de mesela kiliselere/camilere yerleştirilmesi, kararsız insanların oyunu değiştirir.
İnsanların çoğu kendilerini mantıklı bireyler olarak görürler ve yaptıkları seçimlerin akılcı birtakım nedenlere dayandığına inanırlar. Dolayısıyla kararlarının mantıksız bazı süreçlerden etkilenmiş olabileceği fikrini kabul etmek istemezler. Ancak küçük görünen bazı manipülasyonların verdiğimiz kararlarda son derece büyük etkilerinin olabildiğini biliyoruz. Örneğin
bir seçimde oy sandıklarının okullara değil de mesela kiliselere/camilere yerleştirilmesi, yüz seçmen arasında belki sadece kararsız olan belli bir sayıdaki insanların oyunu değiştirir. Ama bu oranın da çok şeyi değiştirebileceğini ve hatta bütün seçim sonuçlarını etkileyebileceğini biliyoruz.
BİLİŞSEL RAHATLIK
Zihnimizle ilgili en önemli kavramlardan birisi de ‘bilişsel rahatlık’ durumudur. Eğer yaptığımız değerlendirme ya da vardığımız yargı, bilişsel olarak rahatlık ya da gerginlik temeline dayanıyorsa, yanılsamalardan kaçınmamız imkansızdır. Yani
çağrışım mekanizmasının rahat çalışmasını sağlayan her şey inançlarımızı etkiler.
Çağrışım mekanizmasının rahat çalışmasını sağlayan her şey inançlarımızı etkiler. Cümlenin bir parçasının bile tanıdık olması, bir yalan ifadenin doğru kabul edilmesi için genellikle yeterli olabilir.
Örneğin insanların yalanlara inanmasını sağlamanın güvenilir yollarından birisi, bu yalanları sık sık tekrarlamaktır. Bu şekilde zaman içerisinde bu yalanlar insanlara tanıdık gelir ve tanıdık olanlarla gerçek olanları ayırt etmek zorlaşır. Onun için özellikle otoriter yapılar, bu olgunun her zaman farkındadırlar ve bu psikolojiden yararlanırlar.
Bol bol tekrarlanan sözler ve sloganlar, bir süre sonra büyük kesimler tarafından doğru ya da gerçekmiş gibi algılanmaya başlanır. Hatta bu yanılsama öyle bir noktaya gelir ki bir olgu ya da fikri doğruymuş gibi göstermek için ifadenin bütününü bile tekrarlamak zorunda kalmazsınız. Cümlenin bir parçasının bile tanıdık olması, tüm ifadenin doğru kabul edilmesi için genellikle yeterli olabilir. Günlük hayatımızda da bizim doğru bildiğimiz ancak yalnızca çok tekrarlandığı için inanmış olduğumuz bolca yalan ve yanlışın olduğundan emin olabilirsiniz. Örnek vermeye gerek var mı bilmiyorum; herhangi bir gazete ya da TV haberine bakmak yeterli olabilir sanki.
Yine de daha somut bir örnek olması açısından aşağıdaki iki cümleye bakalım:
Adolf Hitler 1892 yılında doğdu.
Adolf Hitler 1887 yılında doğdu.
Bu cümlelerden ikisi de yanlıştır (1889’da doğmuştur). Ancak deneyler, insanların cümlelerden -yalnızca kalın harflerle yazıldığı için- birincisine inanma olasılığının ikincisinden çok daha yüksek olduğunu göstermiştir.
Psikologların iddiasına göre hepimiz hayatımızın büyük bölümünü Birincil Sistemin izlenimleriyle yönlendirilerek yaşarız ve genellikle bu izlenimlerin kaynağını bilmeyiz.
Mantık ya da çağrışım yoluyla inanç ya da tercihlerimize güçlü bir biçimde bağlıysak veya bilgi güvendiğimiz, hoşlandığımız bir kaynaktan geliyorsa, bilişsel rahatlık hissederiz ve doğru/gerçek kabul ederiz.
(Devam edecek. Gelecek sayıda: Mantıklı Düşünmeyi Ne Zaman Öğreneceğiz? (II))
---
*Hızlı ve Yavaş Düşünme, Daniel Kahneman, Çevirenler: O. Ç. Deniztekin / F. N. Deniztekin, Varlık Yayınları, Eylül 2015