Dunning ve Kruger adlı iki psikoloğa Nobel ödülü kazandıran bir araştırmaları var. Bilgili ve yetenekli insanların mütevazı olması sebebi ile geri planda kalmasını; cahil insanların ise cesaretle üst düzey yerlerde olmasını konu alıyor. Biyolojinin temel kavramlarından birisidir ‘doğal seleksiyon’. İngiliz Biyolog Darwin'in Türlerin Kökeni adlı kitabında doğanın temel yasaları, ‘doğal seçilim’ kavramı ile ifade edilir. Yani doğada güçlü türler hayatta kalır, zayıf olanlar ise ölür. Doğal seleksiyonun tam tersi ise kötülerin elenmesi gerekirken iyilerin elenmesi durumudur, yani ‘negatif seleksiyon’. Elbette toplumlarda da doğal seleksiyon yaşanacağı gibi negatif ve geriye dönük seleksiyon da yaşanabiliyor. Örneğin entelektüel bilgi, liyakat, bilim, kültür, adalet, dürüstlük, merhamet gibi insani erdemlerin yerini makam, hırs, çıkar gibi kavramların alması negatif bir seleksiyondur. Sosyolojide negatif seleksiyon için "İyiyi cezalandır, kötüyü ödüllendir" tanımı yapılır. Şayet bu durum bir toplum içinde gerçekleşirse orada kaos ve yok oluş meydana gelir. Bir başka anlamda toplumsal ahlakın bozulması negatif seleksiyon ile mümkündür. Hepimizin şahit olduğu ahlaksız, çıkarcı, fırsatçı kişilerin topluma model olarak gösterilmesi; namuslu, yetenekli, üretken ve nitelikli insanların ise kamusal alan dışına itilmesi siyasi açıdan negatif seleksiyondur.
Liyakatli insanlar “acaba bu görev için yeterli olur muyum?” endişesi taşırken, yetersiz olanlar “benden iyisi yok” düşüncesiyle hareket ediyor. Bu döngü liyakat sahibi insanların küsmelerine neden oluyor. Çöküş burada başlıyor.
Batı’ya baktığımız zaman yönetim kademelerinde nitelikli insanlar yer alırken bizim ülkemizde ise niteliksiz, sığ, yetersiz insanların sahnede olduklarını görürüz. İşte bu negatif seleksiyon, ülkemizin üzerine adeta kara bir bulut gibi çökmüştür. Aslında bu negatif seleksiyon yeni sayılmaz, geçmişten kalan kötü bir miras bize... Zira o makamlara gelen siyasetçilerin neredeyse tamamı bu düzeni değiştirmek için uğraşmadı. Bilakis, mevcut bu kötü durumu daha da derinleştirerek kurumsal bir hale soktu. Örneğin, yüksek siyasetçilerin en yakın akrabaları, arkadaşları, dostları liyakatlerine bakılmaksızın en üst düzeyde görevlere gelirken, nitelikli ve dürüst insanlar tasfiye edildi, dışlandı, ötekileştirildi. Bu negatif seleksiyon sürecine bir de Dunning Kruger Sendromu eşlik ediyor. Dunning ve Kruger adlı iki psikoloğa Nobel ödülü kazandıran bir araştırmaları var. Araştırma, bilgili ve yetenekli insanların mütevazı olması sebebi ile geri planda kalmasını; cahil insanların ise cesaretle üst düzey yerlerde olmasını konu alıyor. Yani iyi ve liyakatli insanlar “acaba bu görev için yeterli olur muyum?” endişesi taşırken, yetersiz insanlar da “bu işi benden daha iyi yapacak kimse yok” düşüncesiyle hareket ediyor. Dolayısı ile bu kısır ve kaotik döngü bir süre sonra liyakat sahibi insanların küsmelerine ve geri çekilmelerine neden oluyor ve toplumsal çöküş de burada başlıyor.
Liyakat sorununun bir miras olduğunu yakın tarihimiz söylemiyor sadece. Geçmişte devlete dair eserler ortaya koyan Platon, Koçi Bey, Farabi, Nizamülmülk, İbn Haldun ve daha birçok filozof, liyakat varsa adalet var demişler.
Liyakat sorununun bir miras olduğunu yakın tarihimiz söylemiyor sadece. Geçmişte devlet yönetimine dair eserler ortaya koyan Platon, Koçi Bey, Farabi, Nizamülmülk, İbn Haldun ve daha birçok filozof liyakati adaletin bir tamamlayıcısı olarak değerlendirmişler. Yani liyakat varsa adalet var demişler. Amerikan toplumunun çok zeki olmadığı, hantal olduğu falan söylenir hep. Peki böylesi bir devlet nasıl oluyor da dünyanın süper gücü oluyor? Elbette liyakat ile. Amerika liyakate saygı da duyuyor, liyakat sahibi insanların düşüncelerine aykırı olsa bile değer veriyor. Devletin her türlü aygıtının başına liyakat sahibi insanları yerleştiriyorlar ki beyin göçü dediğimiz olay da tam liyakat olayıdır. Bu siyasi negatif seleksiyon sonucunda yeteneksiz insanların, yeteneksiz alt kadroları ile beraber yönettikleri bir toplum ortaya çıkıyor. Oysa Cumhuriyet tarihimize baktığımızda, üstün bir lider olan Mustafa Kemal Atatürk'ün başarısında, göreve getirdiği liyakat sahibi insanlar olduğu görülecektir. Ülkemizin öncelikle siyasi görüşe, inanca, etnik mensubiyete bakılmaksızın liyakat sahibi insanlara ihtiyacı var. Siyasiler tercihlerini yetenekten, bilimden, ahlaktan yana kullanmalı ve bu insanları her ne pahasına olursa olsun siyasete davet etmeli, onlara yer vermelidir. Son yıllarda yaşadığımız siyasi tartışma ve kavgalara bir de bu yönüyle bakalım. Bağıran, ötekileştiren, vasıfsız, niteliksiz ve kaba liderlerin neden toplumda kabul gördüğü; adil, dürüst, iyi, demokrat liderlerin ise neden sistemin dışına itilmeye çalışıldığını daha iyi anlayacağız. Liyakat meselesini geleceğimiz, ülkemiz, insanımız için ciddiye almalıyız. Çünkü liyakat varsa adalet de ekonomi de düzelir. Şair ne güzel söylemiş: “Sende cevher var imiş, bunu alem ne bilsin, süslü bir dairede müdür bile değilsin.”