Ergun Hoca’nın dersine girse muhtemelen FF alacak hukukçular, hukukun belini bükerek verdikleri kararlarla bir üniversiteyi kapattılar. Bir program sunuyorum, iki farklı partiyi temsilen hukukçu siyasetçileri konuk etmiştim, diğer konuk ise Ergun Özbudun. Özbudun Hoca’yı ağırlayacak olmanın heyecanı üstümde, ilk sözü kendisine verdim. Benim Ergun Özbudun’la yüz yüze ilk gelişimdi. Ama Özbudun’un hayatımdaki yeri siyasi bilinçlenmemin başladığı günlere denk düşer. Hiç sonu gelmeyen yeni anayasa tartışmalarının en cafcaflı olduğu günlerdi, “Özbudun anayasası” ile yatıp kalkıyorduk. Dünyanın sayılı anayasa profesörlerinden biriydi, hocaların hocasıydı, gel gör ki özgürlükçü ve demokrat bir anayasa hazırlamak için verdiği mücadelede en yakınları tarafından yalnız bırakılmıştı. Bugünden geriye baktığımda bence esas kırılma “Özbudun anayasasının” reddedilmesiyle başladı. AKP’nin yeni anayasa için görevlendirdiği heyetin başında Ergun Özbudun vardı ama Serap Yazıcı, Levent Köker, Zühtü Arslan gibi ülkenin en seçkin anayasacıları da oradaydı. Elbirliğiyle Türkiye’yi çağdaş bir yere taşımaya çalışıyorlardı, hiçbir çekince ve tereddüt göstermeden sorumluluk almışlardı ve herkes biliyordu ki “Özbudun anayasası” bir demokrasi ve özgürlük manifestosu olacaktı. Ergun Özbudun’un ve heyetinin bilabedel verdiği büyük emeğe karşı şükran duymak gerekiyordu. Bu çalışma desteklenmeli, her kesim katkı sunmaya çalışmalıydı. Oysa, bırakın ucundan tutmayı en galiz hakaretlerle saldırdılar, canlı yayınlarda iftiralar birbirini kovaladı, işte geldiğimiz noktada da “Özbudun anayasası” rafa kalktı. “Özbudun anayasası”, her şeyi güçler ayrılığının üstüne bina ediyordu, başkanlık sistemi yoktu. Yani, eğer muhalefet de destek verseydi, o günkü siyasi iklim bu anayasanın çok geniş bir oydaşmayla hazırlanıp kabul edilmesine olanak sağlardı. Seneler sonra Altılı Masa’nın harcını oluşturan -ve ilk defa Serap Yazıcı tarafından kamuoyuna sunulan- Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in nüveleri oradaydı. Muhalefet edeceğim diye en demokrat ve özgürlükçü çalışmalara saldırmanın bedelini bugün hâlâ ödüyoruz. Eğer “Özbudun anayasası” kabul edilseydi, Türkiye, milli gelirin sürekli düşmesine ve kutuplaşmanın artmasına yol açan bu ucube sistemle yönetilmeyecekti. Tek Adam yönetimi olmayacaktı. Güçler ayrılığı, güçlü kurumları beraberinde getirecekti. Ergun Özbudun’un ülkenin ufkunu açacak bu iyiniyetli çabası kendine muhalif diyen kitle nezdinde karşılık bulmayınca maalesef 1923 model güçler birliği gelip tepemize çöktü. Tabii Özbudun’u anlamayışımız sadece 2007’deki taslaktan ibaret değil. Şehir Üniversitesi, farklı geleneklerden gelen, farklı görüşlere sahip birbirinden değerli akademisyenleri biraraya getirmişti. Benim ilgi alanım sosyalbilimler olduğu için o alanda çalışanları daha iyi tanırım, Şehir Üniversitesi küçük çaplı bir mucizeydi. Hukuk Fakültesi’nde de Ergun Özbudun ve Serap Yazıcı gibi iki duayen vardı. Ve bir gün Şehir Üniversitesi, sadece intikam almak amacıyla sudan sebeplerle kapatıldı. Ergun Hoca’nın dersine girse muhtemelen FF alacak hukukçular, hukukun belini bükerek verdikleri kararlarla bir üniversiteyi kapattılar. Ergun Özbudun da bir daha ders vermedi. Nice öğrencinin Özbudun Hoca’dan ders alma imkânı elinden alındı. Ama ben hâlâ kendi hayatımdaki Ergun Özbudun’u anlatamadım. Gazete ve dergi makaleleri haricinde okuduğum ilk kitabı Türkiye’nin Anayasa Krizi’ydi. Hocam biliyor musunuz, ilk okuyuşumda hiçbir şey anlamamıştım ama kızmayacağınızı umuyorum zira ondokuz yaşındaydım. Siz hukuk fakültesinde okumayan ve hiç tanışmadığınız bir öğrencide anayasa öğrenme hevesi uyandıracak kadar büyük bir hocaydınız. Akademik makaleler hariç sanırım yazdığınız hemen her şeyi okudum. Ama bugün canım çok sıkkın, eve dönüp de kütüphanenin başına geçtiğimde sıra sıra dizili kitaplarınızla karşılıklı nasıl oturacağımı bilmiyorum. Gelip de bendeki kitaplarınızı size imzalatamadığıma, şöyle dereden tepeden sohbet edemediğimize yanıyorum şimdi. Çünkü benim aklımdan sizin bir gün çekip gidebileceğiniz gelmemişti hiç. Dün, Karşıyaka mezarlığında, elimde kürek, toprak atarken üstünüze, gömülmek ile ölmenin aynı şeyler olmadığını düşündüm ilk defa. Ölmek başka, gömülmek başka. Gömülünce ölmüyor insan. Siz bizim için hiç ölmeyeceksiniz.