Biz aynı anda iki depremi sürekli yaşayan bir ülke haline geldik.  Bir taraftan fiziki yani fay hatlarında ortaya çıkan enerjiyi, diğer yandan ise toplumsal nefreti birlikte deneyimliyoruz. İzmir’de meydana gelen deprem ve öncesinde yaşadığımız depremler sadece tektonik hareketleri, faylardaki enerjinin açığa çıkmasının nedenlerini gündeme getirmiyor. Her alandaki çelişkileri, çaresizlikleri ve çatışmaları da sürekli gündemde tutuyor ve bizi sorumsuz bir pozisyonda, edilgen bir durumda sadece acıları seyretme durumunda bırakıyor. Fay hatları üzerinde şehirler kuran veya o şehirleri deprem öncelikli inşa etmeyen ya da hazır hale getirmeyen, yaşadığı onca büyük yıkımdan ders çıkarmayan, binaların depreme dayanaklı olup olmadığına bakmadan iskan izni veren, siyasi ve ekonomik rant için sürekli imar afları çıkaran bir anlayış ve düzen her depremde insanların ölümüne neden olur. Bu kadar çok deprem yaşayıp bu kadar çok ölüp hiçbir ders çıkarmayan bir toplumun en az deprem kadar derin fay hatları ve en az onun kadar yıkıcı, can alıcı sorunları vardır demek. Öncelik, bilimden nasiplenmekte geçmektedir. Her depremde ülkedeki toplumsal fay hatlarında da kırılma oluyor. Bilimsel olmayan yorumlar; depremi yaşam biçimine, ideolojiye, oy verme davranışına, belediye başkanına, partisine, nüfusun etnik ve inanç yapsına bağlayan; akıldan, bilimden, vicdandan, insanlıktan nasiplenmeyen değerlendirmeler deprem kadar acılar, umutsuzluklar üretebilmektedir. Ancak iki durum zaten birbiriyle doğrudan ilişkilidir. Yani bilimsel olanı önceleyen, akla ve bilime yatırım yapan, siyaseti rant odaklı bir anlayışa indirgemeyen, insan yaşamını, kamu yararını partizanlığa kurban etmeyen anlayışın egemen olduğu toplumda deprem öldürmez fay hatlarında ölüm ve toplumsal/siyasal nefret açığa çıkmaz. Depremin tozu dumanı arasında, insanlar enkaz altında yaşam mücadelesi verirken aldığı pozisyona göre siyasi değerlendirmeler yapan, buradan siyasal bir kötülük üretmeyi başaran bir toplumun toplum olma vasfı sorgulanmalıdır. Toplum olma bilincini yitirmiş veya doğru dürüst üretememiş ülkelerde, bireysel kurtuluş mücadelesinin yurttaşlık bilincine egemen olduğu bir yerde yıkımlar, acılar ve felaketler kaçınılmaz oluyor. Kuşkusuz dayanışmanın çok sayıda örneğine de tanıklık ediyoruz. Ancak bu dayanışmayı kurumsallaştırmak zorunludur. Tek tek vicdanlı insanların çabaları büyük yıkımların olduğu ve olacağı bir ülkede yeterli olamaz. Depreme karşı dayanıklı konut üretmekten deprem sonrası kurtarma organizasyonuna kadar bütün süreçleri bilimsel ölçütlerle ele almadan bu ağır trajedilerden kurtulmak imkansızdır. Elbetteki bu depremi de acılarıyla birlikte kalbimize gömüp bir daha ki depreme kadar bekleyeceğiz, tekrar tekrar aynı şeyleri konuşmak, tartışmak ve de yaşamak için. Ta ki kendi oturduğu evin, dairenin, apartmanın depreme dayanıklı olup olmadığını öğrenene ve gereğini yapana kadar. Ta ki yurttaş ve toplum olma bilinci kazanıp yerel ve genel iktidarları deprem başta olmak üzere her alanda denetleyip, sorgulayıncaya kadar. Ta ki tek başına kurtuluşun mümkün olmadığını ya hep beraber ya hiçbirimiz diyebilinceye kadar…