Bugün için aile yitimi sonrası iki seçenek var, ya devlet ya özel bakım merkezleri. Engelli nüfusun çokluğu, geç kalmış kamu müdahalesi karşısında uzun yıllar modernizasyonu ihmal edilmiş bu görevi üstlenen işin önemli kısmını özel sektöre devretmiş durumda. İki gün önce haberlere yansıyan bakımevindeki eziyet görüntüleri izleyen herkesi derinden yaraladı. Ekranda izlediğimizde bulunduğumuz noktadan epey uzakta gelişen olaylarmış gibi gelen bu tür haberler aslında belki de sandığımız kadar uzak değil. İnsan sağlıklıyken sağlığın kıymetini unutur, yaşamın daha umutlu neşeli yanlarına dalar ve bir gün o yatakta yatanın kendisi olabileceğini düşünmez. İhtiyacı olmadığı sürece de bakım merkezlerinin bir hayat için ne anlama geldiğini aklına pek getirmez. Son derece insani bir zaaf. Oysa sadece hastalar ya da engelliler için değil tüm toplum için bakım merkezlerindeki yaşam standardının ne olduğu o ülkenin gelişmişlik seviyesi için de önemli bir ölçüdür. Bir gün gelip de her şeyinizi ya da tüm ailenizi yitirdiğinizde, yaşlılık veya bir doğal afetin sonucunda bakıma muhtaç biri olarak nasıl bir hayat yaşayacağınızın ölçüsü… Geçtiğimiz yıl otistik bir genç olan Mehmet Eres bir bakım merkezine hayatını kaybetti, aslında diğerlerinden daha çok duyulmuş olsa da o ne ilkti, bu gidişle ne de son olacak. Çünkü aslında bu sistemler bugünkü halleriyle büyük oranda hayati riskler içeriyor. Yapılan araştırmalara göre kapalı sistemlerde yaşayan kişiler için özel rehabilitasyon sistemleri olması gerekiyor. Aksi halde bu merkezler yaşayan bireylerin sosyalleşmesi, toplumla teması sağlanmazsa ve duygusal olarak da özel bir çabayla desteklenmezlerse bu şekilde ddört duvar arasında yaşamak zaten en iyi fiziki şartlarda bile sağlıklarını bozuyor, yaşam sürelerini kısaltıyor. Çeşitli uluslararası kuruluşlar, başta Birleşmiş Milletler olmak üzere aslında artık kapalı sistemlerin tümüyle terk edilmesi gerektiğini, izolasyon içeren hiçbir çözümün gelecekte var olmaması gerektiğini çalışmalarında ifade ediyor. Özetle ülkemizde uygulaması sınırlı da olsa var olan sevgi evi ve benzeri adlar altındaki grup evlerinde, toplumun içinde bir yaşamı içeren çalışmalar desteklenmeli. Bunun yanı sıra engellilerin ailelerinden sonra bağımsız bir hayatı mümkün kılan asistanlı yaşam gibi çağdaş seçenekler geliştirilmeli. Ancak bugün için ülkemizde bunlar milyonlarca engelli birey için henüz hayata geçmiş değil. Bizde bugün için aile yitimi sonrası iki seçenek var, ya devlet ya özel bakım merkezleri. Engelli nüfusun çokluğu, geç kalmış kamu müdahalesi karşısında uzun yıllar modernizasyonu ihmal edilmiş bu görevi üstlenen işin önemli kısmını özel sektöre devretmiş durumda. Aile yitimi sonrası bakanlık engelli bireyi kendi merkezlerinde kapasite doluysa bu özel merkezlerden birine yerleştiriyor, karşılığında bu kuruma bir ücret ödüyor. Ancak bugün itibariyle ödenen bu ücretle bahsettiğimiz rehabilitasyon, uğraş terapisi gibi özel sistemlerin kurulması hayal, bugün bu tür yerlerde güvenlik, barınma ve günlük yaşamın sürdürülmesi dışında bir amaç bulunmuyor. Bu da bu merkezleri aslında engelli ya da yaşlılar için birer modern hapishaneye dönüştürüyor. Engelli bir çocuğunuz olsa, siz öldükten sonra böyle bir yerde yaşayacağını bilseniz ne yapar, ne düşünürdünüz? Allah düşmanımın başına vermesin diyorsunuz belki de. İşte engelli aileleri her gece bu ihtimalle yatıyor, sabah buna kalkıyorlar. Çözüm nerede? Elbette gelişkin ve uzmanlaşmış bir sosyal devlet anlayışında. Buna dair yazılacak daha çok şey var…