Neden bir başkan ülkeyi yeniden kurup üstelik yerli fabrikalar, tarım arazileri, barınma alanları açabileceği parayı kaçırır? Düşünme özürlüğümü kullanarak bunu ancak halkından nefret eden biri yapar diyorum. ‘’Halkın yoksulluğu kralın varlığını korur. ... Yoksulluk ve açlık yürekleri çökertir, ruhları körletir, insanları acı çekmeye, köle olarak yaşamaya alıştırır: Öylesine ezer ki onları, boyunduruklarını sarsmaya güçleri kalmaz.’’ -Thomas More Fark ettiyseniz son zamanlarda ekonomi ile ilgili yazılarım, tweetlerim ve hatta serzenişlerim epeyce çoğaldı. Bunun nedeni de artık hayat pahalılığının dayanılmaz hâle gelmesi. Her gün çıkıp bir kafeye rutin olarak gidip de bir kahve içsem ayda en az 1500 lirayı gözden çıkartmam gerekiyor. Üstelik hesabın içinde tatlı falan yok herhalde onu da kahveyi yeniden şekerli içmeye başlayarak karşılarım herhalde. Evet kahvemizi içtik şimdi eve gitme zamanı tabii eğer bir eviniz varsa. Şahsen benim yaklaşık bir yıldır evim yok. Enflasyon beni aile evine dönmeye itti. Elbette tekrar kendi evime çıkmak, kendime ait bir yaşam alanında olmak istiyorum fakat ne yazık ki çok zor görünüyor. Kendi çapımda minimum düzeylerde bir hesap yaptım. Kabaca sizinle de paylaşayım. Kira için 6000 TL düşündüm zira yaşanabilir evlerin en düşük fiyatı maalesef bu. Aidat ve faturaların toplamı için ise yazın 1500 kışın ise 2200 TL asgari gider olacaktır. Elbette bir evin masrafı ısınıp oturmakla bitmiyor. Bu evde yemekler pişecek, temizlikler olacak. Bunların da ortalama asgarisi en az 3500 olur. Etti mi 11.700TL? Bize bekar bir insanın sosyal hayat ve ulaşım olmaksızın evinde oturmasının maaliyeti asgari tutarda bu gibi gözüküyor. Elbette yeni yıl sonrası bunlara da zam gelecektir ama biz bugünü konuşalım. Hatırlarsanız iki gün önce Türkiye İşçi Partisi başkanı Erkan Baş seçim vaatlerini söylerken ‘’ herkesin oturduğu evin sahibi olacağını, elektrik, doğalgaz ve internet faturası ödemeyeceğini vaat etmişti. Buna en çok sermaye sahipleri karşı çıksa da ilginç bir şekilde evi olmayan işçiler bile karşı çıktı. Oysa ki bana kalırsa bir devlet vatandaşlarının barınmasından sorumludur. Eğer bir devlet vatandaşlarının temel haklarını bile sağlayamazsa neden devlettir ki? Eskiden birine seslenip ‘’Yahu bana bak!’’ dediğimizde şaka yoluyla ‘’sana devlet baksın.’’ Derlerdi şimdi onu bile diyemiyoruz çünkü bakmıyor. Hatta şöyle bir espri de yapayım en azından kendim gülerim. Ben devlete devlet demem devlet bana bakmadıkça. Anayasamızda gerçekle tezat bir şekilde ‘’sosyal devlet’’ olduğumuz yazıyor. Peki bunun “reelde karşılığı, olması gerekeni nedir?” diye soruyorum. Anlaşılan bu sosyal devlet denilen şey vatandaşlarını korur, refahını önemser ve vatandaşlara asgari bir yaşam düzeyi sağlar. Peki bizim vatandaşlarımız neden açlık sınırının altında yaşıyor? Bizim vatandaşlarımız neden barınamıyor? 128 Milyar Dolar nerede? Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi? Neden bir başkan ülkeyi yeniden kurup üstelik yerli fabrikalar, tarım arazileri, barınma alanları açabileceği parayı kaçırır? Düşünme özürlüğümü kullanarak bunu ancak halkından nefret eden biri yapar diyorum. Öyle bir ülke hayal ediyorum ki masum insanlar boş yere ölmesin, çocuklar istismar edilmesin, hayvanlara işkence yapılmasın, kimse aç yatmasın, herkesin başını sokacak bir evi olsun, kimse faturayı ödeyebilir miyim diye düşünmesin, ırkçılık olmasın, eğlenmek lüks sayılmasın, savaşlar ve askerler olmasın. Sahi çok mu zor böyle bir ülke? En azından Türkiye için şimdilik çok zor görünüyor. Yine de her şeye rağmen umut ediyorum ki güzel günler gelecek. Annemiz babamız ve hatta biz ve çocuklarımız bile göremeyecek olsa da o günler gelecek.  Ve tekrar söylüyorum ki barınmak haktır. Barınamıyoruz.