Aydan Gülerce Yazının başında değindiğimiz algı yönetimi meselesine gelene kadar, psikolojinin bilgi ve deneyim alanında topluma doğrudan yararı olabilecek yığınla başka konu var. KAMUOYU YOKLAMALARI Şimdi biraz da siyasetçilere ve topluma sık sık güncel veri sağlayan kamuoyu yoklamalarına bu açıdan bakalım. Çünkü bazı temel hususların doğru dürüst kavranması gerekiyor. Hal böyle iken, tamamen yok sayılıyor veya alımlanırken kasıtlı veya kasıtsız çarpıtılıyorlar. Sıklıkla apar topar araklanıyor ve psikolojik cehalet veya elverişli manipülasyonlarla araçsallaştırılıyorlar. Bunların başında gelen ve sadece bu yazının amacına en uygun olan şu üçü: (1) Bilimsel metod ve ahlak konularında gelişmişlik ve duyarlık. (2) Bireysel veya kolektif, her türlü muhakemenin, örneğin bilimsel, bilişsel, ahlaki, siyasi, hukuki ve benzeri yargılamanın (judgement) gelişimsel ve tarihsel olduğu. (3) İnsan ve toplum davranışlarının gelişmesi ve değişmesi söz konusu olduğunda en belirleyici gerekliliğin geçerlik ve sahicilik olduğu. Dolayısı ile, anket, hele bizde ve özellikle siyasi partilere verilecek oyların kestirimi amacıyla kullanılan genel şekli ile kamu oyu araştırmaları, tepeden tırnağa sorunlu uygulanıyor. Hakikati gösterici değil; yönlendirici, hatta sakıncalı işlev görüyor. Son yıllarda araştırmanın künyesi gibi, “yasak savar bir komikliğin” eklenmesi ile bil(mey)erek yanıltmaca oyunu sürdürülüyor. Temel sorun da sadece örneklemin toplumun genelini temsiliyet değeri, katılımcıların onamı, verileri düzeltici istatistikler, vs de değil üstelik. Zira yapılanların çoğu, salt özgül ve önemli siyasi kararlar için, bilginin geçerliği ve güvenilirliği anlamında uygun veya kabul edilebilir teknik hatalar değil. Öte yandan reytingci medyatik meydan bomboş ve kamusal entelektüel pazar piyasası serbest. Toplumda hangi konuda ciddi bir eleştiri ve  düzenleme var ki bunda olsun? Bazı “öz denetimli” ve “saygın” araştırma şirketleri, bazı klişe araştırma adabı konularına titizlikle uyduklarını ilan etmeyi öğrenmiş olsalar bile. Türkiye’de, kurumsal siyasetin hizmetindeki kamu oyu yoklamaları, en basit ve bilinen ifade ile “kendini doğrulayan kehanet” veya daha karmaşık ve mekanizması daha az bilinen olarak da “kolektif hipnoz” ilkesine göre çalışırlar.  Kısacası ve açıkçası, sonuçları öngören araçlar yerine, sonucu bu tahminlere yaklaştıran araçlar olarak, yönlendirici, işlev görürler. Bu veri endüstrisinin, vahşi Batı kapitalizmi çıkışlı ve başka toplumlarda da siyaset pratiklerinde kullanılıyor olması, marifet ve matah şeyler oldukları veya yanlış olmadıkları anlamına gelmez. Zaten böyle araştırma şirketleri, sadece popülist siyasetlere hizmet etmezler. Vırt zırt nabız yoklamaları ve entelektüel tartışmadan başka her şeye benzeyen medyatik sohbetler ile kanaat önderliği yapmakla da kalmazlar. Görünürde birbirleri ile rekabet eder ve bulgularından +/- yaklaşık değerler ile “esinlenerek”, aslında kendilerini toplum nazarında biraz daha meşrulaştırırlar. Açıkçası, başta siyasi partilere olası oy dağılımları gibi toplumsal konularda en masum kullanımlarında bile, popülasyon istatistikleri ile kaçınılmaz biçimde popülizm ve manipülasyon yaparlar. Tabii hakikatte bunun toplumsal karşılığı da her zaman siyasetçi “müşterinin” arzuladığı veya öngördüğü yönde olmaz. Bu türden akademik bilgi birikimi ve toplumsal deneyimlere dayalı yorum yazılarının “okuyucusu” zaten az. Onların arasında da satırlarda yazanlar dururken, satır aralarını aşırı öznel yansıtmalarla okumak, neredeyse bir gelenek halini almış durumda. O bakımdan, şu notu düşmekte de yarar olabilir. Kamuoyu araştırmaları yapan kuruluşların da neoliberal toplumsal düzende yeri var elbette. Dolayısıyla, bu yazdıklarımda her hangi bir kategorik karşıtlık yok. Akademide olmayan olanaklarını iyi kullanıp, topluma daha da faydalı olabilirler. Zaten cılız birer eylem araştırması işlevi görüyorlar. Gerçek sorun, kullanılan tekniğe uygun araştırma sorularına geçerli kavram ve biçimde yaklaşılmamasında. Bulguların, çıkarsamaların ve yorumların bunların kısıtları dahilinde kalmamasında. Minik umursamazlıkların, büyük ve onarılması çok daha zor hasarlara yol açmasında. Sonuç olarak, Türkiye’de bugüne kadar gelişmiş siyasipsikolojik muhakeme açısından ciddi birer vasatlık ve dezenformasyon örneği olmayı sürdürdüler. Siyasi ekosistem kirliliği kaynağı olmamaları konusunda en ufak bir tereddüte bile yer bırakılmamalı. SİYASİPSİKOLOJİK MUHAKEME Elbette siyasetçilerin kendilerinin veya partilerinin nasıl algılandığını merak etmeleri ve de bilmek istemeleri en doğal hakları. Araştırma şirketleri de dilerlerse çalışmalarını kamu ile paylaşılmadan doğrudan kendilerine rapor edilebilir. Hatta siyasetçilere ayrı, kamuya ayrı da yapabilirler. Bunların soruları da, hatta sonuçları da farklı farklı bile olabilir. Her halükarda, siyasi partilerin de seçmenlerin algılarını yöneterek oy devşirmek yerine (hatta esas öyleyse bile), doğrudan taleplerini karşılamak isteyen siyasetçilerin, böyle kamuoyu yoklamalarından çok daha fazlasına ihtiyaçları var. Özellikle toplumda siyasetin hedef aldığı kesimlerdeki bireylerin, siyasetçileri çok gerisinde bırakmış olduğu günümüzde. Diğer yandan, stratejist siyaset danışmanlarının oldukça sık telaffuz etmeye başladıkları politik-psikoloji de, ana akım siyaset bilim ve psikolojinin “suyunun suyunun suyu” kırpıntılarının, “yamalı kalıpları” olarak popüler kültürde hızla yayılıyor. Zaten salt muhalefetteki parti liderlerinin veya kurumsal siyasetçilerin değil, tüm toplumun kolektif siyasi psikolojik muhakemesinin olgunlaşmasına gereksinim var. Toplumsal talepleri anlamak ve doyurmak elbette önemli. Fakat toplumdaki bazı “temsili” bireylerin nabzını teker teker tutup aritmetik ortalamasını falan almak ile topluma “sosyolojik veya siyasi tanı” konamaz. Ayrıca, “potansiyel nabız” diye bir şey de olamaz. Yani, “önümüzdeki Pazar günü seçim olsa hangi partiye oy verirdiniz sorusu?” çok doğru ölçülse bile o anlık gerçek (seçim için potansiyel) nabız! (Koşarken mi, çevrim-içi yatarken mi, vs o bile belli değil!) Bu anlık bilgi ile bir sonraki an arasında nasıl bir prognoz öngörülüyor? “Toplumsal (terapötik?) müdahale” adına ne yapılacak? Kadı ki, özellikle de, bir kitabın fırlatılması, terör olayı, trafik kazası, bomba patlaması, video paylaşımı, seçim kampanyaları ve benzeri olaylarla tüm dengelerin değiştiği, dinamik toplumsal koşullarda. İstikrarsızlığın istikrar ve kurumsal devamsızlığın devamlı olduğu siyasi ortamlarda. Üstelik belirsizliğin belirliliğin en arttığı ve hakikate güvensizliğin en güvenilir hakikat olduğu tarihsel zamanlarda. Öte yandan “sayılı gün çabuk geçer” derler. Elbette 29 Ekim 2023, T.C.’ nin 100. kuruluş yıl dönümü gelecek. Ancak, sürekli olarak, ne olacağı, ne de tarihi belirli olan bir seçimin sonrasını beklemek, muhalefet edenler açısından son derece ciddi bir “algı bozukluğu” ve “siyaset alışkanlığı”. Çünkü bugünkü dinamik tablo, böyle eski siyaset alışkanlıklarının ivedilikle terkedilmesini talep ediyor. Hatta zorunlu bir gereklilik kılıyor. Bir yandan da COVID, Türkiye’ye, tüm dünyadan bile daha fazla fırsat sunmaya  (1) “sabırla” devam ediyor. Açıkçası, seçim-sonrası avuntusu veya vaatleri, COVID-sonrası veya eski normale dönmeyi, yeni normale geçmeyi beklemek kadar saçma ve son derece yanlış. En azından ciddi zaman kaybı: Toplumun nabzı hızlı atıyor. Ateşi çok yüksek. Isınan yerkürenin Yaz sıcaklarında müsilajla filan kusuyor artık. Müsil etkisi yapan videolar ve sosyal medya mesajları da cabası  zaten. Her türde ve dozda şiddet ve istismar had safhada. Öte yandan, “psikologtan çok psikologçuluk” yapanlar ve hemen her sorunda içi boş psikolojizasyona başvuranlar, bu konuların siyasetçilerin kişiselliği ile ilgisizliğini göremiyor. İktidardakilerin yalanları, dolanları, tutarsızlıkları, kirli çarşafları vs sergilenerek “saf seçmen” ikna edilmeye çalışılıyor. Hala iktidarın takiyyeci oyunlarından, “iyi polis/kötü polis” taktiklerinden, ikircikli retoriklerinden dem vuruluyor. Oysa, psikolojide, bunların nasıl aşılabileceği, “çifte-bağ” ve “bilişsel çelişki” gibi konular tartışılalı yarım asırdan fazla oldu. Öyleyse, muhalefetin de bu toplumu yarmış ve sarmala kilitlemiş paradokslardan çıkabilmek için, bu gibi konuları ve fazlasını daha iyi kavraması, ancak daha da önemlisi uygulaması gerekiyor. Zira bilmek, duymuş olmak veya adını koymak asla yetmez. Kısacası, siyasi psikolojik açıdan toplumsal tanı da, izlenecek süreç de yeterince belli. KÖKTEN İYİLEŞTİRİCİ SİYASET Sorumlu ve katılımcı yurttaşlık adına, toplumsal yaraları onarıcı ve iyileştirici demokratik siyaset için, bazı önemli noktaları hızlıca sıralayabiliriz. Bunları Türkiye’nin kökten dönüşümleri için “olmazsa olmaz” ön koşullar olarak okumalı. Şu aşamada (ve genel beklentinin aksine) ortak başkan adayı arayışına girmenin ve isimleri yıpratmanın bile son derece gereksiz olduğu kanısındayım. Türkiye’nin bugün gereksinim duyduğu liderlik; serin kanlı, sakin, yumuşak, barışçıl, toplumu kucaklayan, şefkatle dinleyen ve yönetim ekibini iyi kurup kolaylaştırıcılık rolünü iyi oynayan tarzda bir liderliktir. Karizmatik lider safsatasını geçmişte bırakarak, yapısal ve sistemik toplumsal dinamiklerle ilgilenmeli. Yeni siyasi liderlik anlayışında esas olanın “partisinden veya sadık siyasetçiye pozisyon değil; pozisyonun gerektirdiği özellikleri iyi bilip, oralara en uygun, siyaset-içi veya dışı insanları liyakatle yerleştirmek” olduğu unutulmamalı. Bugün Türkiye’de artık, yarın için “ortak eylem planı” hazırlayıp halka sunmak bile değil, en acil ve gerekli olan eylem. İyileştirici siyaset için, önce de değinmiş olduğum yığınla belirsizlik içinde, kurgusal tasarımlar değil; somut edimler gerekiyor. “Herkes” gibi popülizmin karakteristik ifadelerinden ve vasat beklentilerinden kesinlikle vaz geçmeli. Önümüzdeki süreçte kilit rol oynayacak ve sorumluluğu paylaşacak siyasi figürlerin ve sade yurttaşların desteği ve işbirliği hedeflenmeli. Nitekim bu insanların da farklı toplumsal sorun alanı ve sektörlerde, kendi gönüllü katkılarının muhalefet tarafından yönlendirilmesine gereksinim duyduklarına güvenilmeli. Ancak, ivedilikle ve mutlaka, söylemde ve eylemde,  tutarlı biçimde yapılması gerekenlerin en başında da şu 5 temel nokta geliyor: 1) Muhalefet ve iktidar ayrıştırmalarını çöpe atmak. Daha önce de defalarca yazmış olduğum gibi toplumsal yarılma; tüm parti, ittifak ve kurumları, özgürlükçüler ve muhafazakârlar olarak yatay kesiyor. 2) Partizan siyasetten tamamen vaz geçmek. Hatta “ayrışmayı nesneleştiren” ve kemikleştiren Millet İttifakı söylemini bile, artık işlevini gördüğü inancıyla terk etmek. Onun şimdiki toplumsal karşılığını “Türkiye’nin özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi projesi“ olarak anlamak. Dolayısıyla da, milletvekili transferlerine, parti liderlerinin önceki çizgilerine, şimdiki oy yüzdelerine, vs kesinlikle aldırmamak. TİP, HDP ve AKP siyasetçi ve seçmenlerini de havuza dahil ederek, geniş ve esnek düşünmek. Her halükarda, gerçek ve sürdürülebilir toplumsal başarı için, mutlaka “merkez-kaç sosyal demokrasi” gücüne doğru yönlenmek. 3) Toplumla ilişkileri, partiler olarak değil, yapısal-sistemik meseleler üzerinden ve gerçek bireyler ile kurmak. 4) Toplumdaki farkındalığın zaten olabilecek en üst düzeyde olduğu konularda, mevcut yönetimin ne yapıp ne yapmadığına odaklanmamak. Tehditkar veya tahrik edici, meydan okuyucu ifadelerden özellikle imtina etmek. (Bunlar sadece asla hitap veya ikna edemeyeceği ve sabit sadık kesimin hoşuna gider. Kendi elini değil, karşıtının gücünü çoğaltır!) 5) Siyasi özne olarak kendisinin, hatta “seçimden-sonra” ve “eğer yönetime gelirse” falan bile değil, bugün ve gündelik mikro siyaset alanlarında ne yaptığına odaklanmak. Nitekim bazı yerel yönetimler bunu gayet başarılı bir şekilde yürütmekteler. “Bugün” ve “gündelik mikro siyaset” alanlarında yapılabilecek somut faaliyet önerilerini de sonraki yazılarda tartışmak üzere, o halde. * Prof. Dr. Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Aydan Gülerce, halen Boğaziçi Üniversitesi’nde psikoloji profesörü. Klinik ve Örgütsel Psikoloji eğitimini Hacettepe, Denver ve New York Şehir Üniversitelerinde tamamladı. Cenevre, North Carolina, Rutgers, Columbia, Clark, New York ve Aalborg Üniversitelerinde de konuk profesör olarak görev yaptı. Disiplinlerarası akademik çalışmaları ve çok çeşitli konulardaki yüzden fazla uluslararası yayınları, ağırlıklı olarak bütüncül meta-kuram, siyasi psikoloji, eleştirel psikanaliz ve öznel birey/toplumsal dönüşümler üzerine. Toplumsal sorunlarımız hakkındaki görüşlerini ise muhtelif dergilerde, YeniYüzyıl ve Radikal gazetelerinde yazdı.