Bugün için mesele kimin Cumhurbaşkanı adayı olacağı değildir. Bugün için mesele muhalefetin bir araya gelip her alanda büyük bir seferberliği başlatamamasıdır. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin hikâyesi son derece basit. Atatürk yani Tek Parti döneminde devletçiliğin ve planlı kalkınmanın yarattığı bütün kurum ve kuruluşların çok partili dönemde satılmasıdır. Savaşlardan ve başarılı Ulusal Kurtuluş Mücadelesinden çıkmış bir ülkede bütün kesimlerin temsilcilerinin katılımıyla İzmir İktisat Kongresi toplanır ve ekonomide liberal dönemin kapısı açılır. 1929 yılında Dünya kriziyle yokluklar içindeki bir ülke Sovyetlerden esinlenerek ve onların da katkısını alarak planlı ekonomiye geçer ve kendi ihtiyaçları ve öngörüleriyle devletçilik modelini başarıyla yaşama geçirir. O dönem üretilen her ne varsa “çok partili hayata” geçtikten sonra ama özellikle de AK Parti döneminde üzerinde yer aldıkları arsa bedeli fiyatına özelleştirilir. Çok partili hayata sonra Demokrat Parti’nin iktidarı “Her Mahallede Bir Milyoner Yaratma” propagandası yapıldı. Sonrasında “Küçük Amerika Olacağız” denildi. Bugün ise Çin Modelini tartışıyoruz. Kendi gerçeklerinden, dünya ekonomi-politiğinden bu denli uzak, bu denli öngörüsüz bir siyasetin sadece kendisi iflas etmemiştir aynı zamanda ülkeyi de bir iflas noktasına sürüklemektedir. Her gün tanıklık ettiğimiz “Yoksulluk Hallerini” “dünya da iyi durumda değil”, “kötü niyetli kişiler stok yapıyor, fiyatlar bundan artıyor” propagandasının bir karşılığının olmadığını görüyoruz.
Kendi gerçeklerinden, dünya ekonomi-politiğinden bu denli uzak, bu denli öngörüsüz bir siyasetin sadece kendisi iflas etmemiştir aynı zamanda ülkeyi de bir iflas noktasına sürüklemektedir.
Bugün kimsenin AK Parti’den bir beklentisi kalmamıştır. Buradaki mesele muhalefetin dağınıklığıdır. Toplum derin yoksulluğun içinde kıvranırken, umutları tükenmişken, gelecek hayali yok olmuşken bu denli dağınık bir muhalefet sadece var olan krizleri daha da derinleştirecektir. Bugün için mesele kimin Cumhurbaşkanı adayı olacağı değildir. Bugün için mesele muhalefetin bir araya gelip her alanda büyük bir seferberliği başlatamamasıdır. Partilerin tek tek çözüm önerileri sunmaları, miting yapmaları kuşkusuz önemlidir ve fakat yeterli değildir. Ülkeyi bu krizden çıkaracak güçlü bir birliktelik zorunludur, tarihidir. Cumhur İttifakı dışındaki bütün muhalefetin birlikteliği zorunludur. Tarihimizin bu en büyük krizlerinden birinde eğer muhalefet üzerine düşeni yapmazsa toplum ve tarih nazarında hesap veremeyeceği bir duruma düşecektir. Politikyol’daki çok değerli yazarlarla birlikte sürekli yazıp, her platformda dillendiriyoruz; krizden çıkış için ortak bir program zorunludur. Nasıl mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden çıkış için bir araya gelinmişse bütün alan ve sektörler için bilgi birikiminin, tarihsel deneyimlerin, gelecek projelerinin bir araya getirilmesi mecburidir. Bütün muhalefet partileri bir araya gelmeden ne çözümü ortaklaştırabilirler, ne erken seçimi imkan dâhiline sokabilirler ne de ortak bir aday ve de programla halkın karşısına çıkabilirler.
Ülkeyi bu krizden çıkaracak güçlü bir birliktelik zorunludur, tarihidir. Cumhur İttifakı dışındaki bütün muhalefetin birlikteliği zorunludur.
İtiraf edelim ki, yaşadığımız kriz sadece ekonomik değildir. Ekonomik kriz gündelik hayata en çok yansıyan ve can yaktığı için çokça dillendirilen bir konudur. Ancak ülkenin mevcut sistemi, demokrasisi, yargısı, eğitimi, tarımı, diplomasisi bir bütün olarak kriz içindedir. Dolayısıyla salt olası bir seçim galibiyetiyle var olan bütün sorunların kendiliğinden çözümünün mümkün olacağını kimse düşünmemelidir.
İtiraf edelim ki, yaşadığımız kriz sadece ekonomik değildir. Ekonomik kriz gündelik hayata yansıdığı için çokça dillendirilen bir konudur. Ancak ülkenin demokrasisi, yargısı, eğitimi, tarımı, diplomasisi tümüyle kriz içindedir.
Bugün muhalefetin temel sorumluluğu ülkenin bütün birikimini bir araya getirerek ortak bir program ve kadroyla her alanda seferberlik ruhuyla milletin karşısına çıkmasıdır. Ülkenin mevcut durumu ile dünyadaki durum sağlıklı bir biçimde analiz edilerek yeni model inşa önerisi topluma sunulmalıdır. Bu model de ne “Küçük Amerika’dır” ne de “Çin modelidir.” Halkçı, kamucu, dayanışmacı, planlı ve kalkınmacı bir modelin inşası zorunludur. Ülkeler ya da kamplar arası bir tercihten değil, kendi özel ve özgül koşullarının üretimiyle, dünyadaki süreçleri kavrayan bir yaklaşımla modelin inşası mümkündür ancak bunu mümkün kılacak olan da bütün toplumsal ve siyasal muhalefetin birlikteliğidir.