Türkiye bölgesel alanda derin bir sıkışmışlık içinde. Kurucu dış politikayı derinleştirmek ve o çerçevede yeni hareket alanları oluşturmak yerine, gerçekçi olmayan projelerle derin bir çatışma iklimine sürüklenmiş durumda. Bir taraftan ABD ve Rusya arasındaki salınım, diğer yandan uluslararası boyut kazanan Kürt sorunu ve bunlarla birlikte Suriye meselesi ve Türkiye’deki milyonlarca göçmen… Bütün bunların çok hızlı çözüm bekleyen sorunlar olduğunu herkes görmektedir. Mesele Türkiye’nin sürekli sonuçlar üzerinden bir politika üretmesi ve nedenlere dönük veya olası gelişmelere sebebiyet taşıyan olguları görmezden gelmesidir. Türkiye’nin çok ciddi bölgesel sorunları bulunmaktadır. Bu bölgesel sorunların en başında Orta Doğu bölgesindeki ilişkiler, çatışmalar ve sürekli bir biçimde yenilenen, değişen aktörler ve güç dengeleridir... Atatürk’ün Orta Doğu halklarını emperyalizme karşı mücadele için cesaretlendirdiği, öneride bulunduğu; bunun da ötesinde Sadabat Paktı ile fiili biçimde bölgesel bir dayanışmayı teşvik ettiği bilinmektedir. Afganistan, İran ve Irak’ı kapsayan bu paktın temelinde egemenliğe saygı ve değişen uluslararası dengeler konusunda dayanışma vardı. Bu paktın Kürtlerin egemenliğini önlemeye dönük bir hamle olduğu iddia edilse de bunun gerçekçi bir nitelik taşımadığı iddia edilebilir. Atatürk’ün öngörüsü daha önce savaştığı bölgede oluşan yeni dengelerin ve emperyalist hedeflerin gelecekte Türkiye’ye büyük sorunlar çıkaracağıydı ki öyle de oldu. Türkiye iki şeyi yap(a)madı; birincisi bölge ülkeleri ve halkları ile ilişkilerini derinleştiremedi, ikincisi Kürt sorununun iç ve dış dinamiklerini ve geleceği boyutu öngörüp eşitlik temelinde bir Kürt siyaseti oluşturamadı. Dolaysıyla bugün bölgesel bir politikamız yok, Kürt politikamız yok. Fırat’ın doğusuna yapılacak hareketin tartışıldığı bugünlerde şunu söylemek gerekir, teröre karşı ülkelerin meşru savunma hakları vardır. Türkiye kendi bütünlüğüne dönük önlemler almak durumundadır. Mesele bunun reaksiyoner, dönemsel oluşu ve sonuçlarının ne olacağın ilişkin kapsamlı bir tavır alışın olmayışıdır. Irak deneyimi karşımızda durmaktadır. Orada oluşan tampon bölge nihayetinde bir Kürt Bölgesel Hükümetine dönüştü. Türkiye’nin buradan çıkardığı ders ise tampon bölgenin yönetiminin ABD veya başka ülkelere değil Türkiye’ye verilmesi yönündeki talebidir. Burada meselenin nirengi noktasına geliyoruz; korkularımızdan hareketle temel sorunumuz Kürtlerin bir egemenlik kurmasını engellemek mi yoksa bu denli yoğun iç içeliğin olduğu bir halkla bölgesel geleceği birlikte şekillendirmek mi? Türkiye’nin geleceğine yön verecek temel soru budur. Emperyal bir çözülmenin, dağılmanın ve elbette kendisini yeniden şekillendirme istencinin olduğu bu dönemde, ortaya çıkan imkan ve potansiyelleri iyi değerlendirmek gerekmektedir. Emperyalizm bugün sanıldığı kadar güçlü değildir. Derin çelişkileri ve krizleri bulunmaktadır. Buradan bir savaş çıkararak ve/veya bölgesel çatışmaları derinleştirerek kendisini formatlamaya çalışacaktır. Bölgesel ittifaklar ile Kürtlerle birliktelik yeni bir kapı açabilir. Kuşkusuz bu durum terör olgusunu da sonlandıracak bir siyasettir. Terörün bir sonuç olduğunu bilerek onu ortaya çıkaran süreç, denge ve pozisyonları ters yüz ederek yeni bir siyaset kurmak gerekmektedir. Emperyalizm halklar arasında çatışma çıkararak kolektif bir nitelik kazandı. Bu yüzden terör örgütleri kurarak, destekleyerek aslında kendi siyasetini sürdürdü. Bunun önüne geçmek ancak yeni bir siyasetle mümkündür. O siyasettin zemini de bölgede yaşayan bütün halklarla işbirliğinden geçmektedir. Dolayısıyla Suriye konusunda da Kürtler konusunda da yeni tanımlara, ilişkilere, birlikteliklere, dayanışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Ötesi süregeldiği gibi hep emperyalizmin kazanımı olmuştur...