Bir diğer sevdiğim bölüm ise Troya Salonu’ydu. Burası Troya kentine ait eserlerin sergilendiği ve kentin tarihinin Homeros ve İlyada destanından başlayıp 19. yüzyıla kadar görsellerle ve vurgulu bir şekilde anlatıldığı bir salon.Bu yazının girişinde belirttiğim üzere ben müzeyi çok beğendim. Kültür ve sanata erişimin gelişmesi için yetinmemek gerektiğini düşünen biri olarak da “başka ne olabilirdi” diye düşündüm. Benim aklıma ilk olarak eserler veya kazı çalışmaları ile bilgilerin yer aldığı video gösterimlerine yer verilebileceği geldi (yalnızca bir video çalışması vardı). Bir diğer önerim de vatandaşların müze ile etkileşim sağlayabileceği imkanların artırılması. Mesela müzeye bir nevi oyun gibi keşif yapıp sikke bulmanıza imkan veren bir ekran konulmuş. Keşfettiğiniz sikke hakkında da bilgi ediniyorsunuz. Bu etkileşimler (daha doğru ifadeyle oyunlar), çocuk-büyük demeden herkesin ilgisini çekebilen şeyler. Bu yüzden de bu gibi etkileşimlerin artırılmasının ilgili artıracağını düşünüyorum. Ben Amerika Doğa Tarihi Müzesi’nde iklim krizine ilişkin bilgiler içeren oyunlara en az yarım saat harcadığımı hatırlıyorum. Bir diğer önerim de müzelerin eserleri hakkında bilgi alınabileceği, müzede yol gösterimi yapan ve planladığınız süreye göre size rota belirleyen uygulamaların yapılması. Bu uygulama önerim tabii tüm müzeler için geçerli. Bunun için de Amsterdam’daki Rijksmuseum ve Chicago’daki Art Institute of Chicago müzelerinin uygulamalarının örnek alınabileceğini düşünüyorum, naçizane. Peki bu müze kompleksini gezmek için ne kadar zaman ayırmanız ve ücret ödemeniz gerekir? Ben bir buçuk saatte müzeyi gezdim. Fakat benimki hızlı bir turdu. Eğer tüm bilgileri okumak istiyorsanız, yarım gününüzü ayırabilirsiniz. Bu arada saatinizi planlarken sıra bekleme ihtimalinizi de gözetin. Ben hafta içi ziyaret etmeme rağmen 20 dakika sıra bekledim. Müzeye giriş ücreti ise 100 TRY. Fakat bu müzeyi 60 TRY’ye (öğrenci için 30 TRY) alabileceğiniz müze kartla da gezebilirsiniz. Yani tavsiyem gişeden bilet yerine müze kart almanız. Ben İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni gezmekten çok memnunum, sizlere de tavsiye ediyorum. Eğer gezmeden içini görmek isterseniz de sanal müze linkini paylaşıyorum.[1] Bir sonraki tecrübede görüşmek üzere. --- [1] https://sanalmuze.gov.tr/muzeler/ISTANBUL_ARKEOLOJI_MUZELERI/
İlklerin ve enlerin müzesi: İstanbul Arkeoloji Müzeleri
Ayşegül Kula
Burası Osmanlı İmparatorluğu’nun kurumsal anlamda ilk müzesi. Eski eserlerin sergilendiği Aya İrini Kilisesi yetersiz kalınca, Çinili Köşk müzeye dönüştürülmüş ve 1880 yılında İmparatorluk Müzesi “Müze-i Hümayun” olarak ziyarete açılmış.
Bukoleon Sarayı şantiye gezisine ilişkin yazımda İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne referans yapmış ve belki bir gün orası hakkında da yazarım demiştim. O gün geldi.
Gülhane Parkı ile Topkapı Sarayı arasında kalan ve giriş yaptığınız anda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “İlklerin ve enlerin müzesinden yeni bir başlangıç” afişi ile karşılaştığınız bu müzeyi gezip tecrübelerimi sizlerle paylaşmak istedim. Görüşümü normalde yazının en sonunda söylemeyi tercih etsem de bu seferlik bir istisna tanıyorum. Sanırım burası Türkiye’de en beğendiğim müze.
Burası Osmanlı İmparatorluğu’nun kurumsal anlamda ilk müzesi. Eski eserlerin sergilendiği Aya İrini Kilisesi yetersiz kalınca, Çinili Köşk müzeye dönüştürülmüş ve 1880 yılında İmparatorluk Müzesi “Müze-i Hümayun” olarak ziyarete açılmış. Daha sonra Osman Hamdi Bey tarafından yapılan kazılar sonucunda bulunan lahitlerin sergilenebilmesi için (daha doğrusu lahitler Çinili Köşk’ün kapısının içerisinden sokulamayınca) daha büyük bir binaya ihtiyaç duyulmuş. İstanbul’da birçok eserin (mesela Pera Palace Hotel) mimarı olan Alexander Vallaury tarafından yapılan İstanbul Arkeoloji Müzesi binası 1891’de ziyarete açılmış.
Aslında burası Çinili Köşk, Arkeoloji Müzesi ve Eski Şark Eserleri Müzesi’nden oluşan bir müze kompleksi. Ben Çinili Köşk ve Arkeoloji Müzesi’ni gezebildim. Tarihin ilk yazılı anlaşması, 3300 yaşındaki Kadeş Anlaşması’nın bulunduğu Eski Şark Eserleri Müzesi ise restorasyon sebebiyle şu an kapalı. Zira 2012 yılında depreme karşı güçlendirme çalışmaları başlayan restorasyon süreci hâlâ devam ediyor. Açıldığında burayı da ziyaret etmek istiyorum.
İlk olarak, Fatih Sultan Mehmet döneminde yapılan Çinili Köşk’ü gezdim. Duvarları çinilerle kaplı bu köşkte, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı’ya ait keramik eserleri ve Çanakkale, İznik ve Kütahya işi çinileri görebiliyoruz. Buradaki en ünlü eser Osman Hamdi Bey’in, köşkte yer alan çeşmeye yer veren “Ab-ı Hayat Çeşmesi” tablosu. Tablo çeşmenin tam karşısına konmuş. Aynı anda hem tabloyu hem de tabloda yer alan çeşmeyi görmek etkileyiciydi.
Tabii müze kompleksinin en etkileyici kısmı Arkeoloji Müzesi olarak adlandırılan kısım. Bu müzenin dünyadaki bilinen müzelerle yarışabilir bir anlayışla restore edildiğini düşünüyorum. Karşılaştırma yaptığımız dünya müzelerinin çok bağışçılı olduğunu da hatırlayalım! Müzede yer alan tüm eserleri saymak mümkün değil. Burası heykellerden lahitlere, sikkelerden takılara, duvar kabartmalarından eski ev eşyalarına kadar bir milyona yakın esere ev sahipliği yapıyor. Ben burada özel olarak sevdiğim hususlara değinmek istiyorum.
Mor/eflatun duvar renkleri, ışıklandırma ve bazı duvarlara eserlerin ait olduğu dönemlere ait resimlerin çizilmesi, eserlerin geldiği yerlerin yazılması dönem atmosferi yarattığı gibi yerleştirilen eserlerin öne çıkmasını da sağlamış. Bu hissi özellikle mermer sfenks/heykellerin olduğu bölümde hissediyorsunuz.
Bir diğer sevdiğim bölüm ise Troya Salonu’ydu. Burası Troya kentine ait eserlerin sergilendiği ve kentin tarihinin Homeros ve İlyada destanından başlayıp 19. yüzyıla kadar görsellerle ve vurgulu bir şekilde anlatıldığı bir salon. Beni en etkileyen kısım ise Troya’da keşfedilen katmanlarının büyük bir duvarda gösterilmesi. Her bir kent katmanına ait eser de katmanlara yerleştirilmiş durumda. “Kent katmanları” ne demek bu salonda anlıyorsunuz.
Troya salonundan sonra burasının müzenin en beğendiğim kısmı olduğunu düşünürken, Arkeoloji Müzesi’nin belki de varlık sebebi olan lahitleri görünce bu fikrim değişti. Bu bölüme girerken ilk olarak sizi Osman Hamdi Bey hakkında bilgiler karşılıyor. Daha sonrasında ise müzenin en ünlü eserleri olan İskender Lahdi ve Ağlayan Kadınlar Lahdi’nin sergilendiği alana giriyorsunuz. Milattan önceye ait lahitlerin üzerindeki ince işçilik ve renklerin tam olarak hâlâ kaybolmayışı da bu lahitlerin 19. yüzyılda gemilerle taşınma süreci de sizi hem etkiliyor hem de “bu kadar etkileyici nasıl olabilir” sorgulamasına itiyor.
Yorumlar
Popüler Haberler
Deniz Zeyrek, Sözcü gazetesinden ayrıldı
MHP'li vekillerin istifa gerekçesine PolitikYol ulaştı: VIP altın kaçakçılığı
Yasadışı bahis soruşturmasında yeni dalga: 7 fenomene yakalama kararı
Sivas’ta dershane bulunan binada yangın: Bir öğretmen öldü
Selçuk Üniversitesi, mutluluğun formülünü aramayı bıraktı
Liderlik hayali kuran Türkiye, puansız Karadağ'a takıldı