Daha önce yazdım, söyledim; yaşadığımız bir kriz/krizler değil çöküştür, çürümedir… Mesele Sedat Peker’in açıklamaları değil devletin iş tutma biçimi, ideolojisi, paradigması ve bunun artık mevcut sistemi ayakta tutacak toplumsal, siyasal, ekonomik, kurumsal dayanaklarını yitirmesidir. Ülkenin egemen dünya sistemi içinde yedeklenmesi, darbe sistematiğinin devreye sokulması, emperyalist/kapitalist düzene eklemlenen yapısıyla muarızlarından kurtulmak adına sola karşı örgütlenen devlet içi yapıların kontrolden çıkması bizim son 60/70 yıllık tarihimizin arka planıdır. Devlet dışı olarak tanımlanan ama aslında devlet adına/devlet içinde örgütlenen yapıların devleti teslim aldığı, AK Parti döneminde de bu sürecin daha da artan bir kapasiteyle bütün karar alma süreçlerine müdahale ettiği görülmektedir. Aslında iki kol çöküşte birleşmiştir. Birinci kol olarak devlet içindeki “derin yapıların” yine aynı zeminde üretilen ve diğer bir kol/akım olan siyasal İslamcılığın birleşimiyle devleti devlet olma vasfından çıkaran bir ilişkiselliğin artık adım atacak takatinin kalmaması ve birbirine girmesidir. Siyasal İslamcılar ve “derin yapılar” birbirine girmiştir. İkisinden de kurtulmadıkça devletin demokratik ve hukuk ekseninde yeniden inşası mümkün değildir. Ülkeye giydirilen elbise, anti-demokratik devlet yapılanması; Cumhuriyet felsefesinden uzakta,  demokratik kural ve ilkeleri yok sayan bir düzen çöküyor. Mesele kimin bu enkazın altında kalacağı ve enkazın kimler tarafından kaldırılacağıdır. Devlet ontolojisinde böylesi süreçlerde ortaya çıkan refleks adları ayyuka çıkan kişi ve kurumların tasfiyesidir. Ancak böylesi bir hamle mevcut duruma çare olmaktan uzaktır. Zira devlet bir bütün olarak yasaların dışına çıkarılmıştır. Uyuşturucu, kara para, her türlü yasadışı faaliyetin rutine bağlandığı Sedat Peker’in açıklamaları ile bir kez daha somutlaşmıştır. Bu ağır ve vahim tablo elbette ki bu ülkenin solcuları demokratları, aydınları tarafından biliniyordu. Ancak son açıklamalar bu gerçekliklerin geniş kitlelere ulaşmasına neden oldu. İki temel sorunumuz var; ilki bu süreçle yani gayri nizami düzenle hesaplaşma ve yasadışı bütün faillerin ve faaliyetlerin açığa çıkarılması, ikincisi ise ve daha zoru ülkenin her alanda yeniden inşasıdır. Elbette bu yeniden inşa olmadan, buna geçilmeden ilkinin gerçek anlamıyla gün yüze çıkarılması da olası değildir. O nedenle ülkenin CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun dünyanın demokratlarına yaptığı çağrıyı ülkenin demokratlarına yapmak gerekmektedir; ülkenin bütün demokratları birleşmelidir. Ülkemizde devletin her alanda yeniden inşası, toplumsal uzlaşmanın ve barışının sağlanması, demokratik ilkelerin egemen kılınması için daha önce yaptığım çağrıyı bir kez daha yenilmek durumundayım. Ülkenin bütün muhalefeti bir araya gelip erken seçimi istemeli ve bunu gerçekleştirmelidir. Erken seçim iktidarın insiyatifine bırakılmaz. İkinci Cumhurbaşkanı adayı, yardımcıları ve bütün kadrolarla birlikte halkın karşısına çıkılmalıdır. Kadrosu ve programıyla, anayasası ve yeni sistemiyle her şey ivedi bir biçimde topluma sunulmalıdır. Yoksa süreç içinde çıkılmaz ve süreklileşen kaotik bir hal alır. Böylesi bir atmosferde bir yeniyi kurmak mümkün olmaz, olamayacaktır. Olağan koşullarda yaşamadığımızı herkes ama öncelikle muhalefet görmelidir. Normal demokratik bir düzende yaşıyormuşuz gibi seçim zamanını beklemek, herkesin kendi adayıyla seçime katılmasını ummak ya da düşünmek artık mümkün değildir. Yaşadığımız süreç sadece iktidar için değil hatta iktidardan çok muhalefetin sınavıdır. Ya yeni bir düzen kurulur ve ülke/toplum orada yerini alır ya da çöken enkazın altında herkes kalır…