Süreyya Ağaoğlu, Halide Edip ve Latife Uşaklıgil ne dersek diyelim bize, eksik gedik Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesinin meyvelerinden sadece birkaçıdır. Toplum mahalle, siyasiler ve devlet olarak anayasal ve reform gelenekli bu 200 yıllık süreci güvenlik devleti modeline dönüştürmeye hiçbirimizin hakkımız yok. Bir dostum bana ısrarla Süreyya Ağaoğlu’nun “Bir Ömür Böyle Geçti” anılarını tavsiye ediyor ve ekliyordu; “İnan bu kitapta Şevket Süreyya’nın Suyu Arayan Adam kitabındaki gibi tarihimizin son dönemlerinin yaşanmışlıklarını bulabileceksin”. Bugünü anlamak için hep Osmanlı modernleşmesinin siyasal ideolojik tahlili ve uzantıları üzerinden arayışlar içindeyim. Bu dönemdeki ilgili aktörlerin anıları benim için hep önem arz etmekte. Ağaoğlu soyadı bende öncelikle annemlerim sıkça telaffuz ettiği eski demokrat Samet Ağaoğlu’nu çağrıştırır. Türk Sağının Düşünce atlası kitabımı hazırladığımda da Türk sağına liberal etkisi tartışılmaz Kazan aydınlanmacısı Azeri Ahmet Ağaoğlu’nun anmamak zaten mümkün değildi. Süreyya Ağaoğlu’nun (1903-1989) yaşamı, Ahmet Ağaoğlu’nun kızı olarak Çar aristokrasi -Kazan aydınlanması- Osmanlı/Türkiye modernleşmesi aksı üzerine aktif katılımcı olarak geçmiş. Yusuf Akçura, Enver Paşa, Halide Edip ve Mustafa Kemal Atatürk bibi şahsiyetler ailenin sıkça görüştüğü insanlar. Süreyya hanım Cumhuriyet modernleşmesinin sembol kadını. İlk Hukuk fakültesi-üniversite kız öğrencisi. İlk kadın hem de uluslararası alanda çalışan avukat. Lord Kinros ve Nehru’dan tutun uluslararası bir ilişki ağı var. İstanbul’un işgal yıllarında aktif olarak gençlerin protesto hareketlerini organize etmiş. Serbest Fırka, İzmir Suikastı davaları, 61 Darbesi, II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’daki psikolojiye de şahitlik etmiş birisi. Gözlem ve analizleri bugünlere ışık tutar ibretlik nitelikte. İşin bir başka veçhesi de, tüm süreçlerde başı dik duran yalnız mücadele eden bir Türk kadını olması. Süreyya Hanım’ın gözlemleri kafamda çağrışım yapan birkaç meseleyi tekrar yerli yerine oturttu. Bir aydın olarak Süreyya Hanım’ın bu nitelikleri kazanmasında birkaç alt yapı unsuru öne çıkmakta. Öncelikle kendisine bu özgüven ve görgü birikimini veren ailesi. Köklü okullarda eğitimi ve birkaç yabancı dili iyi bilerek dünyaya açık olması. Ticari, siyasi ve toplumsal ulusal ve uluslararası ilişki ağı ile sürekli değerlendirmelerde bulunabilmesi. Sivil toplum, demokrasi, inkılap, vatanseverlik ve gelenek arasında nitelikli kavramsal bağ ve dengeleri kurabilmesi. Sıkça geriye dönüp özeleştiri ihtiyacını duyabilmesi. Ve bir de tabi ki Ahmet Ağaoğlu’nun kızı olması.
Son 200 yıllık reform tarihimiz, ne yazık ki dış dünyadaki gelişmelere oldukça odaklı. Tanzimat, Meşrutiyet, 1950’de demokrasiye dönüş gibi. Hele Süreyya hanımın belirttiği gibi II. Dünya Savaşı’nı Nazilerin kazanması durumunda ülkemizin rejiminin nelere dönüşebileceği emareleri bile dehşet verici.
Kitaptan aldığım bazı ilginç notlar şöyle; Ailenin 1911’den bu yana Türk Ocağı toplantı, fikirlerinin merkezinde olması ve buralarda Cumhuriyet düşüncesinin tartışılması, Atatürk’ün Türk Ocakları’nın yerine Halk Evleri’ni istihdam etmesi, davet esnasında Atatürk’ün Celal Bayar’ın eşi Reşide Hanım’ı türbanını çıkarması için ikaz etmesi ve Reşide Hanım’ın sert cevabı karşısında Atatürk’ün sesini çıkarmaması, Ahmet Ağaoğlu Bey’in evini belirli akşamlar ölene kadar adeta zamanın aydınlarının müzakere yaptığı bir düşünce kuruluşuna çevirmesi, başta şapkaya karşı olan Ali Çetinkaya’nın şapkaya muhalefetten arkadaşlarını idama mahkum etmesi ve bazılarına pişman olması ailelerine yardımda teşebbüste bulunması, Latife Hanım ile dostlukları ve boşanmanın inkılaplara-ülkeye acı maliyetini Ahmet Bey’in Kemal Atatürk’ün yüzüne söylemesi, Alman dostu Cumhuriyet Gazetesi kurucusu Nadir Nadi Bey’in 60’lardan sonra nasıl Rus dostuna dönüşmesi, II. Dünya Savaşı esnasında ülkedeki Nazi hayranlığının boyutunu, Varlık Vergisi’nin aslında bu hayranlıktan kaynaklandığını, Almanlar kazansaydı ülkenin demokrasiye değil Faşizme geçeceğini belirtmesi, Türkiye dışındaki Mısır, Pakistan gibi İslam ülkelerinin sefaletini, Hıristiyan Batı’daki evrensel spritüal kavrayışın İslam din adamlarında gelişmediğini, Halide Hanım’dan Gökalp’e kadar Tanzimat aydınlarının kafa karışıklıkları ve sıkça fikir değiştirmelerini, İngilizlerin bir konu hakkında münazarada “benden iyi mi bileceksiniz” yerine “ kanaatimce bana göre” demelerini,  Demokrat Parti’nin geçmiş hakkında hesap sormayacağız demesine karşın iktidarda işlerin pek öyle gelişmediğini, Pakistan’da bir mezar ziyareti esnasında taktığı başörtü nedeniyle nasıl inkılap düşmanı ilan edildiğini, bugün dünyaya açık olan vatansever aydınların nasıl hain edildiği gibi yurt dışı iletişiminden dolayı başına gelenleri, darbenin kendi ve ailesi için acı sürpriz olduğu gibi tespitlerini ifade etmesi. Kitabı tamamladığımda Osmanlı-Cumhuriyet aydınlanmasında Süreyya, Halide Edip ve Latife Uşaklıgil gibi hanımların üstlendikleri sorumluluk ve rollerin anlamını tekrar idrak edebilmiştim. Son 200 yıllık reform tarihimiz, ne yazık ki dış dünyadaki gelişmelere oldukça odaklı. Tanzimat, Meşrutiyet, 1950’de demokrasiye dönüş gibi. Hele Süreyya hanımın belirttiği gibi II. Dünya Savaşı’nı Nazilerin kazanması durumunda ülkemizin rejiminin nelere dönüşebileceği emareleri bile dehşet verici. Ama ne olursa olsun 200 yıllık Anayasa ve seçim geleneği bizi komşularımız İran ve Rusya’dan oldukça farklı kılmakta. Hele bugünlerdeki seçimlerin fazla anlamı olmadığı ülkemiz için seçim sonrası Rusya güvenlik devleti modeli tartışmalarının arasında. Süreyya Ağaoğlu, Halide Edip ve Latife Uşaklıgil ne dersek diyelim bize, eksik gedik Osmanlı-Cumhuriyet modernleşmesinin meyvelerinden sadece birkaçıdır. Toplum mahalle, siyasiler ve devlet olarak anayasal ve reform gelenekli bu 200 yıllık süreci güvenlik devleti modeline dönüştürmeye hiçbirimizin hakkımız yok. Süreyya, Halide ve Latife hanımların mücadelelerine saygı duyuyorsak, kadim doğu ve rasyonel batı aydınlanması aksı ışığında 200 yıllık yol haritamızın da öz eleştirisini yaparak kaldığımız yerden özgün bir şekilde birlikte yolumuza edebilmeliyiz.