Kurnaz Hollandalılar bir ineğin postunu en ince şeritler halinde kesmişler ve bu hisarı yapabilecekleri devasa bir alanı Kral’dan istemişler. Sri Lanka Kralı tabii namuslu adam, söz vermiş bir kere, hayır diyecek hâli yok.
Kandy yazısına “başkentler” ile başlamıştım, Galle’e gelince, buranın da “güneyin başkenti” olarak adlandırıldığını öğrendim -bunlarda muhtemelen, kuzeyin, doğunun, batının, hatta belki kuzeybatının falan bile ayrı başkentleri vardır.
Galle, bu sıfatı sonuna kadar hak eden, Sri Lanka’da gördüğüm en güzel şehir.
Nuwara Eliya da güzel bir yerdi veya Negombo’nun sahili de çok güzeldi ama hiçbirinde akşamları otelden çıkıp da gidilecek bir yer yoktu.
Şöyle çıkayım, sokaklarında dolaşayım, bir yerde bir şeyler içeyim diyebileceğiniz tek yer Ella’ydı, orası da küçücük, iki gece kalsan herkesle arkadaş olursun.
Ama Galle ile Ella arasında temel bir fark var.
Ella, turistler rağbet gösterdikçe bir anda popüler hâle gelen, dolayısıyla da sadece onlara hizmet veren bir yerken, Galle, daha baştan Batı etkisi altında çok kültürlü bir şehir olarak kurulmuş.
Ella, Batılı turistin seveceği her şeyi getirmiş; Galle'ün ise harcında onlardan parçalar görüyorsunuz.
Batı etkisini tamamen çekip çıkarabilirseniz Ella yan köylerinden birine döner ama Galle tamamen yok olur.
Evet, Galle, bu açıdan bugüne kadar anlattığım her yerden ayrılıyor.
Ama yol üstünde bir kaplumbağa hastanesi var ki bahsetmeye değer.
Kaplumbağaların sekiz türü varmış, bunlardan beşi, biri bizim de yakından tanıdığımız caretta-caretta, Hint okyanusuna geliyormuş.
Yaralı kaplumbağaları getirip buradaki küçük havuzlarda tedavi ediyorlarmış.
Oltanın yaraladığı, geminin kabuğunu çatlattığı kaplumbağalar falan bir yana ama denizanası sandığı plastik atıkları çok yediği için şişip suya batamayan kaplumbağayı görünce insanın içi paramparça oluyor.
Aynı zamanda yumurtlayabilmeleri için de güvenli bir alan oluşturmuşlar.
Burası gerçekten güzel, görülmesi ve desteklenmesi gereken bir yer.
Galle’ün alametifarikası “Hollandalıların Hisarı”.
- yüzyılda, Hollandalılar, gemileriyle buraya geldiklerinde inek postu kadar bir yeri kendilerine vermeleri için Kral’la bir anlaşma yapmışlar.
Hollandalıların gözü Sri Lanka’da yetişen tarçın ağaçlarındaymış.
Kral da tamam demiş.
Bu eski hikâyelerde çok çocukça kandırmacalar vardır, “bu kadar da olmaz artık,” dersiniz ama ya gerçekten böyle bir şey olmuştur ya da anlatıla anlatıla gerçekliği sorgulanamaz bir hâl almıştır.
Kurnaz Hollandalılar bir ineğin postunu en ince şeritler halinde kesmişler ve bu hisarı yapabilecekleri devasa bir alanı Kral’dan istemişler.
Kral tabii namuslu adam, söz vermiş bir kere, hayır diyecek hâli yok.
Fakat hisarın yapılacağı alan öyle bir çizilmiş ki tarçın ağaçlarının tamamı dışarda kalmış -al sana Kral’ın intikamı.
Galle, o dönemlerde Çinlilerle Arap tüccarların da en sık geldiği liman kentlerinden biriymiş.
Portekizliler, Hollandalıların yaptığı hiçbir şeyi yıkmamış, hatta kendi armalarını bile Hollandalılarınkinin yanına çakmışlar. Sri Lanka’nın en güney ucunda Hollandalılardan sonra Portekizlilerin de hikâyesi yerel halkla karışmaya başlamış.
Kral’la Hollandalılar bu oyunları oynarken bu kez limanda Portekizlilerin gemileri görülmüş.
Hollandalılar için pabuç pahalı, Kral da bir adamını yollamış Portekizlilere, demiş ki, “bunları kovmama yardım ederseniz hisarı size vereceğim.”
Bazen yağmurdan o kadar nefret edersiniz ki dolu size yaz güneşi gibi gözükür.
Böylece, Hollandalıların ardından Portekizliler adaya çıkmış.
Gelgelelim, bu yeni gelen insanlar yerli halkı çok ürkütmüş; “çiğ et yiyip kan içen balıkçıların” adanın yeni misafiri olduğu söylenince Kral bizzat gelip görmek istemiş.
Çiğ etin esmer ekmek, kanın da kırmızı şarap olduğunun anlaşılmasıyla görece sulh sağlanmış.
Hollandalılar giderken pek çok değerli mülkü yıllardır ticaret yaptıkları Araplara verdikleri için Galle’ün yüzyıllardan beri Müslüman bir azınlığı da olmuş.
Yapımına Hollandalıların başladığı hisarı 1505’te Portekizliler bitirmiş.
Portekizliler, Hollandalıların yaptığı hiçbir şeyi yıkmamış, hatta kendi armalarını bile Hollandalılarınkinin yanına çakmışlar.
Sri Lanka’nın en güney ucunda Hollandalılardan sonra Portekizlilerin de hikâyesi yerel halkla karışmaya başlamış.
Portekizlilerin horoz şeklindeki arması Portekizcede “galo” diye okunduğu için, bir müddet sonra şehir de bu isimle anılmış.
1700’lerde bu kez Afrika’dan köleler getirilmiş, inşaatlarda çalıştırılmışlar, daha sonra, Portekizliler gidip de İngilizler buraya egemen olunca polis teşkilatını yapılı kölelerden kurmuşlar.
Hisarın bir ucundaki deniz feneri, Galle’ün simgesi.
Bu gördüğümüz yenisi, İngilizler döneminde, 1938’de yapılmış.
Eskisinde aydınlatma için gaz kullanılıyor ya, bekçinin biri içerde sigarasını yakınca deniz feneri havaya uçmuş.
İngilizler, Portekizlilerin aksine, kendilerinden önce gelenlerin her türlü izini, mezarlıkları dahil yok etmek istemiş.
Amaç, adada Hollandalılara ve Portekizlilere dair ne varsa silmek, İngilizlerin biricikliğini anlatacak şekilde tarihi yeniden yazmak.
Ama başta Galle halkı İngilizlerin bu isteklerini gerçekleştirmesine izin vermemiş.
Hisarın üstünde birkaç saat yürümek mümkün, uzun bir daire çizdiğinizde saat kulesine geliyorsunuz.
Hisarın denizle buluştuğu yer, hele günbatımında…
Kayalıklar, kıyıya vuran dalgaların köpükleri ve de gökyüzünün şeftali kabuğu renkleri…
İnsan burada, tam da şu anda zaman durmalı, diye geçiriyor içinden.
Diğer şehirlerde doğru dürüst bir tane cafe yokken Galle’de âlâsı var, ama bu şehrin en eskisi olduğu söylenen bir tanesine girip kakuleli ve sütlü bir çay içtim.
Hisarın denizle buluştuğu yer, hele günbatımında… Kayalıklar, kıyıya vuran dalgaların köpükleri ve de gökyüzünün şeftali kabuğu renkleri…İnsan burada, tam da şu anda zaman durmalı, diye geçiriyor içinden.
Üçüncü kuşak sahibi, fiziken tam bir Sri Lankalı ama soyadının Da Silva olduğunu söyledi.
Bu melezleşmenin Galle’de sayısız örneği olduğunu tahmin ediyorum.
Sri Lanka’daki en güzel yemeği de burada yedim; aynı zamanda otel olan Rampart’ın restoranında.
Balık çorbası, ardından kabuklusu bol bir deniz mahsulü tabağı.
Sri Lanka’ya özgü bazı hoşluklar da yine burada karşıma çıktı; sokak hayvanı olarak koşuşturan tavus kuşları ve kocaman bir iguana.w
Hisariçi Galle’ün sokakları, kafeleri, dükkânları pek şirin, pek güzel.
Hollandalılar binalar yapmış, Portekizliler devam ettirmiş, İngilizler son şeklini vermiş.
Buralarda zaman geçirdikçe insanın içine huzur doluyor.
Bir daha gelebilirsem, Galle’de daha çok zaman geçirmek isterim.