Eğer mesele farklı bir gelecek umuduysa bu seçim bir şeyleri hâlâ değiştirebilir. Bunun için iktidarın ne yapacağı kadar ona oy vermeyenlerin ne yapacağı önemli. Çünkü değişim aslında her şeyden önce korkudan arınmayı gerektiren bir süreç. Son günlerde en çok kullanılan kelimelerden biri değişim. İktidar değişecekti olmadı, biz de o zaman iktidarı değiştiremeyen muhalefeti değiştiririz diyor ahali. Güzel ama nasıl? Nereye doğru? Seçim gecesi kornalar, havai fişekler eşliğinde yapılan kutlamalarla şok geçiren seçmen sabah yine yalnız kaldı. İktidarın değişimi isteniyordu ve sanki bu olursa geri kalan her şey otomatik olarak arkasına takılacak, tamamen ferahlayacaktı memleket. Oysa seçim kaybedildi. Yani güzel günler iktidar değiştirerek gelecekse artık beş yıl daha beklemek zorunluydu. Belki de değişmesi gereken başka şeyler vardı ama onları değiştirmenin de bir iktidarı değiştirmek anlamına geldiği ancak bir hafta içinde anlaşılacaktı. Seçimden önce her şeyi değiştireceğiz diyenler bugün çoktan su almış, batışa doğru giden geminin pruvasında al takke ver külah, kahvaltı senin akşam yemeği benim buluşup konuşup duruyor. Öyle ki biraz itiraz edince gemiyi yine kaptan yanaştırır sahile dediler. Yani henüz sefer bitmedi, kaptanı değiştirmeye kalkmayın yoksa o yola çıktığınız sahili de bulamazsınız mesajı veriliyor seçmene. Bizi yine korku alanımıza ittiler. Yine bir şeylerden çekinmeli, kimi destekleyeceğimize bu korkunun ekseninde karar vermeliydik. Seçim öncesi biz gelmezsek batarsınız bitersiniz diyenler sanki seçimi seçmen kaybetmiş gibi şimdi de biz olmazsak batarsınız diyor. Yıllardır devam eden bir döngü var. Muhalif seçmen her seçimde bütün gücüyle desteklediği, o günün adayından yana bir hayal kırıklığı yaşıyor. Her seçimden sonra gördüğümüz gibi bu toplumdaki muhalif seçmen kaybedilirse neler olabileceği hesabını pek iyi yapamıyor. Hatta bunu düşünmek bile istemiyor. Seçimden önce lafı açana her seferinde şimdi sırası değil deyip konuyu kapatıyor. Hâliyle seçimin ertesi günü o büyük misyonu yüklediği kişinin sandığı kişi olmadığını anlıyor ve büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor, bütün suçu da o kişiye yüklüyor. Oysa seçmenin gözünün önünde duran ama epeydir bakmayı tercih etmediği önemli kısımlar var. Örneğin iktidar yanlılarını kime neden destek oldukları konusunda yetkin bulmayanlar, yıllardır oy verdikleri partinin nasıl yönetildiğiyle de pek ilgilenmiyorlar.  Kendi oylarıyla 6-7 dönemdir vekil olan temsilcilerini bugüne kadar değiştirmeyi hiç düşünmemiş, orada kurulan oligarşik yapıya hiç kafa yormamışlar. Hatta bu durumun nelere mal olduğunu ancak 13. yenilgiden sonra, oylarıyla en istemedikleri kişilerin meclise sokulduğunu anlayınca görüyorlar.
“Madem illa değişim istiyorsunuz ben geleyim” diyen seçeneklerin aslında seçmeni güvenli alana yani bir “kurtarıcı” kültüne geri mi sürükleyeceği, yoksa seçmenin değişime doğru gerçekten ileri bir adımda kararlı mı olacağı daha ne kadar vakit kaybedeceğimizi gösterecek.
Kurumsal muhalefetin soğukkanlılığı hatta giderek pişkinliğe varan tavrı belki de bu yüzden yine çok şaşırtıyor muhalif seçmeni. Oysa gerçekler dün de bugün olduğu yerde duruyordu. Görmek isteyenler bunu epey uzun süredir görüyordu. Eğer mesele farklı bir gelecek umuduysa bu seçim bir şeyleri hâlâ değiştirebilir. Bunun için iktidarın ne yapacağı kadar ona oy vermeyenlerin ne yapacağı önemli. Çünkü değişim aslında her şeyden önce korkudan arınmayı gerektiren bir süreç. Eh bu dönem de yine böyle bir “kaybedecek neyimiz kaldı” dönemi. Abraham Maslov’u biliriz, onun teorisindeki hiyerarşiye göre insanlar ancak belirli ihtiyaçlarını karşılamışsa sıradaki daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girer. Bu temel ihtiyaçların başında güvenlik duygusu gelir, meselenin öbür ucu da korkudur. Yani aslında bir insanı güvenlik duygusunu kırarak yönlendirmek ve yönetmek gayet mümkün ve oldukça da kolaydır. Çünkü özellikle de kendini tehlike altında hisseden insanın düşüncelerinden çok iç güdüleri devrededir. Böyle durumlarda kendisi bile neyi neden seçtiğinin pek farkında olmayabilir. Maslov değişimle ilgili olarak şöyle der, adım atmamız gereken bir anda iki seçeneğimiz vardır, güvenlik bölgemize doğru geri adım atmak veya değişime, gelişime doğru ileri adım atmak. Çünkü insan korktuğunda içgüdüsel olarak kendini en güvenli hissettiği son pozisyonuna geri döner. Belli bir kesim için bu güvenlik bölgesi genellikle Atatürk’ten başkası değildir. Öyle ki yeniden bir büyük liderin geleceğine belki de çocukluğundan beri inananların çoğunun, “kurtarıcı arama o kurtarıcının kendisi ol” denmişse bile geri dönüp değişimi içinde arayabileceği gerçek bir dayanışma alanı, örgütlenmesi dahi yoktur. Örneğin kendisine birey olarak hiçbir sorumluluk yüklememiştir, bütün bu olan biten içinde yüzüne söylendiği gibi tıpış tıpış oy vermek dışında hiçbir işlevi olmamasına itiraz dahi etmemiştir. Çoğunluğun bu tür bir etkisi kendi meslek örgütünde de yoktur, mahallesinde de hatta apartmanında bile. Özetle değişim, değişim diyen ve kafasını vuracak yeni bir taş arayan seçmen aslen değişim derken ne kast ettiğini kendisi bile tam olarak bilememektedir. “Madem illa değişim istiyorsunuz ben geleyim” diyen seçeneklerin aslında seçmeni güvenli alana yani bir “kurtarıcı” kültüne geri mi sürükleyeceği, yoksa seçmenin değişime doğru gerçekten ileri bir adımda kararlı mı olacağı daha ne kadar vakit kaybedeceğimizi gösterecek.