Sinan Ateş suikastı bir milat olabilir. “Neyin miladı?” derseniz, vatanseverliğin. Türkiye’de bu kavramın yeniden tanımlanmaya ihtiyacı var. Artık aklımızı başımıza toplayıp 21.yüzyılda nasıl bir vatan hayal ettiğimizi düşünmemizin zamanı geldi de geçiyor. Sol görüşlü bir aileden geliyorum. Düşünceleri uğruna yıllarca hapsi, dayağı, işkenceyi, idam sehpasını göğüslemeyi bilen bir aile benimkisi… İlk gençlik yıllarımda benim gözümde “sağcıların” hepsi birdi ve benim dünyamın tam tersini ifade ediyorlardı. Şimdi ise aslında hepimizin bir dünyanın insanı olduğunu, bana karşı olanların sadece kötü insanlardan ibaret olduğunu anlıyorum. Haktan, hukuktan, adâletten nasibini almamış, vicdan yoksunu insanlar; yalnızca onlar benimle beraber değiller. Zamanla Türk siyasetini daha çok okudukça, daha çok öğrendikçe ve sık sık geçmişe dönüp de hayat muhasebesi yapan akrabalarımın öz eleştirilerini dinledikçe, milletçe ne kadar derin bir uçurumun kenarından döndüğümüzü, nice büyük badireler atlattığımızı anlıyorum. Şimdi ise yeni bir sayfa var önümüzde. Bunu “bir musibet bin nasihatten iyidir” ânı olarak kullanabilecek miyiz? Bence burada asıl soru bu. Yeniden o eski karanlık günlere teslim mi olacağız? Yoksa bu süreci yaşarken tünelin ucundaki ışığı yakalayıp peşi sıra el ele koşar adım tünelden çıkacak mıyız? Bu yazıyı genç bir adamın ölümünün ardından yazıyorum. Artık memleketin sokaklarında genç çocuklar birbirini kovalamasın, tepelerde dedeleri yaşında adamlar sefa sürsün diye o kuzular kurban edilmesin diye yazıyorum. Benim ailem bunun acısını yaşadı. Onların yaşadıkları acıları, mutsuzlukları, kayıpları umursamaksızın köşelerinden “Hadi aslanlarım, hadi kaplanlarım” deyip sırtlarını sıvazlayanların evlatları tertemiz, pırıl pırıl okudular, “büyük adam” oldular. Bu uğurda öne sürdükleri Anadolu’nun saf evlatları birbirini kırarken, onlar aradan sıyrılıp “akil” oldular, “kanaat önderi” oldular. Bir de hızlarını alamayıp Cumhuriyet tarihini de bize anlatır oldular. Ancak çok küçük yaşlardan her şeyin eleştirilebilir olduğunu, herkese soru sorulabileceğini, kimsenin tanrı olmadığını öğrenerek büyüdüm. Bazı ezberler bozulmadan yeni bir şey kurulamıyor. Bu yüzden her fikrimizi gözden geçirebiliriz, bu yeni ve iyi bir şeye yol açacaksa neden olmasın? Yıllarca sol mahallenin “kralı” olan adamlar çocuklarını pamuklara sararken, onların verdiği nasihatlerin peşinde “bir dünya idealine” inanan gencecik çocuklar sokaklarda birilerine kurşun atıp, kurşun yiyor sözüm ona devrim uğruna darağacına gidiyorlardı. Nereye vardık şimdi? Bunca yıl sonra devrim düşünden geriye ne kaldı? NAN ATEŞ SUİKASTİ Asıl konumuza geleyim. Geçtiğimiz hafta yaşanan bir elim hâdise belki Türkiye siyasetinde bazı şeyleri değiştirebilir diye umuyorum. Her şeye rağmen Zülfü Livaneli’nin şarkısında söylediği “Umudu kesme yurdundan” duygusuyla yaşıyorum.  Doğrusunu söylemek gerekirse, Sinan Ateş’in ismini suikastın ardından duydum. İYİ Parti ile ilgili daha önce yazdığım yazıda belirttiğim gibi, MHP ile hiçbir bağım yok fakat ideolojisi bir meslekî merak alanı benim için.  Ateş’in ardından çok şeyler yazıldı. Gazeteciler çok sıkı çalışıyorlar ve bize en güncel detayları aktarıyorlar. Benim hedefim cinayeti değil, bu cinayetin yarattığı kriz ortamının gelecek için bir fırsat olup olamayacağını tartışmak istiyorum. O zaman belki de verilen kurbana değmiş olur.  Çünkü bu suikast bir milat olabilir. VATANSEVERLİĞİ YENİDEN DÜŞÜNMEK “Neyin miladı?” derseniz, vatanseverliğin. Türkiye’de bu kavramın yeniden tanımlanmaya ihtiyacı var. Artık aklımızı başımıza toplayıp 21.yüzyılda nasıl bir vatan hayal ettiğimizi düşünmemizin zamanı geldi de geçiyor. İçi boş hamasetten, dinbazlıktan, 7.yüzyılda yaşayan yobaz kafasından uzak, geleceğin olumlu veya olumsuz olasılıklarına hazır olmamıza olanak sağlayacak ortak bir vatan sevgisi anlayışını oluşturmak için belki de tam zamanı. Doğrudur, bir zaman sınırsız dünya bir düştü, güzeldi ama olmayacağı belli. Tıpkı benzer sebeplerle Turan’ın olmayacağı gibi. Bu idealler bir dönemin idealleriydi ve o zamanın ruhuna uygundu, belki güzeldi de kendince. Ancak her daim genel geçer olan bir tek ideal var o da vatanını sevmek.  Bu ideolojiler üstü bir duygudur. Niçin olmayacağı kesin olan bu büyük sınır ötesi ideallerin peşinde boş yere koşalım? Bunları bir kenara bırakarak, Misak-ı Millî’nin sınırları içinde ortak ve müreffeh bir vatan yaratma çabası bunlardan daha mı az bir idealdir? Bir insanın vatanını milletini sevmesi ve bunlar için çaba sarf etmesinin neresi yanlıştır?
Artık milliyetçiliğin mafyöz ilişkiler, uyuşturucu çeteleri, suikastlar, bombalama eylemleri, adam indirme, mala çökme ile ilişkilendirilmeyeceği bir ortam yaratılmalı.
Artık milliyetçiliğin mafyöz ilişkiler, uyuşturucu çeteleri, suikastlar, bombalama eylemleri, adam indirme, mala çökme ile ilişkilendirilmeyeceği bir ortam yaratılmalı. Ben eminim ki yüzbinlerce kişi yurtdışına çıktığında elinde Türk bayrağını sallarken, o bayrağı kullanarak bir takım illegal faaliyetleri gerçekleştiren bu zevatla aynı kefeye konulmanın rahatsızlığı içindeler. Bu bayrak, bu vatan, bu marş, bu millet, bu topraklar bizim. Bu adamlar kimdir ki bu ülkenin en temel değerlerini gasp ederek böyle pespaye bir yaşam tarzının paravanı kılıyorlar? Ülkesini seven bir insan olarak artık tahammül edemiyorum bu duruma. Bundan sonra çocuklarımıza ülke sevmenin afaki bir şey olmadığını, ağacını, kuşunu, kedisini, nehrini, havasını sevmek demek olduğunu anlatmamız gerekiyor. Vatanın sadece onun uğruna ölmekle değil, insanını yaşatarak ve onun için yaşayıp çalışarak da savunulabileceğini anlatmamız gerekiyor. Üstelik temeli boş bir sevgi de yoktur. Ancak ve ancak adâlet duygusunun yeniden tesis edilmesiyle bu ülkeye aidiyet ve sevgi artacaktır. Genç kuşaklara Karadeniz’in bir köyünde yaşayan yaşlı teyzeyi tanımadan sevebilmeyi, Çorum’daki bir amcanın gözyaşlarına ortak olmayı, Urfa’daki bir genç kızın neşesini paylaşmayı, bizden çok farklı düşünse de bir başka mahalleden birini haksızlık karşısında savunmayı, onun elini tutmayı, ona “Ben buradayım” demeyi öğretebilmemiz gerek. Kendi kültürümüzü ve tarihimizi boş hamasetle değil, eleştirel ve evrensel değerler zaviyesinden benimsetmemiz gerek. Tam bu noktada milliyetçiliği ırkçılıkla karıştıran arkadaşlar için de bir noktayı belirtmek isterim. Lafı dolandırmadan söyleyeceğim. Birinin kendisini Türk sayması ve Türk olmaktan memnun olması ırkçılık değildir. Siz eğer Türk olmadıkları için başkalarına şiddet uyguluyorsanız, baskı yapıyorsanız bu ırkçılıktır. Ancak biz ulusça maalesef bir orta noktada durmakta çok zorlanıyoruz. Burası, evet, bir imparatorluğun bakiyesidir ama artık bir imparatorluk değil, bir ulus devlettir. Her aklına esen dil grubu ve millet kendine göre bir eğitim sistemi, kendine göre bir ibadet sistemi, kendine göre bir hukuk sistemi yaşayamaz. Bu modeli Osmanlı denedi, başarılı olsa zaten olurdu. Birleştirici bir vatandaşlık, ibadette özgürlük ve ortak ve çağdaş hukuk sisteminden başka bir alternatif bizim için sadece yıkıcı olmaz, pratikte zaten yaşayamayacak bir sistemdir. İYİ PARTİ’NİN MİSYONU Tekrar vatanseverlik konusuna dönmek istiyorum. İşte tam bu yol ayrımında suç çetelerinin elimizden çaldığı vatanımızı, bayrağımızı, milletimizi, geçmişimizi geri almamız gerekiyor. Kendi içinde bu dosyaları enikonu tartışıp, buna zarar veren gruplara kapıyı kapatarak yeniden bir vatanseverlik düsturuyla yola çıkmak gerekiyor. Siyasetinin merkezinde vatanseverlik ve milliyetçilik olan ve geçmiş bağlantıları sebebiyle bugün bunu yapması gereken İYİ Parti’dir. Bu, aslında bir nevi bayrağın düştüğü yerden kaldırılmasıdır. “Ben milliyetçiyim” deyip her türlü rezilliği, kanunsuzluğu, ahlâksızlığı işleme cüretini gösterenlere şunu söylemek gerekiyor: “Siz milliyetçi değilsiniz. Siz Türkçü hiç değilsiniz. Siz düpedüz suçlularsınız. O suçu bu ortamda değil, başka ortamda yapabilecek olsaydınız orada olurdunuz. Burada olmanız burada beraber yuvalanmış olmanızdan ileri geliyor. Hepsi bu. Sizin bayrakla da vatanla da milletle de işiniz yok”. Şimdi soru şu: Bu ayrımı İyi Parti bu cesaret ve açıklıkla ifade edebilecek mi? Vatanı, milleti, bayrağı, Türklüğü bunların elinden alabilecek mi?