İktidar ne büyümeden tasarruf etmek istiyor ne de arzuladığı bu büyümeyle orantılı bir faiz ve döviz kuruna rıza göstermeye ikna oluyor. Kısacası iktidar büyük ölçüde imkânsızı” gerçekleştirmek istiyor. Ekonomi yönetimi kamuoyunda güven arttırmaya yönelik olarak birçok adım atıyor. Önce Mehmet Şimşek’in ekonominin başına atanması, ardından bazı “liyakat” sahibi bürokratik atamanın yapılması bu tarz adımlardan bazıları. Ancak uygulamaya konulan yeni politikaların faiz kanadında ürkek davranılması ve bütçenin sadece gelirler kısmına odaklanılıp, harcamalar kısmına dokunamamak bu algının kısmen zayıflamasına yol açtı. Bir iktisatçı olarak benim bu konulardaki düşüncem çok açık. Başkanlık sistemi altında ve kuvvetler ayrılığı ilkesini dışlayan bir yönetim anlayışıyla ekonomide hiçbir kalıcı iyileştirmenin sağlanamayacağına inanıyorum. Dolayısıyla ülkemizdeki ihtiyaç duyulan en önemli yapısal reformun başkanlık sistemine kuvvetler ayrılığı ilkesinin dâhil edilmesi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla “yönetim” şeklinin siyasetin olduğu kadar bugünkü ekonomik sıkıntıların da konusu olduğunu iddia etmek mümkün. Son zamanlarda ekonomi alanında alınan tüm kararların ardında iktidarın telaş içinde giriştiği dış kaynak arayışı olduğu düşünülebilir. Ama turizmden beklediğini bulamayan ekonomi yönetimi, yerel seçim öncesinde acil olarak kaynak bulma ihtiyacını daha önce olmadığı kadar fazla hissediyor. Zira büyük önem atfedilen bu seçim öncesinde, siyasi iktidar büyümeden taviz vermek istemiyor. Ama bu büyümenin finansmanı bakımından da sıkıntı hâlâ devam ediyor. Bu kapsamda dış destek arayışında olan iktidarın en son hamlesi KKM konusunda oldu. Uzun dönemde ekonomik istikrarı tehdit etme potansiyeline sahip olan bu uygulamanın, ekonomik istikrar dışında bütçe esnekliğini azaltma yönünde de etkisi var. Artık KKM kamunun yeterli düzeyde tasarruf yapabilmesini engelleyen bir uygulama hâline geldi. Bu yüzden de tüm maliyeti TCMB’ye aktarıldı. Geçen hafta itibariyle vatandaşın KKM’den TL mevduata dönmesinin teşvik edilmesi ve böylece döviz talebi düşürülebilmesi için bankalar görevli kılındı. Bankaların mudilerini ikna etmesi istenerek, TL talebinin doğrudan “telkinle” arttırılması arzulandı. TCMB’nin kendi politika faizlerini arttırmayarak bu sorumluluğu bankaların üzerinden verilecek mevduat faizlerine havale etmesi ise, para politikasının güvenilirliği açısından sorunlu bir uygulama olarak görüldü.  Böyle bir sorunlulukla karşı karşıya kalan sektör temsilcileri birden kendilerini bu hususta daha hızlı faiz artırımını telkin ederken buldular. Ancak TCMB yeni PPK üyelerinin göreve başladığı ilk toplantıda kamuoyu ters köşe yapılarak, faizlerde kimsenin beklemediği bir artışa imza atıldı. Bu hamle kamuoyu tarafından beklenen yönde atılmış doğru bir adım olarak düşünülse de, yeterli görülmedi. Ama çok daha önemlisi güvenilir bulunmadı. Bu artışın eski politikalardan vazgeçilip geçilmediğinin bir göstergesi mi, yoksa piyasaların kısa dönemde güvenini sağlamaya yönelik geçici bir hamle mi olduğu tam olarak anlaşılamadı. Bu bakımdan kamuoyun bankanın bir sonraki toplantıda alacağı karar ve beraberinde yapılacak olan açıklama daha çok önem kazandı.
Gelecek seçim sonrası enflasyonda hızlı bir düşüşün koşulu ülkenin mali kaynak ihtiyacını aşağıya çekebilmek ve bu yolla faiz ve kurlar üzerindeki talep baskısının azaltabilmek ancak büyümeden fedakârlık edebilmekle mümkün olacaktır.
Bankanın faiz açısından hala gideceği yol olduğu görüşündeyim. Bugünkü %25 düzeyinin KKM konusunda bankaların elini şimdilik rahatlatacağı aşikâr ama mudileri ikna edilebilmesi çok zor. Bunun için daha beklemeye ve ekonomik tedbirlerin niteliğinin biraz daha netlik kazanmasına ihtiyaç var. Dahası sınırlı siyasi destekle alınmış bu ekonomik tedbirlere yabancı yatırımcıların nasıl tepki göstereceğini görmek lazım. Bu tepkinin olumlu olması finansal yatırımların riskinin azalmasına yol açacak olan enflasyonun kontrol alınmasına bağlıdır. Hem bu şekilde TCMB’den daha yüksek faiz beklentisinin önüne geçilebilecektir. Şu ana kadar iktidarın enflasyon konusunda vermiş olduğu resim pek olumlu değil. Enflasyonda kayda değer bir başarı görebilmek için daha çok erken. Bu doğru. Ama böyle bir başarı için gerekli tedbirlerin şimdiden alındığını görmek en azından enflasyonist beklentilerin kontrol edilmesi bakımından önemli olacaktır. Ancak şu ana kadar yapılan uygulamalar bu konuda net bir fikir vermiyor yatırımcılara. Bu arada iktidar ne büyümeden tasarruf etmek istiyor ne de arzuladığı bu büyümeyle orantılı bir faiz ve döviz kuruna rıza göstermeye ikna oluyor. Kısacası iktidar büyük ölçüde “imkânsızı” gerçekleştirmek istiyor. Bu imkânsızlıklar da ister istemez enflasyon olarak kamuoyunun karşısına çıkıyor. Bir süre sonra açıklanacak orta vade program ve orada açıklanacak olan büyüme oranlarının önümüzdeki sene ve sonrasına ait enflasyon beklentilerin nasıl evrileceği konusunda önemi büyük. Gelecek seçim sonrası enflasyonda hızlı bir düşüşün koşulu ülkenin mali kaynak ihtiyacını aşağıya çekebilmek ve bu yolla faiz ve kurlar üzerindeki talep baskısının azaltabilmek ancak büyümeden fedakârlık edebilmekle mümkün olacaktır. Bu fedakârlığın ne ölçüde yapıldığını orta vadeli programda göreceğiz. Bu programın açıklanmasının erteleneceği her gün kamuoyunun enflasyonist beklenti oluşturmakta zorlanacağı ve bu şekilde enflasyonla mücadelenin sekteye uğrayacağı çok açık.