Hitler’e göre, Yahudiler hükümette etkin, iş dünyasında ise vazgeçilmezlerdi. “Sülük gibi milletin kanını yavaşça emiyorlardı.” Savaş ekonomisi uygulamalarıyla da bütün üretim Yahudi finansının kontrolü altına geçmişti. 1889 yılında Almanya ve Avusturya-Macaristan Devletleri’nin sınırında bir kasabada, Braunau am Inn’de doğdu. Babası bu sınır kasabasında gümrük memuru, annesi ev hanımıydı. İlkokuldan sonra babasının ısrarıyla meslek okuluna girdi. Ancak tamamlayamadı. Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne başvurdu, kabul edilmedi. 20 yaşına geldiğinde evsiz ve işsiz bir adamdı. Son bir ümit, 1912 yılının baharında kendini gerçekten ait hissettiği ülkeye, Almanya’ya gitti ve Münih’e yerleşti. Birinci Dünya Savaşı’nda vatandaşı olmamasına rağmen Alman ordusunda görev yaptı. 1919 yılının sonbaharında yedinci üye olarak o zamanki adıyla Alman İşçi Partisi’ne katıldı. Partinin adı kısa bir süre sonra Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (kısaca Nazi) olarak değiştirildi. 1921 yılının yazında partinin lideri oldu. Üç yıl sonra kendini hapiste buldu. Beş yıl hapse mahkumdu. Ancak sadece dokuz ay yattı. Hapiste iken Mein Kampf (Kavgam)’ın ilk cildini yazdı. Bir yıl sonra da ikinci cildini. MEİN KAMPF Mein Kampf’taki kendi itirafına göre, Adolph Hitler, Viyana’ya gelmeden önce, Yahudilere dair herhangi bir olumsuz düşünce taşımıyordu. “Hatta inançlarından ötürü zulüm” gördükleri için Yahudi-karşıtı söylemlere karşı nefret duyuyordu. Viyana’da her şey değişti ve Hitler, Yahudilerle alakalı varolan yazını okudukça ve konu üzerinde düşündükçe, dünyaya daha farklı bakmaya başladı. Hitler, her şeyden önce, Yahudilerin iki farklı yüzünün olduğuna, bir yüzün kamuya açıkken, diğerinin gizli olduğuna, inanmaya başladı. Mesela, dışarıdan bakıldığında, en azından o dönem Viyana’da yaşayan Yahudilerin iki zıt gruba ayrıldığını ve birbirleri ile anlaşamadıkları görülüyordu. Ancak, Hitler’e göre bu görüntü tamamen yanıltıcıydı. Yahudiler arasındaki dayanışma gerektiğinde hiçbir ayrılık yoktu. Hitler’in zamanla dikkatini Yahudilerin basın, güzel sanatlar, edebiyat ve tiyatro alanlarında yaptıkları faaliyetler dikkatini çekti. Bu faaliyetler ahlaki bir salgın gibi halkı etkiliyordu. Yahudiler ayrıca fuhuş ve beyaz kadın ticaretinde de rol oynuyorlardı. Hitler kültürel ve sanatsal hayatın farklı alanlarında Yahudilerin izlerini sürdükçe, onları sol/Marxist hareketi içinde de buldu, hem de liderlik konumunda. Özellikle sol/Marxist basın tamamen Yahudilerin kontrolündeydi. Bu sayede Yahudiler işçilere ulaşabiliyorlar ve onları kendi milletlerine düşman ediyorlardı. Hitler artık halkını yoldan çıkaran “kötü ruhları” keşfetmişti. “Yumuşak kalpli bir kozmopolit iken” “her açıdan Yahudi karşıtı” oldu. Hitler’e göre Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın yenilmesinin sebebi Yahudilerdi. Aslında Hitler, Almanya’nın bu savaşa girmesine karşı imiş gibi gözükmemektedir. Hatta Almanya’nın taraf olacağı bir savaşın kaçınılmaz olduğuna inanıyor gibidir. Hitler’in karşı olduğu Almanya’nın Avusturya-Macaristan’la ittifak halinde bu savaşa girmesi ve Rusya’ya karşı savaşmasıydı. Osmanlı Devleti’nin de Almanya tarafında savaşa girmesi, sadece Almanya’nın karşı karşıya kaldığı tehdidin büyüklüğünü artırmıştı. Almanya’yı böyle bir ittifaka sokan, Rusya’ya savaş açtıran Yahudiler ve Marxistlerdi. Böylece Yahudi-kontrolündeki uluslararası finans Almanya’yı mahvetme planlarını hayata geçirebilirlerdi. Almanya uluslararası finansın hedefindeydi çünkü Almanya diğer devletler gibi uluslararası finans ve ticaretin patronlarının henüz kontrolünde değildi. Neticede Almanya, kurduğu yanlış askeri ittifak yüzünden çok fazla düşman edinmiş ve savaşı kaybetmişti. Almanya’nın savaşa girmesinin dinamiğine gelince… Hitler’e göre, devlet bir takım ticari menfaatlere hizmet etmek için değil, bir ırkın kendini koruma içgüdüsünün dışavurumuydu. Ne zaman ki bir devlet için ticari kaygılar ve menfaatler ırksal ve kültürel dürtülerin önüne geçer, o zaman o devletin zayıflaması ve tahakküm altına alınması mukadderdi. Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı öncesi dönemde içine düştüğü durum buydu ve buna sebep olan güçle, Hitler Viyana’da tanışmıştı: Marxist öğreti ve dünya görüşü ile onun organize gücü. Yahudiler ve Marxism arasında Hitler’in kurduğu yakın ilişki söz konusu olduğunda, Hitler’in kafasında Almanya’nın Dünya Savaşı’na girmesinin ve kurduğu ittifaklar yüzünden mağlubiyetinin suçlusu Yahudilerdi. Hitler’e göre, Yahudiler hükümette etkin, iş dünyasında ise vazgeçilmezlerdi. “Sülük gibi milletin kanını yavaşça emiyorlardı.” Savaş ekonomisi uygulamalarıyla da bütün üretim Yahudi finansının kontrolü altına geçmişti. Yahudiler ülkeyi yağmalarken ve despotizmini inşa ederken, Almanları da birbirine düşürüyordu. Böylece halk olan biteni kavrayamıyordu. Hitler’in Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişi ve mağlubiyeti özelinde yaptığı analiz aslında ondokuzuncu yüzyıl boyunca gelişen ve neticede Siyon Hakimlerinin Tutanakları (The Protocols of the Elders of Zion)’na evrilen Yahudilerin ellerindeki finans gücü ile dünya hakimiyeti tesis etmek için uğraştıklarına dair inanç ile tamamen uyumluydu. Nitekim Mein Kampf’ta adı geçen kitaba da olumlu olarak gönderme yapılmaktadır. Hitler, Frankfurter Zeitung isimli bir gazetenin tekrar tekrar tutanakların düzmece olduğu yönündeki yayınlarını tutanakların gerçekliğine delil olarak yorumlar. Hitler’in Yahudilerin Almanya’daki basını tamamen kontrol ettiğini düşündüğü hesaba katılırsa bu yorumu doğaldır. Hitler’e göre, Tutanaklar, Yahudilerin bilinçaltında gerçekleştirmeyi arzu ettikleri hedefleri içermektedir ve inanılmaz bir netlikle Yahudilerin karakteristik kafa yapısını ve haraket metodlarını tarif etmektedir. Tutanakların gerçek olduğunu tespit etmenin en doğru yolu da onları gerçek olaylarla karşılaştırmaktır. Son bir kaç yüzyıldır yaşanan gelişmeler Tutanaklar’la birlikte okunursa, Yahudi basınının neden bu kitabı sürekli reddetmesinin daha kolay anlaşılacağını iddia eder Hitler. Yahudi tehlikesi de ancak kamuoyu bu kitabı tam olarak anladığı zaman bertaraf edilecektir. FAŞİST DEVLET Pratik güncel konuların ötesinde Hitler’in devlet felsefesi açısından da Yahudilerin Almanya’da salt varlıkları dahi sorundu. Zira Hitler’e göre, devletin gücü, içinden çıktığı ırkın üstün özellikleri ile doğrudan orantılıydı. Yahudiler salt bir dinin mensupları değildi, farklı bir ırktı ve bu ırkın belirli karakteristik özellikleri taşıyorlardı ve söz konusu özellikler Almanların ait olduğu Aryan ırkı ile zıttı. Herşeyden önce Yahudiler Aryan ırkın sahip olduğu fedakarlık idealizmine sahip değildi. Yahudilerin bir kültürü yoktu. Sanat alanlarının hiçbirinde orijinal bir ürün üretemezlerdi. Yaptıkları sadece taklitti veya düpedüz hırsızlık. Yahudiler medeniyet kuran yaratıcı ırkların sahip olduğu karakteristik özelliklere sahip değildi. Yahudi aklı sadece yıkıcı olabilirdi, yapıcı değil. Kendi devletini ve medeniyetini kuramayan Yahudiler sadece başka devlet ve medeniyetlerin parazitleri olarak yaşayabilirdi. Yahudilerin varlığının etkisi de bir vampirin etkisi gibiydi. Yahudi nerede yerleşirse ona misafirperverlik yapan ölünceye kadar kanını emerdi. Bu tarz bir yaşam Yahudilerin en temel karakteristik özelliğini belirliyordu: sistematik yalancılık. Yahudiler diğer milletler ve devletlerde ancak onları Yahudilerin belirgin bir halk değil de, dini bir inancın salt mensupları olduklarına ikna ederek yaşayabilirlerdi. Bu ise, Yahudilerin en büyük yalanlarından birincisiydi. Yalancılık, ikiyüzlülük, münafıklık ve diğer bir çok özellikleriyle Hitler’e göre Yahudiler Almanya’ya ait olamazdı. Salt varlıkları bile Alman devleti için bir zaafiyetti. Hitler için ‘Yahudi Sorunu’nun çözümü netti ve bu çözümü Mein Kampf’tan yaklaşık 5 yıl önce yazdığı Gemlich Mektubu olarak bilinen bir mektupta net bir şekilde dile getirmişti: Yahudilerin Alman toplumundan toptan çıkarılması/tasfiyesi. NİHAİ ÇÖZÜM Hitler hapisten çıktıktan sekiz yıl sonra, 1932 yılında Alman vatandaşı, 1933 yılında koalisyon hükümetinin başında Şansölye, 1934 yılında Führer (lider) ünvanıyla Almanya’nın devlet başkanı oldu. 1945 yılına kadar Almanya’nın başında kalan Hitler, bu süre içinde Yahudilerin tam ve nihai tasfiyesi için adımlar attı. Şansölye seçildikten kısa bir süre içinde Yahudilere yönelik devlet baskısı ve şiddeti başladı ve takip eden yıllarda artarak ve çeşitlenerek devam etti. Almanya’nın hayata geçirdiği Yahudilere düşmanlık derecesine varan Nazi politikaları Almanya’dan yoğun bir Yahudi göçüne yol açtı. Hitler’in iktidara yükselişinin ardından geçen beş yıl içerisinde üç yüz bine yakın Yahudi Almanya’yı terketti. 1938 yılının Temmuz ayında Fransa’nın Evian-les-Bains kasabasında Yahudi mülteciler sorunu üzerine toplanan uluslararası konferans çözüm üretemeyince, Yahudiler Almanya ve Almanya’nın ilhak ettiği topraklarda kapana kısılmış oldu. İkinci Dünya Savaşı ile Almanya hem işgal ettiği toprakları genişletti, hem de işgali altındaki bölgelerde daha şiddetli bir Yahudi-düşmanlığını hayata geçirdi. Yahudiler toplama kamplarında veya tamamen kapalı gettolarda toplandı. Ağır çalışma koşullarına maruz bırakılan Yahudilerin bir kısmı bu kamp ve gettolarda hayatını kaybetti. 1941 yılında Almanya Yahudilerin toplu katliamına başladı. Bunun için imha kampları kuruldu. Altı gaz odası ve dört ölü yakım tesisini barındıran Auschwitz-Birkenau çalışma ve imha kampı da bunlardan birisiydi. Yüzbinlerce Yahudi toplama kampları ve gettolardan trenlerle bu imha kamplarına taşındı. Bir kısmı hayatını yolda kaybetti. Bir kısmı imha kamplarındaki gaz odalarında… Almanya ve ilhak-işgal ettiği ülkelerde 1939 yılının Eylül ayında yaklaşık dokuz buçuk milyon Yahudi yaşıyordu. Savaşın bittiği 1945 yılının Mayıs ayında ise üç buçuk milyon. Mein Kampf’ın yazarı eşi ile birlikte Berlin’de son aylarını geçirdiği yeraltı tünelinde intihar eder. Cesedi ise yakılır. Hitler’in yanmış cesedinin kalıntıları Sovyetler tarafından ele geçirilir ve nihayetinde kalıntılar 1970 yılında tamamen yakılarak, külleri Ehle nehrine dökülür. * Siyaset Bilimci Kaynaklar: Adolph Hitler, Mein Kampf, (Ralph Manheim tercümesi), Hurst and Blackett, 1939. Jack R. Fischel, The Holocaust, Greenwood, 1998.