İzmir’de dört bin kişi bir araya gelip zeybek oynayarak Atatürk’ün portesini oluşturmuşlar. Vay, bu ne devrimci faaliyettir, bu ne büyük siyasettir böyle. Dört değil dört yüzbin kişi oynasa Ata’nın ruhu mu şad olacak, muasır medeniyet seviyesine mi varılacak?
Cumhuriyet’in 100. yılına girerken bırakın olgunlaşmayı, hâlâ bir tuhaf çocukluk içinde debelendiğimizi düşünüyorum.
Yüz senelik Cumhuriyet’in kendisiyle yüzleşecek cesareti gösterebilmesi, korkularından sıyrılması ve üstüne dar geldiği apaçık ortada olan anlayışların dışına çıkması gerekse de bizdeki durum bunun tam tersi.
Misal, bunca sene sonra bile Ermeni Kıyımını, Tek Parti dönemini, Edirne ya da 6-7 Eylül pogromlarını, Dersim Katliamını, Varlık Vergisi’ni rahatça konuşamıyoruz.
Dahası, Türkiyeli bile diyemiyoruz; çok daha kapsayıcı olan Türkiyeli terimini kullandığımız anda birileri titreyişler içinde saldırmaya, bizim ne büyük vatan hainleri olduğumuzu bağırmaya başlıyor.
CHP’nin kendi milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nu hedef gösterişi her şeyi ayan beyan ortaya koydu.
Çıktığı yayında ne söylemiş Tanrıkulu, TSK’nın Kürt köylülerine zulmettiğini söylemiş.
E yalan mı bu, yalansa yalanlayın, neden soruşturma açıyorsunuz?
Nerede ifade özgürlüğü, nerede özgür düşünce?
“Gözbebeğimiz” TSK’ya dil uzatan, onu töhmet altında bırakan cümleler sarf edemezmişiz, öyle mi?
Charlie Hebdo’nun ifade özgürlüğünü canhıraş savunurken Atatürk’e veya TSK’ya yönelik en ufak eleştiriler için gösterdiğiniz tavır, sizin için olağan mı?
Parti Sözcüsü de bir başka âlem, Ümit Özdağ’la imzalanan gizli protokolden nasıl haberdar olmadığının ve kamuoyu önünde bu duruma neden düşürüldüğünün üstüne gitmek yerine milliyetçi dalgada sörf yapmaya kalkmış, partisinin milletvekilini ateşe atmış.
Maalesef çekilen don lastiği gibi dönem dönem uzaklaşır gibi olsa da “CHP ve statükoculuk” kelimeleri birbirinden asla kopamıyor, lastik bırakıldığında ikisi hemen kavuşuyor.
Bu statükocular, başını Ekrem İmamoğlu ekibinin çektiği “değişimcilere” karşı da hayli nobran bir dili koruyor.
İmamoğlu, CHP’nin herhalde son otuz yıldaki en büyük başarısına imza atan kişi olarak, hayati bir yerel seçim öncesinde, uyumlu çalışabileceği insanlar arıyor.
Yalnız bırakılmaktan korkuyor çünkü.
Statükocuların bilmediği bir şeyi başardı ve Erdoğan’ı iki kere yenerek partisini İstanbul’da iktidara taşıdı.
O gün bugündür de İstanbul’daki seçimlerde muhalefet önde çıkıyor.
Lider kültünü “Kılıçdaroğlu doktrini” diyecek kadar pervasızca öne sürenlerden bazıları tutturmuşlar bir “İmamoğlu, İstanbul’u kaybedecek,” teranesi, statükoyu bununla savunuyorlar.
Eğer böyle davranırsanız İmamoğlu pek tabii ki kaybeder ama bu kayıp onun değil, sizin sonunuz olur.
Mao’nun ya da Mareşal Tito’nun bayılacağı türden eylemlerle, lideri sürekli tabulaştırarak mı Erdoğan’a alternatif oluşturacağınızı sanıyorsunuz? Bu akıllar nasıl bir akıllardır? Sahi, sizin o eleştirdiğiniz, alay ettiğiniz tarikatçılardan rakı içmek haricinde ne farkınız var?
Akşener aday çıkaracağını her ortamda söylerken, HDP’nin de kendi adayını çıkarması beklenirken, devletin bütün imkânlarına rağmen İstanbul’u kazanan ve bırakmayan İmamoğlu’na kim destek verecek?
Kim onun yeniden seçilmesini sağlayacak?
Bir CHP’linin en büyük rakibinin bir diğer CHP’li olduğunu herkes farkında.
Böyle giderseniz, seçmen isyanın eşiğinde olduğu için seçime katılım düşecek, göremiyor musunuz?
Yoksa görüyorsunuz da “azıcık aşım, ağrısız başım” diyerek aslında muhalefette mi kalmak istiyorsunuz?
Değişimcilerle statükocular arasındaki mücadele, onlara bırakılamayacak kadar hayati ve ciddi bir mücadeledir.
Peki, taban değişimcilerle statükocular arasındaki bu mücadelenin neresinde?
Pespembe hayaller dünyasında.
Dünyanın gerçekliğinden kopuk, kendi kendini eylemekle meşgul.
Bu siyasetsizliktir, bu bağıra bağıra gelen yenilgiyi içselleştirmektir, öğrenilmiş çaresizliktir.
Fenerbahçe’nin stadının adı Atatürk olacakmış mesela; Atatürk’ün silah arkadaşı gibi davranan bir gazetecinin orkestrasyonunda marşlarla şarkılarla duyurdular.
Bir kişi bile demedi mi size, Atatürk adı sadece şehirdeki bir stadyumda olabilir diye?
Hadi onu geçtim, mühim değil, çözülür, Varlık Vergisi denen affedilmez suçu işleyen Şükrü Saracoğlu ile yüzleşmeyecek mi bu toplum?
Bakın, Fenerbahçe stadının az ilerisinde Yoğurtçu Parkı vardır, orada da Lefter Küçükandonyadis’in heykeli durur.
Lefter’in heykelinin kaidesinde, seneler boyunca, “ülkesine gitmeyerek İstanbul’da yaşadı” diye bir ibare yer alırdı.
Bu utançla yüzleşmek için daha kaç yüz sene geçmesi gerekiyor?
Lefter’in ülkesi neresiydi, hangi milli takımın formasını giydi?
Toplumca ne zaman olgunlaşacağız?
Değişimciler, statükocuların aksine bu konuların üstüne cesurca gidebilirlerse, toplumla ilk kez gerçek bir ilişki kurabilirler.
Tabansa, ne yazık ki, iyice kendi içine çekilmiş vaziyette.
Eğer Sezgin Tanrıkulu’nu yalnız bırakır, değişimcilere omuz vermez, başa geldiklerinde onların da statükoculara dönüşmemeleri için çaba sarf etmezseniz, güneş sönene kadar iktidar yüzü göremezsiniz.
İzmir’de dört bin kişi bir araya gelip zeybek oynayarak Atatürk’ün portesini oluşturmuşlar.
Vay, bu ne devrimci faaliyettir, bu ne büyük siyasettir böyle.
Dört değil dört yüzbin kişi oynasa Ata’nın ruhu mu şad olacak, muasır medeniyet seviyesine mi varılacak?
Mao’nun ya da Mareşal Tito’nun bayılacağı türden eylemlerle, lideri sürekli tabulaştırarak mı Erdoğan’a alternatif oluşturacağınızı sanıyorsunuz?
Bu akıllar nasıl bir akıllardır?
Sahi, sizin o eleştirdiğiniz, alay ettiğiniz tarikatçılardan rakı içmek haricinde ne farkınız var?
Ritüellerinizin farkı nedir, bana izah edebilir misiniz?
Siyaset, mahalle içinde yapılmaz, karşı mahalledeki insanlara kendinizi anlatmak için yapılır.
Eğer Sezgin Tanrıkulu’nu yalnız bırakır, değişimcilere omuz vermez, başa geldiklerinde onların da statükoculara dönüşmemeleri için çaba sarf etmezseniz, güneş sönene kadar iktidar yüzü göremezsiniz.
Marş söyleyerek stadyum adı değiştirmekle zeybek oynamakla siyaset yapılmaz.
Ancak eve döndüğünüzde, eşe dosta, “ne eylem yaptık ama di mi,” der, kadeh tokuştururken bir sonraki seçime kadar vicdanınızı rahatlatırsınız.