Beş yıl önce adı sanı duyulmamış isimler bugün Türkiye siyasetinin aktörleri arasında sayılıyorlarsa bir yanıyla kahraman çıkartmaktan hoşlanan halkımızın eseridir; diğer yandan birleşe birleşe çoğalma mottosunu sahiplenenlerindir.  Bugün bayram. Her inançtan her bir yurttaşımız ve dolayısıyla ülkemiz için barış ve demokrasi getirmesini dilerim. Bu yazı, bir dağ başı köyünde yazılıyor. Orada ve civarında hemen herkes, 14 Mayıs’ın sonuçlarına şaşırmış durumda. Kendi bölgeleri için “burada sürpriz olmadı ama…” diye başlayan cümlelerinin sonunda uzak diyarlardaki şehirler için sürpriz beklentisinde olduklarını anlıyorsunuz. Anlaşılan o ki Millet İttifakı, oy oranları itibariyle değil ama beklenti olarak iktidara daha yakın görünüyormuş ve yalnızca bulunduğum bölgede değil, Türkiye’nin hemen hiçbir bölgesinde sürpriz olmamış. Beklentiler ve sonuçlar örtüşmeyince ister istemez tartışmalar da başlamış oldu. 14 Mayıs seçimleri, mevcut iktidar dışında kalan her politik partinin içe dönük değerlendirme yapmasını zorunlu kılan bir sonuç üretti.
Kaybedenler arasında Millet İttifakı’nın CHP ile birlikte dinamosunu oluşturan İYİ Parti de var. Fakat Akşener’in kongresi, rutin bir sağ partinin mazeret üretme sürecine dönüştü.
AMİRAL BATINCA… Eskiden “amiral battı” adlı bir oyun vardı ve batıran kazanırdı. Teşbihte hata olmaz, hem zaten seçim sonuçları da herhangi bir partiyi batıracak bir sonuç üretmediyse de muhalefetin “amiral gemisi” konumundaki CHP’yi tartışmaların odağı haline getirdi. Tartışma geleneği olan bir partiden bahsediyoruz; dolayısıyla iç tartışma ne kadar uzun sürerse sürsün en erken toparlanacak olan partinin CHP olduğu anlaşılıyor. Başta AKP olmak üzere Cumhur İttifakı partileri oy kaybetmesine rağmen iktidar olurken kazanması beklenen Millet İttifakı’nın diğer bileşenleri, esas olarak milliyetçi-muhafazakâr bir geleneğe sahip oldukları için beklentilerini, “her ne olursa olsun kazanmak” üzerine kurmuşlardı. Olmadı; CHP kaybedince onlar da kaybetmiş oldu ya da CHP ile birlikte onlar da kaybetti diyelim. CHP’nin kesişim kümesinin dışında kalan ve kağıt üzerinde Millet İttifakı’nın diğer partilerine yakın duran seçmenin “ama”lı, “fakat”lı tereddütleri, Kılıçdaroğlu’na gitmesi gereken oylara engel oluştururken mevcut iktidarın, özellikle de Erdoğan’ın kazanmasına yol açtı. Kaybedenler arasında Millet İttifakı’nın CHP ile birlikte dinamosunu oluşturan İYİ Parti de vardı. Akşener’in partisinin geçtiğimiz hafta sonu yaptığı kongresi, rutin bir sağ partinin mazeret üretme sürecine dönüşmüştü. Akşener’in kongrede yaptığı, “diyet”, “mecburiyet” vs. gibi hamaset yüklü konuşma, zaman zaman gerçeklere teğet oluştursa da hakikatlerden uzak kurgulanmıştı. “Yenilginin sahibi yoktur” denilebilir; dolayısıyla yenilginin yaşandığı bir seçim sonrasında müttefikler dahil herkesin CHP’den uzaklaşması anlaşılabilir. Akşener’in hamaset yüklü konuşmasını da böyle değerlendirmemiz icap eder. Akşener’in kongredeki “hesaplaşması”, muhalefetin geleceği açısından umutsuz bir tablo oluşturmakla birlikte Türkiye’nin içine düştüğü bu girdaptan çıkması, solun, farklılıkları zenginlik kabul eden ilkesel tutumunu geliştirmesine bağlıdır. Dahası bu ilkesel tutum, solun görevidir de. Çünkü Türkiye demokrasisin geleceği, Akşener’in “kendi başına yol alma” isteğine rağmen ittifakların genişletilmesi ve hatta Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi “6 yerine 16 müttefik” oluşturmaktan geçmeyi zorunlu kılmaktadır. Demem şu ki 2024 yerel seçimleri hamaset dışında önlem alınmasını gerektirecek bir dönemeçtir.
“Yenilginin sahibi yoktur” dolayısıyla müttefikler dahil herkesin CHP’den uzaklaşması anlaşılabilir. Akşener’in hamaset yüklü konuşmasını da böyle değerlendirmemiz icap eder.
2024, YEPYENİ BİR MANİFESTO İSTER O önlemleri öncelikle CHP almalıdır; tıpkı 2019’da olduğu gibi… 2019 seçimleri de gösterdi ki şehirlerin seçmen kütlesinin kesişim kümesinin merkezine oturabilecek adayları bulabilmek, o şehirlerin ihtiyaçlarının saptanmasını ve o ihtiyaçları giderecek çözüm önerilerini ortaya koyabilecek bir çalışmayı gerektirir. O halde CHP’nin önünde iki önemli dönemeç durmaktadır. Bunlardan birincisi, CHP’nin kendi iç işleyişine yönelik tartışma süreçleridir. 14 Mayıs seçim sürecinde CHP, “kendi sağından medet uman” bir yaklaşımı benimsemiş ve o sürecin sonucunda hem parlamentoda çoğunluğu hem de Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetmiş oldu. Seçim sonrasında birçoğu haklı pek çok sert eleştiriyle karşı karşıya kalan CHP, bu eleştirilerin ışığında epeyce geciktirilmiş bulunan kongreler sürecini de başlatarak eleştirileri göğüsleme sürecine girmiş oldu. Ders almasını bilmek, siyasetin vazgeçilmez ilkelerinden biridir. CHP açısından dönülmesi gereken ikinci dönemeç ise sürecin enine boyuna tartışılmasından çıkan sonuçlarla birlikte yerel seçimlere yönelik bir manifestonun oluşturulması ve halk ile paylaşılmasıdır. Tarih tanıktır; her manifesto, bir siyasal duruşu ifade eder ve politik çalışma tarzının önünü aydınlatır. İyi bir yerel seçim manifestosu, tıpkı 2019’da olduğu gibi her seçmen için kesişimin merkezini oluşturacak adayların belirlenmesini de kolaylaştırır. Bir politik partinin halka vereceği hizmeti, bir program haline dönüştürdükten sonra o programı uygulayacak ismi bulmak daha kolaylaşır. 2019’un başarısı da biraz da bu tarz adayların bulunmasıyla mümkün olmuştu. Bu topraklar, kahramanlara büyük önem verir; kahraman çıkartmaktan hoşlanır. Beş yıl önce adı sanı duyulmamış isimler bugün Türkiye siyasetinin aktörleri arasında sayılıyorlarsa bir yanıyla kahraman çıkartmaktan hoşlanan halkımızın eseridir; diğer yandan birleşe birleşe çoğalma mottosunu sahiplenenlerindir. Yenilgiyi kabullenmek, ondan ders çıkarmak elbette gerekli ama Türkiye demokrasisi hala birleşerek çoğalmak gerektiğini şart koşar. Başta da belirttiğim gibi bu yazı yolu izi bulunmayan, interneti, telefonu çekmeyen bir dağ köyünde yazılıyor ve bu kuş uçmaz kervan geçmez köylerin medeniyet ile buluşması ancak birleşerek mümkün olabilir.