Seçim ikinci turda kazanılabilir ya da az bir farkla kaybedilebilir. Tabanı dönüştürmek, toplumu kaynaştırmak düşündüğümüzden daha zor olacaktır. Ama Altılı Masa doğrudur, Türkiye’nin umudu da buradadır. Bu çabadan asla vazgeçmemek gerekir.
Hani futbol yorumcuları arasında “skor yazarı” denen insanlar vardır, seksenbeşinci dakikada takım mağlupken dünyanın en sert yazısını yazmaya koyulur da takım uzatmada maçı çevirince bir anda yerlere göklere sığdıramaz, bizde köşe sahiplerinin genel tutumu maalesef budur.
Geçen güne kadar dostlarımız gibi görünenler bir anda en koyu Altılı Masa muhalifi oluvermişler.
Altılı Masa kötüymüş, Altılı Masa gereksizmiş, şuymuş buymuş.
Seçim sonuçlarının gösterdiği şu: Meramımızı tam anlatamamışız.
Gelin, Altılı Masa’nın ne olduğunu bir kez daha anlatalım.
Türkiye’de üçe bölünmüş bir gruplaşma var: Sekülerler, Muhafazakârlar ve Kürtler.
Herkes kendi mahallesinde alabildiğine rahat siyaset yapabilir, kendi mahallesinin kahramanı olarak bir ömür rahat yaşayabilir.
Sekülerler, yaşam tarzlarının; muhafazakârlar, değerlerinin; Kürtler de milli bilinçlerinin tehdit altında olduğunu söyleyip gerilimi sürekli artırabilirler.
Yıllarca böyle oldu.
O yüzden de her görüşün bir büyük temsilcisi çıktı, herkes o partinin şemsiyesi altında toplaştı.
Bu gruplar arasında toplumda görünmez ama aynı zamanda aşılmaz sınırlar oluştu.
Kimsenin kimseyi dinlemeye ihtiyacı yoktu, mahalleden çıkmak hem riskliydi hem de en çok mahallenin tepkisini göğüslemeniz gerekiyordu.
Bir örneğini, 2010 Referandumunda, genellikle seküler kesimden gelenler “Yetmez Ama Evet” dediklerinde yaşadık.
Seküler cenahtan sayıca az ama entelektüel kapasitesi çok yüksek bir kesim, karşı mahallenin anayasa değişikliğine destek verdi.
Ve o insanlar, aradan on üç sene geçmesine rağmen, konusu açıldığında bugün bile hâlâ suçlanıyor.
Oysa, o referandum yüzde 58’le geçmiş, üstelik “Hayır” diyemeyen Kürtler de yani üçüncü mahalle, boykot kararı vermişti.
Mahalleden çıkmak riskliydi, özgüven, cesaret ve entelektüel altyapı gerektiriyordu.
Ama bu hasletlere sahip oldukları için de en büyük meşruiyeti onlar verdi -karşılığında da kendi mahallesinin öfkesini sırtlandı.
Seçen sene Altılı Masa kurulurken, 2010 Referandumuna benzer bir görünüm vardı.
Kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın ister seküler ister muhafazakâr ister liberal, milli görüşçü, milliyetçi, herkes kendi mahallesinden çıkmak ve demokrat bir yorumda uzlaşmak, bir araya gelmek zorundaydı.
Hangi görüşe sahip olursan ol, onu özgürlükçü ve demokrat bir şekilde yorumlaman gerekiyordu.
Hâl böyle olunca, “Üç Türkiye”deki aynı tabanlara hitap eden en az iki parti ortaya çıktı.
Misal milliyetçiliği öne alan iki parti vardı artık; ikisi de milliyetçiydi ama biri otoriterliği, diğeri özgürlükçülüğü savunuyordu.
Bu da bizi alıştığımız “Üç Türkiye” bölünmesinden farklı bir yere getirdi, artık dikey değil yatay, yani “özgürlükçülük” ya da “otoriterlik” paydası altında bir araya geliyordu partiler.
Muhafazakârlığı, Kürtlüğü ve milliyetçiliği özgürlükçü şekilde yorumlayanlar aynı adaya oy vermekten hiç çekinmediler ve pek çok büyükşehir bu sayede muhalefete geçti.
Altılı Masa sadece bir seçim birlikteliği değildi. Türkiye’ye yeni bir vizyon çizmek için mahallelerinden birer adım çıkan partilerin yeni bir zeminde buluşması ve Türkiye’nin harcını oraya atmasıydı. Bu harçta her görüşe yer vardı, yeter ki kendi görüşünü savunurken kimseyi dışlamasın.
Altılı Masa da bu miras üzerine kuruldu, şimdi hedef daha büyüktü ve bu kez yerel değil genel seçimlerde büyük bir değişim bekleniyordu.
Ama Altılı Masa sadece bir seçim birlikteliği değildi.
Türkiye’ye yeni bir vizyon çizmek için mahallelerinden birer adım çıkan partilerin yeni bir zeminde buluşması ve Türkiye’nin harcını oraya atmasıydı.
Bu harçta her görüşe yer vardı, yeter ki kendi görüşünü savunurken kimseyi dışlamasın.
CHP’nin mitinginde Ahmet Davutoğlu'nu; Saadet’in iftarında Kemal Kılıçdaroğlu’nu konuşurken gördük.
Tabanlar ilk kez karşı mahallenin liderlerini böylesine cankulağıyla dinliyorlardı.
Alt düzeyde, yerelde, teşkilatlar bir araya geliyor, tanışıyordu.
Seçim otobüslerinde taban tabana zıt görüşlere sahip siyasetçiler bir arada halkı selamlıyordu.
Uzlaşmanın yolu tanışmaktan, o da birbirini tanımaktan geçer; Altılı Masa, Türkiye’nin en büyük uzlaşı projesiydi...
Bir daha kimse toplumu böyle kutuplaştıramasın diye verilen büyük bir çabaydı.
Riskliydi çünkü mahallenize mesafe koymanızı, onları popülizmle kolayca tahrik etmek yerine doğru olanı anlatarak dönüştürmenizi gerektiriyordu.
İktidar cephesi ise elindeki bütün imkânları seferber ederek bu kutuplaşmanın devam etmesini arzuladı.
Uzlaşmanın yolu tanışmaktan, o da birbirini tanımaktan geçer; Altılı Masa, Türkiye’nin en büyük uzlaşı projesiydi...
Herkesin kendi mahallesinde kaldığı, kimsenin diğerini dinlemediği bir Türkiye’de sayıca en büyük kesim olan muhafazakârların iktidarda kalması mukadderdi.
Akıl mantık almaz bir kampanya yürütüldü ve muhafazakârlarda yaratılan muhayyel “güvenlik endişesi” ülkenin gidişatını belirledi.
Seçim ikinci turda kazanılabilir ya da az bir farkla kaybedilebilir.
Tabanı dönüştürmek, toplumu kaynaştırmak düşündüğümüzden daha zor olacaktır.
Ama Altılı Masa doğrudur, Türkiye’nin umudu da buradadır.
Bu çabadan asla vazgeçmemek gerekir.