Bu ülkede devleti yıkmak, yeni bir devlet kurmak, devleti ele geçirmek, kadrolaşmak sadece İslamcılara ait bir istek değildir. Farklı siyasi pozisyonlarda olup bu düşünceyi benimseyen çok sayıda siyaset ve insan var. Öncelikle bu düşünce arkaik, pre-modern bir düşüncedir. Sağcı, milliyetçi-muhafazakar, İslamcı ve solcu, tüm bu siyasetlerin kendi devletlerini inşa etme düşüncesi, isteği aslında başkasına; farklı etnik, mezhep ve düşünceden olan hiç kimseye yaşam hakkı tanımama isteğinden ileri gelmektedir. O yüzden herkes “kendi devletini kurmak” istiyor. Yani bir başkasının yaşamasının imkansız olduğu bir ülke. Kadrolaşma, devleti ele geçirme düşüncesi “iyi bir devlet”, herkesi kucaklayan ve herkesin kendisini ait hissettiği bir devlet değildir. Oysa herkesin çok acı çektiği bir ülke burası. Solcunun, milliyetçinin, muhafazakarın, Türkün, Kürdün, Alevinin, Sünninin, Ermeninin, kısacası bu coğrafyada yaşayan herkesin acı çektiği bir ülkeyiz. Böyle bir ülkede akıl, mantık ve sağduyu şunu gerektirir; devleti yıkmak, ele geçirmekten vazgeçip herkesin eşit, özgür ve kardeşçe yaşadığı bir ülke inşa etmek. Ama maalesef kimsenin kendisini ait hissetmediği ve herkesin bir başkasının devleti olarak görüp arasına mesafe koyduğu bir devlet var karşımızda. Bir İmkan Olarak Yurttaşlık…           Bütün bu negatif devlet fikriyatından uzaklaşmak için cumhuriyetin gerektiği gibi uygulanamayan yurttaşlık müessesesini çok değerli ve önemli buluyorum. Yani herkesin gerçekten eşit olduğu ve devletin bütün yurttaşlara eşit davrandığı bir düzeni hep birlikte inşa etmek gerekiyor. Bugüne kadar devletin ceberut yaklaşımı her kesimden mağdur ve mazlum yaratmıştır. Devleti ele geçirmek, kendi devletini kurmak aslında devlete olağan üstü bir anlam yüklemektir. Bundan vazgeçilmeli ve herkesin kendisini ait hissettiği bir devlet yapılanmasına gidilmelidir. Bugün siyaset kurumunun temel görevi devleti yıkmak, devleti ele geçirmek ve kendisinden farklı olanı tasfiye etmek değil; yeni bir anlayışla devleti restore etmek ve bir büyük devlet-halk barışını gerçekleştirmektir. Böylesi büyük bir projeyi yaşama geçiren siyaset ülkenin yeniden inşası ve bütün kesimlerin hem kendileri ile hem de devletle barışması için çok büyük bir devrim yapmış olacaktır. Mesele devlete sahip olmak değildir. Mesele herkesin devletini ortaya çıkarmaktır. Kuşkusuz bu bakış devleti kutsallaştıran bir yaklaşımı üretme tehlikesi taşımaktadır. Son tahlilde devlet egemen sınıfın meşru ve örgütlü aygıtı olarak Marksizan bir çerçevede değerlendirilebilir. Ancak asgari burjuva değer ve normları çerçevesinde bakıldığında bile bu ülkede devletin gerektiği gibi işlemediği ortadadır. Dolayısıyla temel mesele birincisi devlete yönelik zihniyetin değiştirilmesi, ikincisi devletin olabildiğince demokratik bir işleyişe kavuşturulmasıdır. Bunca acı deneyimden sonra hala herkesin eşit olduğu bir düzen kurulamıyorsa bu ülkede hiç kimse istediği devleti kuramayacaktır. Mesele hiç kimsenin devletinden herkesin devletine bir büyük inşayı gerçekleştirmektir.