Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve devlet adına hareket eden bazı kişiler, Kürt sorununun çözülmesini istememektedirler. Bu siyasi pozisyon, büyük ölçüde bir “bölünme korkusunun” sonucu benimsenmiş bir pozisyon.Bu iki haber de tabii ki sosyal medyaya düştü. Ama iki haberin de Google’da yer alma sayılarına bakarsak yukarıda ne dediğim daha iyi anlaşılır. Barış Pehlivan’ın (“Barış Pehlivan yine hapse girdi”olarak yazarsanız) tam 87 bin 600 defa, Fevzi Esen’in (“ Fevzi Esen 32 yıllık hapisten sonra” olarak yazarsanız) ise sadece 9 bin defa yer almış olduğunu görürsünüz. Evet bu örnek gibi çokça örnek verilebilir ki Kürtlerin başına gelenler, Kürtlerin yaşadıkları Türklerin gündemine pek girmiyor. Devlet, uyguladığı politikalarla Kürtleri, Türklere yabancılaştırıyor, Kürtleri Türklerden uzaklaştırıyor. O nedenle de gerçekten bu ülkenin birliğinden yana olan Türklerin, devletin bu politikadan vazgeçmesi gerektiğini daha yüksek sesle söylemeleri gerekiyor. Zaman o zamandır!
Devletin Kürt politikası bölücüdür!
Erol Katırcıoğlu
Devlet, uyguladığı politikalarla Kürtleri, Türklere yabancılaştırıyor, Kürtleri Türklerden uzaklaştırıyor. O nedenle de gerçekten bu ülkenin birliğinden yana olan Türklerin, devletin bu politikadan vazgeçmesi gerektiğini daha yüksek sesle söylemeleri gerekiyor.
Artık şunu daha açık hâle getirmemiz gerekiyor. Bu ülkede, birçok siyasetçi “Kürt sorunu” vardır demesine rağmen pratikte yokmuş gibi davranmayı tercih ediyor. Bu siyasetçilerden biri olan Erdoğan’ın bu sorunu kabul ederek bir çözüm süreci olabileceğine yönelik adımlar atmasına rağmen işler ciddiye binince bu girişiminden çark etmesi ve sonunda “Kürt sorunu yoktur Kürt vatandaşlarımızın sorunları vardır” demesi aslında onun da topu taca atmayı tercih ettiğini gösterdi.
Oysa Kürt sorunu var! Hem de çözülmesi için koşulları giderek zorlayan bir sorun olarak var. En son örnek mi? En son örnek şu “e-reçete” meselesinde ortaya çıktı. Sistemde, İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Fransızca dilleri var, ama Kürtçe yok! Bu durumun “normal” bir durum olmadığı ortada. Kim ne derse desin, bu kararın tümüyle “derin devletin” dikte ettirdiği bir karar olduğu çok açık.
Ama bu açıklamanın “sakil” bir açıklama olduğu da açıklamanın kendisinden dolayı aynı şekilde çok açık. Düşünsenize bu ülkede nüfusları 20 milyon civarında olan ve önemli bir kısmının da Türkçe bilmediği bilinen Kürtlerin dilleri sisteme dahil edilmemişken, 3-5 Fransız vatandaşı için Fransızcanın dahil edilmesi bu sakilliğin en açık kanıtı bence.
Bu uygulama, diğer birçok uygulamayla birlikte açıkça ortaya koymaktadır ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve devlet adına hareket eden bazı kişiler, Kürt sorununun çözülmesini istememektedirler. Bu siyasi pozisyon, büyük ölçüde bir “bölünme korkusunun” sonucu benimsenmiş bir pozisyon. Olabilir devletin ve devlet adına her nasılsa karar verenler açısından böyle bir düşünce mantıklı da olabilir. Ama doğrusu ben, bu korkunun toplum düzeyinde bir karşılığı olmadığını düşünüyorum. Üstelik de 20 yıldır Kürtlerle ilgili yaratılan “terör” algısına rağmen bunun böyle olmadığını düşünüyorum.
O nedenle de açıkça söyleyeyim ki Kürtlerin bölünme yönünde arzuları olduğunu o nedenle de baskı altında tutulmaları gerektiği politikasının toplumumuzun çıkarına olmadığını düşünüyorum. Hatta daha açık yazayım. Böyle düşünenlerin yaptıklarının, düşündüklerinin tam aksine ülkenin bölünmesi yönünde etkiler ürettiğini düşünüyorum. Onların benim gibi düşünenlere çok kolaylıkla söyledikleri ve benim kullanmaktan hiç hoşlanmadığım bir ifadeyle “vatana ihanet” etmekte olduklarını düşünüyorum.
Bu meselenin bir ciddi mesele olarak siyasetçilerin gündemine bir türlü doğru dürüst girememesinin nedeni de toplumun özellikle Türk kesiminin Kürt sorunu konusunda bilgisizliğidir. Bu bilgisizliğin önemli bir nedeni ise medyanın bu konuyla ilgili doğrudan devlet tarafından yönlendiriliyor oluşu ve bu nedenle de Kürtlerin yaşadıklarının Türklere tam olarak ulaşamıyor oluşudur.
Bir örnek vermek gerekirse son günlerde olan iki hadiseye değineceğim. Biri gazeteci Barış Pehlivan’la ilgili. Biliyorsunuz Barış Pehlivan 2020 yılında açılan bir davadan dolayı yine hapse girdi. Asla kabul edilmeyecek, vicdanları sızlatan bir adaletsizlik örneği.
İkinci örnekse, 32 yıllık hapisten sonra tahliye olan Fevzi Esen geçenlerde nihayet serbest bırakıldı. “Siirt'te 1991 yılında tutuklanarak Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından "Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak” iddiasıyla müebbet hapis cezası verilen Fevzi Esen, 30 yıllık tutukluluğunun ardından tahliye edilmedi. Defalarca infazı yakılan Esen'in tahliyesi her defasında ertelendi”.
Yorumlar
Popüler Haberler
Erdoğan'ın asgari ücret paylaşımına yorum yapan kişiye soruşturma
Bakan Fidan: HTŞ, yıllardır bizimle işbirliği içinde oldu
Devlet Memurları Kanunu Teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi
Bakan Işıkhan asgari ücreti açıkladı
İstanbul'da deprem meydana geldi
Yaşlılık, emekli ve engelli maaşı alanlar isyanda: 'Geçinemiyoruz'