Bazen anlattığı hikâyenin en tuhaf kısmında aniden gözlerini kocaman açar, ayyy diye bir ses çıkartarak delice bir vurgu yapardı oraya. Hayatımda tanıdığım en aklı başında çılgın, bütün neşesine rağmen derinliği ölçülere sığmayacak bir dipsiz kuyuydu belki de. Onu ilk kez 80’lerin ortalarında Ankara Arı Sinemasında bir MFÖ konserinde izlemiştim. Üniversitede ilk yıllarımdı, MFÖ’nün de ilk büyük turnesi. Konser için otobüse bindiğimizde atıştırmaya başlayan kar, mekâna varana kadar epeyce artmış, otobüs bizi yolun başında indirmiş, karda düşe kalka yürümüştük hep birlikte. O gün MFÖ konserde sözleri değiştirip “Bu sabah kar var Ankara’da” diye söylemişti şarkıyı. Aradan yıllar geçti, sahnede izlerken hayran olduğum adam zaman içinde Özkan abimiz oldu. Onunla ve Aysun’la tanıştık, sık sık görüştük, hatta Ozan bebekken bir süre aynı sitede oturduk. İkisi de hem oğullarına hem de bütün çocuklara ayrı düşkündü. Biz beraber Ozan’ın ilk bebek adımlarını izlerken kapı çalar Alişan okuldan döner bize katılırdı. Aysun’la birbirlerine duydukları aşk ve bağlılık her zaman gözlerimi kamaştırırdı. Bir süre sonra biz başka bir yola girdik, otizmle tanıştık, kısa süren ilk şok aylarından hemen sonra bu konudaki derin boşluğu fark edince çalışmalara başladık. Bir film çekelim istiyorduk. O gün sabaha karşı bir konserden gelmişti, biraz uyuyup yanımızda almıştı soluğu. Bir stüdyoda otizm tanısı için ailelerin bilmesi gereken bazı kriterleri birkaç sanatçı dostumuzla filme alacak ve sonra çeşitli TV’lerde yayınlatacaktık. Amaç otizmi daha çok kişiye duyurmak, ailelerin vakit kaybetmesini önlemek, bilgilenmeleri için dikkat çekmekti. Özkan abiyi arayıp gelir misin dediğimde ikiletmedi bile, onca yoğunluğuna rağmen yüzü gözü yorgunluktan şiş olduğu halde geldi, nasıl göründüğünü önemsemedi, söylenmesi gereken sözleri birkaç kez tekrarladıktan sonra filmi çektik. Ana sınıfı yaşı gelince Ozan’ı evimize en yakın okulların hepsine götürdüm sırayla. Otizm ve kaynaştırma raporunu duyanların tümü kimi kontenjan bahanesi kimi “öyle çocuklar” için eğitimli öğretmenleri olmadığı gerekçesiyle bizi reddetti. Konuyu mahkemeye taşıdık ama sonuç alamadık, öyle olunca sıra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine geldi. Dava orada da bir türlü sonuçlanmayınca konuya dikkat çekmek için Strasbourg’a gitmeye karar verdim, mahkemenin önüne bir çocuk çadırı kurup isyanımı dile getirecektim. Telefonum çaldı, arayan Özkan abiydi, çorbada tuzu olsun istiyordu. “Sen sadece kendi çocuğun için değil hepimiz için yapıyorsun bu çalışmaları” dedi. “Bu iş bizim ülkede çok geri, olmaz böyle” diyor, bu konuyu kafaya takıyordu. Özkan abininki sıradan bir “duyarlılık” değildi, o “dayanışmacı” bir insandı. Özetle ne yaptı etti, gidiş biletimi hediye etti bana.
O gülünce derdinizi unutur gülerdiniz, ağzı genişçe yayılır, hararetli bir konuysa sesi yükselir, bazen oturduğu yerden aniden fırlar o koca gövdesiyle, kollarıyla büyük büyük jestlerle ve gözleriyle, sesiyle, tüm heyecanıyla anlatırdı aklındakini.
Geçen yıl 3 Aralık Dünya Engelliler Günü. Özkan abi oturmuş, kucağında gitarı, hemen o anda aklına gelen melodiyle kısacık bir video çekmiş ve Instagram hesabına koymuştu. “Her zaman yanınızdayız, engeller adım adım kalkacak” diyordu. O kısacık melodi, o kalpten gelen sözler nice meşhur şarkılara bedel benim için. Ne zaman güçten düşsem onu tekrar izleyeceğim. O gülünce derdinizi unutur gülerdiniz, ağzı genişçe yayılır, hararetli bir konuysa sesi yükselir, bazen oturduğu yerden aniden fırlar o koca gövdesiyle, kollarıyla büyük büyük jestlerle ve gözleriyle, sesiyle, tüm heyecanıyla anlatırdı aklındakini. Bazen anlattığı hikâyenin en tuhaf kısmında aniden gözlerini kocaman açar, ayyy diye bir ses çıkartarak delice bir vurgu yapardı oraya. Hayatımda tanıdığım en aklı başında çılgın, bütün neşesine rağmen derinliği ölçülere sığmayacak bir dipsiz kuyuydu belki de. Ona dair yazmakta çok tereddüt ettim çünkü ne desem eksik kalacak. Onun artık buralarda olmadığına inanmak çok ama çok zor.