Açılan bu parantezi kapatmaya çalışan “muhafazakâr-İslamcı” kimliğin mensupları da benzer “ittihatçı” bir anlayışla benzer bir şeyi yapıyorlar ve yapmaya devam edecekler. Kendi değerlerini ve yaşam tarzlarını toplumun her kesimine benimsetmeye çalıştılar ve çalışmaya da devam edecekler. İnsan üzülmeden edemiyor. Yeni kabinenin yeni bakanlarını görünce belki bir ikisi hariç bunlar mı Türkiye’nin sorunlarını çözecek diye kendi kendine sormadan edemiyor. CHP’nin MYK’sı ise benzer bir duygu veriyor. Diğer muhalefet partilerindeki “şimdi ne yapacağız” paniklemesi de yine medyadan okunabilen bir durum. Yani ülkenin siyasi aktörlerine bir şeyler oluyor. Eğer sosyal medya okuyucuysanız bu duygunun oldukça yaygın bir duygu olduğunu görüyorsunuzdur. Derler ya “şirazesi bozulmuş” diye, işte öyle insanların şirazeleri bozulmuş gibi. Herkes herkes hakkında acaip laflar ediyor. Hakaret ediyor, tehdit ediyor ve zaman zaman da küfür ediyor. Peki ne oluyor sahiden? Biraz kendimizi geriye ve yukarıya doğru çeker gelişmelere kuş bakışı bakarsak bence bu karışık ruh hallerinin  Cumhuriyet parantezinin kapanmakta olduğuna işaret ettiğini görebiliriz. Biliyorsunuz Erdoğan, Cumhuriyeti Osmanlı dönemine açılmış bir parantez olarak görüyor. Bütün çabası, tıpkı bir zamanlar Abdülhamit’in “Meşrutiyet” parantezini kapatmaya çalışması gibi, o da “Cumhuriyet” parantezini kapatmaya çalışıyor ve sanırım bu seçimlerle birlikte bu parantezi kapatmanın eşiğine gelmiş durumda. Onun için bundan böyle Türkiye’de söz konusu olacak hemen hemen her gelişme özellikle “laik-batıcı” kimliğin sinirlerini ve şirazesini bozacak. Bozacak çünkü bundan böyle iktidarın her adımı laik kimliğin değerlerine, yaşam tarzına aykırı öğeler taşıyacak. Kaldı ki alacağı ekonomik önlemler de özellikle bu kesimi daha da fakirleştirecek. Doğrusu belki de böylesi daha iyi olacak. Çünkü gerçekten de “laik-batıcı” kimliğin şu anda varolan özellikleri kapatılmak istenen cumhuriyet parantezinin önlenmesini sağlayamıyor. Çünkü “laik-batıcı” kimliğin bu güne kadar ki derdi kendi yaşam tarzının korunması olduğu kadar bu tarzın toplumun diğer kesimlerince de benimsenmesi için “ittihatçı” bir yönetim anlayışıyla toplumu yönetmek. Açılan cumhuriyet parantezi de buydu.
İnsanlar kendi hayatlarıyla ilgili kararların alınmasında kendilerinin de dahil olmalarını istiyorlar. Bu talep özellikle dünyanın her batılı ülkesinde ve her laiklik anlayışıyla yönetilen ülkesinde ortak bir anlayış olarak gelişiyor
Açılan bu parantezi kapatmaya çalışan “muhafazakâr-İslamcı” kimliğin mensupları da benzer “ittihatçı” bir anlayışla benzer bir şeyi yapıyorlar ve yapmaya devam edecekler. Kendi değerlerini ve yaşam tarzlarını toplumun her kesimine benimsetmeye çalıştılar ve çalışmaya da devam edecekler. Türkiye’nin karşılaştığı bahis bu bahis! Yukarıda dedim ya, “laik-batıcı” kimliğin şu anda varolan özellikleri kapatılmak istenen cumhuriyet parantezinin önlenmesini sağlayamıyor. Böyle bir cümle kurmamın nedeni  ise laik kesimin bir türlü “demokrat” bir kimliğe doğru değişemiyor olması. Damarlarındaki “ittihatçı” kanın bir türlü demokrat bir anlayış üretememesi. Yukarıdaki tesbitlerimden kolaylıkla çıkarılabilir ki aslında söylemek istediğim bu anlayışın yalnızca  “laik-batıcı” kimliğe has bir anlayış olmadığı “muhafazakâr-İslamcı” kimliğin de “demokratlıktan” nasibini alamamış olduğudur. Oysa çağımız değişti. İnsanlar kendi hayatlarıyla ilgili kararların alınmasında kendilerinin de dahil olmalarını istiyorlar. Bu talep özellikle dünyanın her batılı ülkesinde ve her laiklik anlayışıyla yönetilen ülkesinde ortak bir anlayış olarak gelişiyor. Bizde laik ve batılı değerler üzerinden siyaset yaptığını söyleyen partilerin ise bu konuda kendilerini ve destekçilerini sorgulamaları gerek. Gerçekten savundukları görüşler ve öneriler “demokratça” mı diye. Bu çerçeveden bakınca önümüzdeki bir yıldan daha az bir süre sonunda yapılacak mahalli seçimlerin, kapanmakta olan cumhuriyet parantezinin son çivisi olacağını düşünürsek, özellikle CHP’nin, varolan “ittihatçı” zihin dünyasından kendisini sıyırıp, daha cesur ve daha demokrat bir söylem ve uygulamaya yönelmesi tam bir gereklilik. Bunun anlamı, kim ne derse desin, şiddet önermeyen, demokratik değerlere bağlı, ortak vatan ve demokratik bir cumhuriyet düşünceleri üzerinden herkesle işbirliği yapmaya hazır olan ve her şeyden önemlisi “kapsayıcı” bir siyaset üretmesidir. Bu kimliğin içinde böyle bir anlayışın üretilmesi için yeterinden bile fazla yetenekli insan olduğu da açıktır. Önemli olan partinin nasıl örgütlendiği değil, partinin ideolojisinin “demokrat” olup olmadığıdır.