Şu an 23 yaşında bu satırları kaleme alan ben, ömrüm yeterse bir sonraki seçimlerde 28 yaşında olacağım. Önümüzdeki iki hafta, önümüzdeki 5 seneyi belirleyecek. Önümüzdeki 5 sene için tercihi hayal kurmaktan yana olan biz gençler, bu iki haftayı başı önde geçiremeyiz. 23 yıllık hayatının 20 senesini AKP iktidarında geçirmiş bir genç olarak 14 Mayıs seçimlerini oldukça uzun bir zamandır, dört gözle bekliyordum. Özellikle 2018’den bu yana, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin de pekişmesiyle birlikte gün geçtikçe otoriterleşen Türkiye’de bireysel ve sosyal özgürlük alanlarının, hukuk devleti anlayışının ve en önemlisi ekonomik imkânların gittikçe daraldığına ilk elden şahit olmak, hiçbir şey için değilse gençliğim için, son derece tedirginlik yaratıyordu üzerimde. Geçtiğimiz pazar akşamı, bu nedenle çok önemliydi. Meclis üyeliğinin yanı sıra yürütmenin başını ve dolayısıyla tüm teşkilatını seçtiğimiz bu seçimler biz gençler için yalnızca politik bir tercihten ibaret değildi elbette. İktidarın sıkça üzerinde durduğu mukaddesatçı anlayış, dünyanın geri kalanıyla iç içe büyümüş Z Kuşağı için günlük yaşantının kalitesinden daha önemli gelmiyordu. Dolayısıyla yol ayırımı, soyut ve hamasî ideallerin mi, yoksa bugünün mü önemsenmesi gerektiği yönündeydi. Biz gençlerin eski kuşaklar tarafından aşağılandığı nokta işte tam olarak budur: Bugününü yaşamak istemek. Ancak mesele bununla da sınırlı değil; bugünü yaşarken, geleceğimizi de güvence altına almak istiyoruz. Bugün Türkiye’de gençler, yâni Z Kuşağı, hayal kuramıyor. Gelecekten ya hiçbir şey beklemiyor ya da ne bekleyeceğini bilmiyor. İnsanlık tarihi boyunca imkânların en bol olduğu, fırsatların en çok olduğu bir dönemde genç olmasına karşın, hayal kurmaktan yoksun, hayal kurarken bile iki kere düşünmesi gereken bir gençlik yaratıldı Türkiye’de. Bir ülkede eğer gençler hayal kuramıyorsa, o ülkenin geleceği nasıl olur? Bu durumun yegâne sebebi, iktidarın yaratmış olduğu politik ve kültürel atmosferin gençlerin çıkarlarıyla tamı tamına zıt olmasıdır. İktidarın gençlik politikaları, ilk günden beri, yalnızca niceliksel politikalar oldu. Çok fazla üniversite, çok fazla mezun, çok fazla iş kolu, çok fazla herhangi bir şey. Bir şeylerin çok fazla olması, o şeylerin iyi olduğu anlamına gelmez. Bu politika, çok fazla olmanın ehven olduğu, yani sonuçların henüz gözlemlenemez olduğu dönemde iş gördü. Ancak ne zaman ki ortaya sonuçlar, yani çok fazla üniversitede kadro usulsüzlükleri, eğitimde fırsat eşitsizliği, eğitim sisteminin içinin boşaltılması, üniversitelerin özerkliğini kaybedip bilimden uzaklaşması ortaya çıktı, işte o zaman nicelik odaklı gençlik politikasının bir işe yaramadığı anlaşıldı. Açıkçası bu anlaşılmadan beri, iktidarın gençlik politikası üretmeye fazla hevesli olmadığını düşünüyorum. Gençler, iktidar için, Batılı “politik doğrucu” siyaset anlayışından aşina olduğumuz “token (gösterge)” figürlerden ibaret yalnızca. Belirli seçim bölgelerinden sahaya sürülüp, özellikle sosyal medya odaklı bir kampanya yürüten göstergeler. Bu siyasî figürlerin amacı gençlik politikası üretmek değil, yalnızca “varolmak”, yani iktidar partisinde de gençlerin olduğuna dair bir anlatı sunmak. Bu da elbette, işaret ettiğim “niceliksel” gençlik politikasına bizi geri getiriyor. Nicelik olarak “çok fazla” genç olsa da bu iyi gençlik politikaları üretildiği anlamına gelmiyor. Daha önce PolitikYol için kaleme aldığım “Gençler Ne İster?” başlıklı yazımda gençlerin kahir ekseriyetinin neden iktidara muhalif olduğunu izah etmeye çalışmıştım. Z Kuşağı yani biz gençler, kendilerini “en asgariye (bare minimum)” layık gören bir siyasî rejimde, yalnızca “gösterge” figürler olmak istemiyorlar. Bunun sebebini, iktidarın gençlerin bugününü dilediğince yaşamasını zorlaştıracak ekonomik, hukuksal ve sosyal atılımlar yapıyor olmasıyla açıklamıştım.
Süreci bir genç olarak, siyasetten olabildiğince ari biçimde, yalnızca bugünümü ve yarınımı dikkate almak suretiyle okumaya gayret ediyorum. Benim nazarımda sandığı yansıyan, seçmenin değişim umududur.
Gençlerin, tıpkı Batılı akranları gibi keyifli bir gün geçirmek için uğraşmasının utanılacak bir şey değil, Z Kuşağının hayata karşı bakışı olduğunu ifade etmeye gayret etmiştim. Hiçbir mukaddesatçı hamaset de bunu değiştirmeyecek, sadece Z Kuşağını, mevcuttan daha da soğutmakla yetinecektir. Bu yazıda, tespitimi bir adım öteye götürmek suretiyle, hayal kurmak üzerine odaklanmak istiyorum. Bugünü elinden alınan Z Kuşağının, yarınının da elinden alınmasından korkuyorum. Z Kuşağı soyut bir varlık, bir grup değil. Bu ülkenin gerçek kaygıları, gerçek istekleri ve gerçek sevinçleri olan gençleri. Ve en önemlisi, bu ülkenin geleceği. Z Kuşağı’nın hayal kuramıyor olması demek, gençlerin, ülkenin geleceğinin yarını göremiyor olması demek. Bu ise, bir ülkenin gençlerine verebileceği belki de en kötü şeydir. Bu yüzden geçtiğimiz pazar günü Türkiye’de, bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşünen 24 küsür milyon seçmenden birisiydim. Eminim ki pek çok genç akranım da benim gibi, değişimden yana tercihini kullanmıştır. Ve netice, sanıldığı kadar olumsuz olmadı: Değişim umudu, sandığı bir sonraki tura taşıdı. Umuda bir şans daha verildi. Dolayısıyla süreci bir genç olarak, siyasetten olabildiğince ari biçimde, yalnızca bugünümü ve yarınımı dikkate almak suretiyle okumaya gayret ediyorum. Benim nazarımda sandığı yansıyan, seçmenin değişim umududur. Geriye bir tek bu umudu dinamizme çevirebilecek bir kampanya yürütmek kalmaktadır. İfade etmeye çalıştığım üzere 20 senelik AKP iktidarı uzun bir süredir, niceliksel gençlik politikalarının bir işe yaramadığı anlaşıldığından beri, gençlere bir şey vaat etmiyor. Bu atmosferin yarattığı anlatı ise gençleri yalnızca aşağılıyor. Oysa gençlerin, yani bu ülkenin geleceğinin, el üstünde tutulması gerekir. Değişim umudu, ancak bu şekilde kanalize edilebilir. Bu umudun kanalize olabileceği aday ise şüphesiz Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Gençlerin yeniden hayal kurabildiği bir Türkiye’ye, daha önce hiç olmadığı kadar yakın olduğumuz 2 haftalık bir süreç var önümüzde. Bu süreç, başı öne eğmek için, geçmişe dair küçük hesaplar için çok kısa, ancak geleceğimizi yeniden kurabilmek için oldukça uzun bir süre.
Seçimden iki gün sonra, henüz YSK resmî sonuçları açıklamadan Kılıçdaroğlu, ikinci tur kampanyasını gençlere seslenerek başlatmış ve gençlere şu soruyu sormuştur: Farkında mısınız, gençliğiniz bir daha gelmeyecek! İlk tura yönelik kampanya sürecine ve seçim gecesine dair kırgınlıklar, inanıyorum ki bu twit ve beraberinde yürütülecek bir kampanyayla birlikte yerini tekrar umuda bırakacaktır. Oluşan meclis aritmetiği, HÜDA-PAR ve Yeniden Refah gibi kadın düşmanlığı ve mukaddesatçı anlayışı artık Türkiye siyasetinin bir gerçeği hâline getirmiştir. Ancak ikinci turda olası bir Kılıçdaroğlu galibiyetiyle bu gerçek, yalnızca yapılacak oylamada kalkan birkaç elden ibaret olacaktır. Diğer senaryo ise yalnızca gençler için değil, tüm Türkiye için son derece karanlıktır. Önümüzde bu karanlığı aydınlatmak için daha önce hiç olmadığı kadar güçlü bir imkân bulunmaktadır. Gençlerin yeniden hayal kurabildiği bir Türkiye’ye, daha önce hiç olmadığı kadar yakın olduğumuz 2 haftalık bir süreç var önümüzde. Bu süreç, başı öne eğmek için, geçmişe dair küçük hesaplar için çok kısa, ancak geleceğimizi yeniden kurabilmek için oldukça uzun bir süre. Çünkü farkında mıyız, gençliğimiz bir daha geri gelmeyecek. Şu an 23 yaşında bu satırları kaleme alan ben, ömrüm yeterse bir sonraki seçimlerde 28 yaşında olacağım. Önümüzdeki iki hafta, önümüzdeki 5 seneyi belirleyecek. Önümüzdeki 5 sene için tercihi hayal kurmaktan yana olan biz gençler, bu iki haftayı başı önde geçiremeyiz. Bize yakışmaz.