Ciğerler yandıktan sonra söylenen “Devletimiz tüm gücüyle vatandaşımızın yanındadır” söylemi hiçbir işe yaramıyor. Deprem olmadan önlem almayız. Kader değil, çürük, kaçak, çalıntı binalar öldürüyor. Bir devlet, vatandaşların hayatını vatandaşlarının insafına bırakmamalı.
Canım Türkiyem geçmiş olsun! Hayatını kaybedenlere Allah rahmet eylesin.
Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğunu son yirmi yıldır hepimiz öğrendik. Her deprem sonrası uzmanlar çıkıp televizyonlarda saatlerce anlattılar. Gazetelere röportajlar verdiler. Sosyal medya hesaplarından her gün yazdılar. Hiç birimiz “Nereden çıktı bu deprem” diyemez. 7 ve üstü şiddette bir depremi uzmanlar uzun zamandır yazıp söylüyor. Fay hatlarını sanırım hepimiz ezbere biliyoruz artık.
1999 yılındaki Gölcük depreminden sonra binalar için deprem yönetmenliği değiştirildi. Uzmanlara göre dünyadaki en sert deprem yönetmenliklerinden biri. Peki neden yıkılıyor bu binalar? 2020 Ekim ayında 6,9 şiddetindeki İzmir depreminde 119 kişi hayatını kaybetti. Bugün Kahramanmaraş depreminde ilk 12 saatte ölü sayısı 1000 kişinin üstünde. Bir yıl önce Japonya da 7,3 şiddetinde deprem oldu, toplam da 4 can kaybı oldu. 2011 yılında 9 şiddetinde olduğunda, Tsunami etkisiyle 15 bin insan hayatını kaybetti. 7,3 ile 7,7 arasında 10 kat güç farkı olduğunu söylüyor uzmanlar. 7,7 ile 9 arasındaki büyüklüğü tahmin bile edemiyorum.
Demek ki takdiri ilahi yanında bilim, akıl, ahlak ölü sayısını azaltabiliyor. Özelikle son iki aydır deprem uzmanları Güneydoğu’da gerilim çok arttığını, deprem riskinin yükseldiğini yazdılar. Hadi bilime inanmıyorsunuz, astrologlarda aynı şeyi yazdılar. Onlar da, güneş mi ay mı, neyse tutulma dolayısıyla deprem olabilir dediler. Tüm Türkiye astrologların ağzına bakıyor, siyasilerin bile astrologları var, bari onları dinleselerdi.
Zamanı mı? Diyebilirsiniz ki “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde eleştirmeyelim, 85 milyon beraber olalım. Yaralarımızı saralım sonra konuşuruz.” Ne yazık ki sonra da konuşamıyoruz dostlar. Daha iki yıl önce İzmir depremini yaşadık. O günde aynı şeyi söylediler “tartışmanın zamanı mı”. Hep birlikte ağladık, seferber olduk, yardıma koştuk, “sesimi duyan var mı” diye bağıranları izleyip gözyaşlarına boğulduk.
Enkazdan çıkarılan her insan her kedi her canlı için kendimiz kurtulmuşcasına gözyaşları içinde şükürler ettik. Sonra ne oldu? Altı ay sonra her şey unutuldu. Tüm ülke günlük rutunimize geri döndük. Biliyor muyuz? Yıkılan evlerin mütaahitlerine, oturma ruhsatı veren yetkililerine ne oldu? Evleri yıkılan insanlara yeni konut sağlandı mı? Nerede yaşıyor bu insanlar!? İşyeri yıkılanlar yeniden iş kurabilme olanağına kavuştu mu!? Eğer bunlara vereceğiniz cevabınız var ise bugün yazdıklarım için sizden özür dilerim.
İmar affı, belediye oturma izinleri ve müteahhitler: Her zaman söylerim Türkiye’ye yapılan en büyük kötülüktür imar affı. Tarıma elverişli arazilerin, doğal güzelliklerimizin yağmalanmasına yol açarken ölümcül hatalı binaların yasal hâle gelmesine yol açıyor. Bakın yemin ederim İzmir de koca apartmanların ruhsatı yoktu. Üstelik dairelerinin çoğu defalarca alınıp satıldı. 2018 yılındaki imar affı ile hepsi ruhsat aldı.
Tamam ruhsatı veriyorsun ama vermeden gel bir kontrol et Allah’ın adamı. Çoğu yerde vatandaş, tek katlı evinin üstüne üç kat daha çıkmış imar affı ile ruhsat sahibi oldu. Türkiye’de herkes inşaat konusunda çok rahat. Nasılsa “imar affı çıkar”. Nitekim yenisi yolda. Gidin taşraya bakın. Vatandaş, ilkokul mezunu ustalara ne evler yaptırıyor. Hepsinin sıvası yapıldı, kapı penceresi takıldı, elektrik, suyu bağlandı. İmar affını bekliyorlar. Depreme dayanıklı mı?! Sen ne diyorsun Ahmet usta sen kumda oynarken inşaat yapıyordu.
Peki bu binalara ruhsat verenler!? Aynı parselde üç bina var biri, 10 bina var biri yerle bir olmuş. Bu yıkılan binaların müteahhitleri ve bu binalara ruhsat veren kamu görevlileri nerede? Şimdiye kadar kaçı, ne ceza aldı? Bunlar ceza almazsa yıkılmayan evlerin müteahhitlerine ve onlara onay veren namuslu memurlara haksızlık değil mi? Her depremde en çok zarar gören devlet binaları. Bu bile bir şeylerin ne kadar lakayıt yapıldığının en önemli göstergesi değil mi?
Bu sefer ders alalım Allah aşkına. Bu sefer unutup rutinimize dönmeyelim. Bakın 1999 depreminden sonra uzmanlar “Önümüzdeki 30 yıl içinde İstanbul’da yedi şiddetinden büyük bir deprem olabilir” demişti defalarca.
Depreme hazırlıklı mıydık? Kesinlikle değilmişiz. Hatay ve Elbistan’a depremden yedi saat sonra ilk yardım ekipleri ulaştı. Bu uluslararası normal bir süre midir bilemiyorum ama vicdanı bir süre değil. Deprem anında hangi alanlarda toplanılacak belli miydi? Deprem vergisi nereye gitti?
Deprem anında borsa çalıştı arkadaşlar. Borsa yönetimi öğleden sonra açığa satışı yasakladı. 10 şehir, 15 milyon insan canıyla uğraşıyor. Bu insanlardan borsada parası olan yok mudur? Hep canlarından hem mallarından hem borsadaki paralarından oldular göz göre göre. Borsa dip yaparken çimento şirketleri tavam yaptı. Bu başka bir rezillik de , neyse.
Şunları yapmak çok mu zordu?
- On ev içinde bir ev yıkıldı. Yıllardır bu çürük evleri tespit edemediler mi!?
- Savaş anında olduğu gibi deprem anında, bölgedeki tüm araç, gereç, iş makinasının devlet yönetimine alınması ve belli bir alana götürülmesi önceden organize edilemez miydi?
- Bölgedeki yiyecek, içecek, giysi, battaniye üretimi yapan ve toptancılarının ürünlerine maliyetine el konulup acilen vatandaşa gönderilemez miydi?
- Bölgede deprem anında her il, ilçe için spor salonları gibi kapalı alanların önceden belirlenmesi, yarım gün içinde hizmet verir hâle gelmesi. Ve vatandaşların hızla bu kapalı alanı yönlendirilmesi. Böylece hem kuru kalabalığın önlenmesi hem vatandaşın sıcak bir ortama kavuşturulması sağlanamaz mıydı? (Kapalı alanları boşverin özellikle İstanbul’da açık toplanma alanlarında bile inşaatlar yükselmiş.)
- Askerin bölgeye tam olarak ulaşması öğleden sonrayı buldu. Aylardır uzmanlar bölgedeki stresten bahsediyor. Asker daha hazır halde organize edilemez miydi?
Bu sefer ders alalım Allah aşkına. Bu sefer unutup rutinimize dönmeyelim. Bakın 1999 depreminden sonra uzmanlar “Önümüzdeki 30 yıl içinde İstanbul’da yedi şiddetinden büyük bir deprem olabilir” demişti defalarca. 24 yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Hazırlıksız yakalanmayalım artık. Ciğerimiz yanmasın. Ciğerler yandıktan sonra söylenen “Devletimiz tüm gücüyle vatandaşımızın yanındadır” söylemi hiçbir işe yaramıyor. Deprem olmadan önlem almayız. Kader değil, çürük, kaçak, çalıntı binalar öldürüyor. Bir devlet, vatandaşların hayatını vatandaşlarının insafına bırakmamalı.