Türkiye, insanının potansiyelini baltalayan, kendisine rağmen yükselmeyi başarmış insanlarının kazanımlarını heba eden, onları başarıları nedeniyle cezalandıran bir ülke haline geldi. Ne yazık ki, Türkiye, ülke için ümit vaat eden ya da hayata tutunmak için bir umudu olsun isteyen gençlerine bir gelecek sunamıyor. Ülke dışa kapanıyor  Türkiye dışa kapanıyor. Bilimin ve aklın yol göstericiliğinden uzaklaşıldıkça dünya ile rekabet edemez hale gelen Türkiye, ekonomiden eğitime, sağlıktan, sanayiye ciddi bir kendine yeterlilik sorunuyla karşı karşıya. Yüksek kur ve ağır ekonomik koşullar nedeniyle bireysel hatta kurumsal mobilite yok olma noktasına geldi. Erkan Oğur gibi dünyaca tanınan bir müzisyenin bile Almanya’dan vize alamadığını ya da serbest dalış dünya şampiyonu Şahika Ercümen’in gümrük sorunları nedeniyle ekipmansız antrenman yapmak zorunda kaldığını okuyoruz. Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Merve Dizdar’ın uğramadığı hakaret kalmadı. Türkiye, insanının potansiyelini baltalayan, kendisine rağmen yükselmeyi başarmış insanlarının kazanımlarını heba eden, onları başarıları nedeniyle cezalandıran bir ülke haline geldi. Türkiye yarı açık bir cezaevi artık. Bu “kapanma” karmaşık bir olgu ve farklı boyutlarıyla ele alınmayı gerektiriyor. Nitelikli insan gücünün yitimi Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehditlerin en büyüklerinden. Türkiye en az beş yıldır, dünya ile bağlantısı kuvvetli, rekabet gücü yaratabilecek nitelikli insan gücünü hızlı bir biçimde kaybediyor. Üniversite sınavında en yüksek puanları alarak altı yıllık tıp eğitimini Türkiye üniversitelerinde tamamlayan genç doktorların Tıpta Uzmanlık Sınavına girmeden uzmanlığını yurt dışında yapmaya yöneldiklerini biliyoruz. Uzun yıllardır Türkiye’de çalıştığı halde, görece ileri bir yaşında ve yüksek deneyimiyle uzman doktorların Türkiye’yi terk ettiğini biliyoruz. ASELSAN-ROKETSAN gibi Türkiye’nin stratejik kurumlarında çalışan mühendislerin Hollanda başta olmak üzere dünyanın önemli savunma şirketlerinde istihdam edildiğini biliyoruz. Lise çağındaki gençlerin, yurt dışına en kolay gidebileceği bölüm ve üniversiteleri tercih ettiğini biliyoruz. Ben kendi öğrencilerimden, lisans eğitimine başladıkları günden itibaren tüm bireysel planlarını yurt dışında eğitim görmek ya da çalışabilmek üzere yaptıklarını biliyorum. Türkiye’deki üniversitelerde kadro olanağı bulamayan ya da çağdışı muamelelerle üniversitelerinden kürsülerinden uzaklaştırılan yüzlerce akademisyenin yurtdışında çalışmak zorunda kaldığını biliyoruz. Yurt dışında istihdam olanağı olan tüm nitelikli sektörlerde benzer bir durumun olduğu aşikar. Ancak durum bildiğimiz anlamda beyin göçünü aşıyor. Çünkü teknikerlerden tutun da hemşirelere hasta bakıcılara kadar farklı alanlara kadar uzanmış durumda. Ayrıca, pek çok eğitimli kişinin tüm kariyerini terk edip yurt dışında kasiyerlik, kuryelik, garsonluk gibi mesleklere yönelerek Türkiye’dekinden çok daha yüksek bir yaşam standardına ulaşabildiğini biliyoruz.
İyi eğitimin özel okulla özdeşleşmesi felaketine ek olarak, bu ülkenin kaynaklarıyla yetişmiş orta sınıf ve kalifiye” ebeveynler bile çocuklarının iyi” eğitim almasını finanse edemeyecek durumda. Gelecek, Türkiye sınırlarının ötesinde görülüyor.
Tüm bunlar malum ancak geçtiğimiz gün öğrendiğimiz iki veri durumun vahametini çok daha açık bir biçimde ortaya koydu fikrimce.
  1. 2023YKS’ye yani üniversite giriş sınavına başvuranlardan 514 bin 87’si hali hazırda üniversite mezunu, 561 bin 707’si üniversiteye kayıtlı. 1 milyondan fazla gencin idealizm ve öğrenme aşkı nedeniyle yeniden üniversite okumak istediğini düşünmeyeceksek, bunun bir çaresizlik çırpınışı olduğunu söyleyebiliriz. Bu gençler, üniversite mezuniyetlerinin ya da okudukları üniversitelerin, bölümlerin kendilerine bir gelecek sağlayamayacağının bilinciyle yeni bir arayışa yönelmiş belli ki. Elimizde bir veri olmasa da bu yönelişin büyük çoğunlukla yurt dışı olanakları kısıtlı olan gençlere ait olduğunu ve bu nedenle de buruk bir umudu temsil ettiğini düşündürtecek çok şey var. Yurtdışı olanakları olanlar çoktan gitti zaten.
  2. Geçtiğimiz hafta sonu liselere giriş sınavının yapılmasından sonra özel liseler de yeni öğretim yılı için fiyat tarifelerini açıkladı. Yıllık fiyatlar 600 bin TL ile 200 bin TL civarında değişiyor. Bu bahsettiğim yabancı liseler çoğu “iyi” olarak bilinen pek tabi en az iki yabancı dili öğretmeyi hedefleyen, yurtdışı bağlantıları kuvvetli hatta kendi ülkelerinde üniversiteye geçiş kolaylığı sağlayabilen liseler. Bu fiyatlar, ne kadar üst düzey eğitim almış olursa olsun, ücretli çalışan ebeveynlerin mevcut yaşam koşullarında karşılamasının imkânsız ya da çok zor olduğu fiyatlar. Bu özel okulların yeni tarifelerinde fiyat artışının yüzde yüze yakın olduğu görülüyor. Bu elbette ülkedeki enflasyonla ilgili bir artış olsa da yüksek talep baskısından kaçınma stratejisinin bir parçası olarak da düşünülebilir.
Türkiye, ülke için ümit vaat eden ya da hayata tutunmak için bir umudu olsun isteyen gençlerine bir gelecek sunamıyor. İyi eğitimin özel okulla özdeşleşmesi felaketine ek olarak, bu ülkenin kaynaklarıyla yetişmiş orta sınıf ve “kalifiye” ebeveynler bile çocuklarının “iyi” eğitim almasını finanse edemeyecek durumda. Gelecek, Türkiye sınırlarının ötesinde görülüyor. Acı olansa bu ülkenin üretken, üretebilecek ve değer katabilecek insanına bırakın gelecek vaat etmeyi, varoluş olanağı bile sunamaması. Bu, değişim potansiyelinin yitimi, karanlığın kurumsallaşması demek.