Toplumlar artık bu tür ilkesiz siyasetçileri ve dolayısıyla bu tür ilkesiz uluslararası ilişkileri üreten “temsili demokrasi”nin değişimini istiyor. Gerçek insanların seslerinin duyulabileceği yeni bir demokrasiyi talep ediyor.“İkincisi” ise SİSİ’nin ziyareti. Bu ziyaretin Suriye ile olan kopmuş ilişkilerin yeniden kurulması amacı taşıdığı açık. Mısır, Arap dünyasının en gelişmiş ülkelerinden biri. Erdoğan’ın Sisi ile görüşmesi doğaldır ki Suriye’nin sorunlarının nasıl çözüleceği ile ilgilidir. Tabii bu sorunların içinde Erdoğan için en önemli konu ise Kürtlerin geleceğinin nasıl biçimleneceği konusudur. Orada Kürtlere bir tür özerklik verilmesi gibi adımların Türkiye’yi ilgilendireceği açıktır. O nedenle de Suriye sorunu çözülürken topuzun ucunu kaçırıp Kürtlere özerklik gibi bir statü verilmesi olasılığı Erdoğan’ın kırmızı çizgilerinden biri. Suriye içindeki askeri varlığını da kullanarak böyle bir gelişmenin önünü tıkamak sanırım onun en önemli amacı. Tabii unutmamak gerekir ki Rusya ile ilişkileri yanı sıra, Batı ile daha çok yakınlaşmış bir Türkiye, Suriye konusunda daha sözü dinlenecek bir ülke olacaktır. Bütün bunlar seçim sonrasında Erdoğan’ın son dönemi bakımından önemli bulduğu iki temel konuya odaklanmış gibi görünüyor. Biri ekonominin düzeltilmesi diğeri ise Kürt meselesinin çözümü. Erdoğan’ın Suriye’deki Kürtler konusuna nasıl yaklaşacağını bilmiyoruz. Ama Suriye bütünlüğü içinde, özerkliğe benzer bir çözümün bize de etkisi olabilecek bir çözüm olacağı ve bizdeki Kürtleri de etkileyerek mahalli seçimlerde başta İstanbul olmak üzere büyük şehir belediyelerinin yeniden kazanılmasını sağlayabilecek bir hamleyi besleyebileceği açıktır. (Böyle bir hamlenin içeride HDP’yi küçültecek bir hamle olması da bir olasılıktır.) Tabii böyle bir sonucun elde edilmesi için Suriye’de Kürtler için bulunabilecek özerkliğe benzer bir çözümün ne olacağı, neleri içereceği çok önemlidir. Erdoğan kıvrak bir siyasetçidir. Ama ilkesizdir. Zamanımızın giderek daha fazla ilkesizleşen uluslararası ilişkilerine uygun biridir. Ama bu ilkesizliğin ilelebet sürecek bir tutum olduğunu söylemek de doğru değildir. Çünkü toplumlar artık bu tür ilkesiz siyasetçileri ve dolayısıyla bu tür ilkesiz uluslararası ilişkileri üreten “temsili demokrasi”nin değişimini istiyor. Gerçek insanların seslerinin duyulabileceği yeni bir demokrasiyi talep ediyor. Umalım ki böyle bir demokrasi bizim için de yakındır.
Erdoğanın son adımları: Ekonomi ve Kürtler
Erol Katırcıoğlu
Erdoğan kıvrak bir siyasetçidir. Ama ilkesizdir. Zamanımızın giderek daha fazla ilkesizleşen uluslararası ilişkilerine uygun biridir. Ama bu ilkesizliğin ilelebet sürecek bir tutum olduğunu söylemek de doğru değildir.
Erdoğan’ın hızla pozisyon değiştirdiğini görüyorsunuz değil mi? Dün Zelensky ile görüşme sonrası Rusya ile anlaşma gereği Türkiye’de olan bazı tutuklu Ukrayna askerlerini bırakması, bugün de İsveç konusunda, “Bizim AB üyeliği sürecimizin önünü açın, biz de İsveç’in önünü açarız” demesi. Sonra da Vilnius’da yapılacak NATO zirvesinde Başkan Biden’la bir görüşme yapacağını eklemesi. Daha sonraki saatlerde de ABD’den destek mesajları gelmesi.
Bu gelişmelere “bir” dersek, “ikinci” gelişme de Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin yakında Türkiye’ye gelecek olması.
Erdoğan’ın son günlerdeki bu iki pozisyon değişikliği, değişikliğin oldukça kapsamlı bir değişiklik olacağının işaretleri.
Cumhurbaşkanı anlaşılan bu son döneminde geçmişte yaptığı hataları tamir etmeyi ve tarihe not düşecek işler yapmayı istiyor. Bir taraftan Rusya ile henüz bozulmamış olan ilişkileri kullanarak Batı’ya Ukrayna ve İsveç üzerinden mesaj vererek Avrupa Birliği’ne dönmeyi sağlamak istiyor.
Bunun tabii ki ülkedeki demokrasinin iyileştirilmesi gibi bir meseleyle bir ilgisi yok. Bence bu değişiklik, doğrudan, yabancı sermayenin yeniden Türkiye’ye akmasını sağlayarak ekonomik krizi aşmak amacıyla daha çok ilgili. Çünkü açıktır ki bu enflasyon düzeyi ülkedeki emek maliyetlerini yabancı para cinsinden öyle düşürdü ki, Avrupa’ya bu denli yakın bir havzada Avrupa’nın tedarikçisi bir Türkiye’nin yaratılması mümkün.
Tabii ki sadece enflasyon değil göçmen işçilerin varlığı da emek maliyetlerinin düşmesinde önemli bir rol oynuyor. Bunların yanı sıra ülkedeki yetişmiş işgücü ve girişimci kapasitesinin varlığının da böyle bir ilişkinin kurulmasında önemli olacağı açık. Bu nedenle de Erdoğan, böyle bir yaklaşımın “vin-vin” çerçevesinde her iki tarafı da memnun edebileceğini düşünüyor…
Dolayısıyla, bütün bu dış politika dansları, Türkiye’nin demokrasisi sorunlu olsa da adaleti hukuk tarafından değil de güç tarafından dağıtılıyor olsa da fikir özgürlüğü sınırlı olsa da yabancı sermaye bir zamanlar Çin’e nasıl gittiyse bize de gelir fikri üzerinde yapılıyor. Bu “bir”.
Yorumlar