Biz ülkece herkesin yatak odasında neler oluyor bilmek istiyoruz. Biz ülkece herkes nasıl ve kiminle sevişmeli üzerine hüküm vermek ve buna herkes ama herkes uysun istiyoruz. Biz ülkece “makul” bir vatandaş profili yaratıyoruz kafamızda… William Shakespeare “Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz” demiş. Dünyaca ünlü bir şair ve oyun yazarının bu muhteşem cümlesi üzerine söz edilir mi bilemedim ama, üzgünüm ki son zamanlarda rüyaların yapıldığı maddenin yerini nefret almış durumda. Vücudumuzun dörtte üçü sudan oluşur diye öğrenmiştik okulda. Bazılarının en az dörtte üçü nefretmiş oysa. Ülkemizde her dönemin günah keçileri başkalaşıyor. Geçen zaman içinde zirveyi paylaşanlar farklılaşıyor ya da sıralamalar değişiyor. Bir inanca ya da siyasi görüşe mensup olanlar, göçmenler olabiliyor, feminist kadınlar oluyor ya da nefretin hedefi. Ama iktidar sahiplerinin listesinde her zaman ilk sıralarda yer alan LGBTI+ bireyler bir süredir en tepede, yalnız. Açık ara bir numaradalar. Zaten ülkemizde hiçbir zaman LGBTI+ bireyler için hayat kolay olmamıştı. En yakınlarına bile açılamadan ömürlerini geçiren, toplumsal cinsiyet rollerini dışarı çıkarken mecburi bir kostüm gibi üzerine giyip başka biri gibi yaşamak zorunda kalanlar için hayat kolay olabilir mi zaten? Kendi çevremden bile bildiğim bir sürü darp, dışlanma hikayesi var. Her şeyden önce bu insanların çoğu için nefes almaya devam edebilmenin yolu kendileri olmamaktan geçiyor. Buna rağmen bazılarınca yönelim değil de bir heves, teşvik edilebilen, özendirilen bir durum diye tanımlanması akıl alır gibi değil. Biz ülkece herkesin yatak odasında neler oluyor bilmek istiyoruz. Biz ülkece herkes nasıl ve kiminle sevişmeli üzerine hüküm vermek ve buna herkes ama herkes uysun istiyoruz. Biz ülkece “makul” bir vatandaş profili yaratıyoruz kafamızda, bu vatandaşın nefes almasından, su içmesine, oturması kalkmasına, uyumasına kadar bir prototip kuruyoruz, sadece biz yapsak belki bu kadar sorun olmaz, bizi yönetenler de bunu yapıyor. Kural setine uymayanlar sanki bütün ekonomik krizin, batıdan uzaklaşmanın, kişisel “gelişememişliğimizin”, başımıza gelmiş gelecek her felaketin sorumlusuymuş gibi hedefe konuluyor. Aslında bu da bir idare etme biçimi, aysak keşke. Aysak da şu kötü olma hâlini bıraksak. Aysak da gerçek sorumluları görsek, hesabı doğru kessek. Bize ne desek mesela, bize ne kim kimi seviyor desek. Okuldan dışlanan çocuklar olmasa, yalnızlığa itilen gençler, ailelerinin yok saydıkları insanlar. Öldürülmese kimse sadece birilerinin uygun görmediği birini sevdi diye. Birinci dünya ise Stonewallcraft’dan sonra bebek adımlarıyla da olsa ilerledi. Hâlâ bir yandan nefretin objesi olsalar da bir taraftan da insanlar eşcinsel evliliği konuşabiliyor, eşcinsel bürokratlar, seçimle gelen yöneticiler hayatın bir parçası. Bizde “yok sen bizim aile birliğimizi…” diye başlayan cümleler sıralanması için kimlikleri ile, oldukları gibi var olma haklarını savunmak bile yetiyor. Biz daha oralarda değiliz, insanlar yaşayabilmenin derdinde. Bazı sanatçı ya da ünlü kişilere LGBTI+ bireyler olmaları ve onlara olan sempati üzerinden sayfalarca ikiyüzlülüğümüzü de yazarım ama gerek yok. Bütün toplumu yönlendirme gücü olan insanların bu konudaki söyledikleri ya da söylemediklerinin herkes farkında. Onur ayı bitmek üzereyken artık farklı bir şeyler yazabilmek isterdim bir “straight ally” olarak. Ama zaman ileri, toplum maalesef geri gidiyor. Sadece adı “Pride” diye alakasız bir filmin gösterimi sabote edildi. Tek yapacakları çay içip kısır yemek olan insanlar engellendi ilk defa. Gerçekten neresinden tutacağımı bilemediğim bir haksızlık silsilesi söz konusu. Herkes kendi aşkına baksa oysa, dünya ne güzel bir yer olurdu. Belki bir gün…