Her şeyin başlıca sebebi olan işgal olmasaydı belki bizim yolumuz da Gilad’la kesişecekti ve savaş yerine basketboldan konuşacaktık. İşgal olduğu için savaş var, savaş olduğu için ölümler ve esir alma var, bu ikisi olduğu için nefret var, nefret olduğu için de huzur yok. Geçen hafta, bir vesileyle tanıştığım Filistinli hekim, görüşebilmemizi Ahmet Davutoğlu’na bağlayınca evvela anlamadım. O da anlamadığımı fark etmiş olacak ki, “Sayın Davutoğlu sayesinde hayatta kaldım!” dedi. Pek tabii ki yine anlamadım. “Ben, İsrail tarafından esir alınmıştım,” dedi bu sefer, “tutuklandım ve muhtemelen bir daha güneşi göremeyecektim; kurtulmamı sağlayan Ahmet Davutoğlu’dur.” Gazze her zamanki gibi yangın yeri. İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik saldırısı hız kesmiyor. Binlerce çocuk hayatını kaybederken bölgeye yeni nefret tohumları ekiliyor, intikam ve öç alma arzusu yegâne hakikat halini alıyor. Savaşa verilen birkaç günlük “insani ara” bile ateşkesin sağlanması için umutları çoğaltıyor. Sivil ölümlerinin yanısıra savaşın küresel bir patlamaya yol açabileceğine dair endişeleri de herkes paylaşıyor. Bütün bu yaşananlar içinde absürt denebilecek ölçüde en ilginç olanıysa, sanırım, Gazze’de işlenen ve soykırım olarak nitelenmesi mümkün savaş suçlarına karşı en büyük sesin İslam ülkelerinden değil de Güney Afrika ve Brezilya gibi ülkelerden çıkması. Önce silahların susması lazım, ne pahasına olursa olsun, ölümler son bulmalı. Silahlar sustuktan sonra da kalıcı barışın nasıl sağlanabileceği konusunda herkes elini taşın altına koymalı. Aslında neyin yapılması gerektiğini herkes biliyor. Mesele, bunların bilinmesine rağmen işgalin devam etmesi ve Batılı büyük devletlerin buna göz yumması. Müslüman olduğunu söyleyen ülkelerin de İsrail’e yönelik kısıtlayıcı ve zorlayıcı hiçbir tedbir almaması, İsrail işgalinin yayılmasına yol açıyor. Neyse, konuyu dağıtmayayım. Benim anlatmak istediğim Filistinli hekimi İsrail zindanlarından kurtaran o arabuluculuk faaliyetinin arkaplanı. 2006 senesindeyiz. İsrailli asker Gilad Shalit, Hamas tarafından esir alınıyor ve Gazze’de bilinmeyen bir yere götürülüyor. Tabii büyük bir kıyamet kopuyor arkasından, Shalit için dünya çapında şöhrete sahip birçok insan seferber oluyor, yürüyüşler düzenleniyor, eylemler yapılıyor. Gilad Shalit’in özgürlüğüne kavuşması için adeta topyekün bir mücadele başlıyor. Pek tabii ki kimse esaret altında yaşamasın, kimsenin özgürlüğü tahdit edilmesin, kimse ailesinden ve sevdiklerinden ayrılmasın. İyi de, Shalit’in de kaçırılmasına yol açan Gazze’deki mesele bundan ibaret mi? Olmadığını herkes biliyor, zira Filistin toprakları İsrail işgali altında ve işgal bitmediği müddetçe de bu tarz olayların iki taraflı olarak yaşanması mukadder. Shalit’in özgürlüğüne kavuşması için insani bir tavra sahip olanlar, ne yazık ki, İsrail’in küçük-büyük, kadın-erkek, çoluk çocuk ayırdetmeden yaptığı zulmü görmezden geliyor. Kalıcı barışın sağlanması için kalıcı bir çözüme ihtiyaç var ama Filistin devletinin bağımsızlığı ve egemenliği yok sayıldığı sürece bir hayal. Bu da, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi anlamına geliyor. Esir alındıktan sonra Shalit’e kimse ulaşamıyor. Bir sene kadar sonra, İsrailli yetkililere “Gilad Shalit bu gece idam edilecek,” diye bir haber ulaşıyor. İsrail Büyükelçisi, gece vakti dönemin Başbakan Başdanışmanı Ahmet Davutoğlu’nu arıyor. Shalit’in bu gece idam edileceğini öğrendiğini söylüyor ve idamı durdurmak için devreye girmesini istiyor. Davutoğlu, İsrailli yetkililere güvenmediğini, Büyükelçi’nin lafıyla iş yapmayacağını, ancak Dışişleri Bakanı doğrudan ararsa Hamas tarafıyla görüşeceğini söylüyor. “Sonra bizi Hamasçı olmakla itham ediyorsunuz,” diyor Davutoğlu. “Oysa biz sadece barışın tarafındayız ama kalıcı barışın sağlanması için işgalin sona ermesi gerektiğinin de bilincindeyiz.” Bir Dışişleri Bakanı’nın Başdanışman’ı araması alışılageldik teamüllere uymasa da Büyükelçi durumu o anda İsveç’te olan Bakan Livni’ye aktarıyor. Gece saat iki, İsveç’ten Ankara’ya bir telefon geliyor. Hattın bir ucunda İsrail Dışişleri Bakanı Livni, diğer ucunda Başbakan Başdanışmanı Davutoğlu. Bakan, Büyükelçi’nin söylediklerini yineliyor ve Gilad Shalit’in kurtarılması için Davutoğlu’nun acilen devreye girmesini rica ediyor. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık ofisinde bir sonraki görüşmesi Suriye tarafında yer alan Hamas liderleriyle. Halid Meşal’le görüşüyor, “Müslümanların asla bir esiri öldürmeyeceklerinin” teminatını aldıktan sonra İsrailli yetkilileri bilgilendiriyor. İdam edileceği söylenen Gilad Shalit, dört sene sonra, 2011’de, bin Filistinli esir karşılığında özgürlüğüne kavuşuyor. İşte, Gilad Shalit’e karşılık ismi İsrail’e özellikle bildirilen on kişiden biri benim tanıştığım Filistinli hekim. Bu yazıyı yazarken Gilad Shalit’in esaretten sonra neler yaptığına baktım. Bir gazetede basketbol yorumculuğuna başladığına dair haberler gördüm. Benden üç yaş büyük. Gençliğinde basketbol oynamış, şimdi de EuroLeague maçlarını yorumluyormuş. Tesadüfe bakın, ben de gençliğimde Tofaş’ta basketbol oynadım ve birkaç sezon Karar’da EuroLeague maçlarını yorumladığım bir köşem oldu. Düşünüyorum, her şeyin başlıca sebebi olan işgal olmasaydı belki bizim yolumuz da Gilad’la kesişecekti ve savaş yerine basketboldan konuşacaktık. İşgal olduğu için savaş var, savaş olduğu için ölümler ve esir alma var, bu ikisi olduğu için nefret var, nefret olduğu için de huzur yok. Batı, 7 Ekim’den bu yana sadece sonuca bakarak manasız bir İsrail destekçiliğine soyundu. Oysa, hiçbir şey boşlukta yaşanmıyor. Arabuluculuk tecrübesine, silahların susmasına, kalıcı barışın şartlarının oluşmasına ve bunun takviminin dünya kamuoyuyla paylaşılmasına her zamankinden çok ihtiyacımız var. Belki o zaman, sıra basketbolun güzelliklerini konuşmaya da gelir.