Bu defa gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmamalı. Daha kaç bin insan başka ülkelerde olsa burun kanamayan doğa olaylarında ziyan olmalı bilmiyorum. Bazen olur, ne deseniz manasız kalır, sussanız içinizdeki taş ağır gelir, konuşsanız da eksilmez. Bilemezsiniz, eliniz kolunuz birbirine dolanır bir an, bir an donar kalırsınız. Uzaklardan kemiklerinize dek sinmiş keder, utanarak ettiğiniz bir şükre karışır. Hiçbir şey diyemiyorum. Sinirimi, üzüntümü, çaresizliğimi ifade edecek uzun cümleler kuramıyorum. Boğazım düğümleniyor, birkaç damla yaş akıyor, sonrası sessizlik. Sevdiklerime sarılıyorum, biraz olsun ısınıyorum. Ne kadar ısınabilirsem. Hepimiz gibi. 6 Şubat sabahı uyandığımız insan elinden çıkma bir kıyametti. Yurdun dört bir yanını donattığımız betonarme, kurallara, kaidelere uymadan, umursamadan inşa edildiğinde ev değil mezar olduğunu bize, yine, göstermiş oldu. Biz bu filmi çok gördük aslında. Benim ömrüm şu gününe kadar birkaç tanesine şahit oldu en azından. 17 Ağustos 1999’da 17 yaşına girmek üzere olan bir gençtim ben. Depreme İstanbul’da yakalanmıştım. Hala deprem oluyor zannederek uyanmama sebep olan kaygı bozukluğu miras o günden. Unutuyoruz elbet. İnsanı diğer canlılardan farklı, dünyada böyle ve belki de maalesef hâkim kılan o adaptasyon yeteneğinin bir parçası da bu. Ama unutulması insan onuruna yakışmayanlar da var hayatta. İnsanlar var, olaylar var, yanlışlar var. Hatta belki insan evladıyım diyebilmek için bunları hatırlamak, hatırladıklarına hürmeten bir duruşta olmak gerekiyor bence. Hatırlamaya çalışmalıyız ama. Hatırlamalı, neyi yanlış yaptığımıza kafa yormalı, yeniden ve yeniden aynı filmi izlememek için üzerimize düşeni yapmaya koyulmalıyız. Bunları yazıyorum ama bana da çok boş geliyor şu an. Daha acımız çok taze. Yoğun hissettiğimiz duygu öfke ve acı. Ama daha önce de böyle oldu. 1999 sonbaharında da gündemlerimiz ve hislerimiz benzerdi. Geçen bunca yılın ardından depremin gerçekliğine ne kadar adapte olduk tartışmalı. Zaten tartışmalı olmasa, bir babayı ölmüş kızının enkaz altındaki bedeninden dışarı sarkan elini tutarken izlemek zorunda kalmazdık. Üzerlerine tonlarca ağırlıkta tavan göçtüğü için anında can vermiş eşi ve kızının sadece cenazesini alabilmek için 10 gün gece gündüz soğukta bekleyen amcayı izlemek zorunda kalmazdık. Kendisini çıkaran kurtarma ekibinin uzattığı oyuncağa bakıp bunu babam bana ölmeden önce almıştı deyip susan bir çocuğu izlemek zorunda kalmazdık. 
Merkezi ve yerel yönetimlerin bu büyük ve uzun yola gerekli kaynağı ayırmasını sağlamalıyız. Deprem vergileri tam olarak ne için harcandı, nereye gitti bu kaynak, gündemden düşmesine izin vermemeliyiz. Milyonlarca insanız, bir oyumuz için gözümüzün içine bakıyorlar. Gücümüzün farkında olalım. Bu defa unutmayalım.
Bu arada izleyip izlemediğimiz bir şeyleri değiştirmiyor. O şehirlerde daha yüzbinlerce böyle hikâye var, şahit olmadıklarımız daha az acı vermiyor kimseye. Bu defa gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmamalı. Daha kaç bin insan başka ülkelerde olsa burun kanamayan doğa olaylarında ziyan olmalı bilmiyorum. Bireysel olarak yapabileceklerimiz elbette sınırlı. Ben devletlerin, kurumların sorumluluklarını insanların teker teker üstlenemeyeceğine, zaten üstlenmemesi gerektiğine, kalkışırsa da altından kalkamayacağına inanıyorum. Bir inşaat mühendisi, bir müteahhit, ne bileyim bir inşaat işçisi iseniz, yapı denetim firmasında çalışıyorsanız elbette yapabilecekleriniz başkalarından daha çok fark yaratır. Ama sıradan insanlar, bizler, unutmayarak, talep ederek, takip ederek üzerimize düşeni yapmalıyız. Sorumluluğunu yerine getirmemiş, umursamamış, işi kadere havale edip hiçbir kurala uymamış herkesin, en alt kademeden en üst mertebesine kadar tüm muhatapların mahkemelerde hesap vermesini talep etmeliyiz örneğin, ısrar etmeliyiz, bu gerçekleşene kadar vazgeçmemeliyiz. Deprem riski en yüksek illerden biri İstanbul ve ben İstanbul’da yaşıyorum. Bu sebeple örneğim bu şehirden olacak. Deprem yönetmeliğine göre inşa edilmiş olduğu söylenen, yeni evlerin kiraları çoğunlukla insanların maaşlarının bile üzerinde. Daha sağlam olduğunu düşündüğünüz bir eve kiracı olarak çıkmak hayalden öteye geçemiyor. Benim gibi birçok insan eski binalarda “mecburen” yaşamaya devam ediyor. Şanslısınız, eski de olsa bir eviniz var diyelim, ev sahipleri binalarını yıktırıp yeniden inşa ettirmek istediklerinde neredeyse yeni bir ev alacakları faturalar çıkarılıyor. Onları da çoğu kiracılarla benzer mağduriyetleri yaşıyor. (Depremden kaçanlara iki üç kat yüksek kira teklif edenler hariç, onlar mağduriyet sömürücü vicdansızlar sadece) Ev sahibi ya da kiracı, rantsal değil gerçekten güvenli kentler yaratmak için girişilecek bir dönüşüm organizasyonunu talep etmeliyiz. Merkezi ve yerel yönetimlerin bu büyük ve uzun yola gerekli kaynağı ayırmasını sağlamalıyız. Deprem vergileri tam olarak ne için harcandı, nereye gitti bu kaynak, gündemden düşmesine izin vermemeliyiz. Milyonlarca insanız, bir oyumuz için gözümüzün içine bakıyorlar. Gücümüzün farkında olalım. Bu defa unutmayalım. Hepimizin başı sağ olsun.