Seçilecek kişi yetkisini kullanacak, devleti yönetime dirayetine sahip olacak. Ama yetki kullanımı bir eylem silsilesinin son aşamasıdır. Eylemin öncesindeki düşünsel kısımda hep beraber olacak. İşte “yönetişim” ve “vesayet” farkı budur.
Altılı Masa liderlerinin, “ortak akla” işaret ettiği konuşmalarından beri Türkiye’de başka konu konuşulmuyor desek yeridir.
Güya, kendilerine düşük profilli bir Cumhurbaşkanı arıyorlarmış.
Altı liderin de aralarında anlaştığı ve ortada bir vesayet görmediği konuda, Altılı Masa’yı destekleyen gazeteciler ve akademisyenler ısrarla vesayet görüyor.
Öncelikle, seçilecek Cumhurbaşkanı’nın neden “düşük profilli” olmayacağını görelim.
Ahmet Davutoğlu bu terimi sarf ettiğinde, siyasette “sembolik Cumhurbaşkanı ve güçlü Başbakan” dengesi vardı.
Bugün, Başbakanlık kurumu ortadan kaldırılıp yetki tamamıyla bir kişiye verildiği için ne hâle geldiğimiz ortada.
Altılı Masa’nın göstereceği Cumhurbaşkanı adayı mutlaka “yüksek profilli” bir kişi olacak.
Dirayetli biri olacak, ülkeyi yönetecek ve her yerde yetkisini kullanmaktan da çekinmeyecek.
Ama bugünkü siyaset ortamında hiçbir kişiye böylesine sonsuz yetki verip kenara oturamayız.
Dünyanın en iyi insanı dahi olsa bu denetimsiz yetkiyi bir kişinin iradesine bırakamayız.
Beşer, şaşar.
Bu sonsuz yetki Pamuk Prenses’ten Cadı çıkarır.
Denge ve denetim mutlaka olmak zorunda.
O yüzden de Altılı Masa, adayı açıklamadan önce o adayın neler yapıp yapmayacağının çerçevesini belirlemek istiyor.
Aksi takdirde, kişiler değişse de sistem aynı kalır.
Eğer siz aidiyet hissettiğiniz ideolojiyi özgürlükçü bir yaklaşımla savunuyorsanız zaten Altılı Masa’da temsil ediliyorsunuz demektir. Ve yarın, seçimin ertesi günü, kendinizi o iktidarın bir parçası olarak göreceksiniz.
Bizim istediğimizse yepyeni bir siyaset kültürünü elbirliğiyle, kimseyi dışlamadan, herkesin kendini bir parçası hissedeceği şekilde inşa etmek.
Yani, “yönetim”den “yönetişim”e geçeceğiz.
Evet, Türkçeye yenilerde giren bir kavram bu ama unutmayın bir ara “demokrasi” de öyleydi -hatta “telefon” da, “X-ray” de.
Bugün bu kelimeleri kullanırken yadsımıyorsak hayatımızın bir parçası oldukları içindir.
Yeni dönemde, göreceksiniz, “yönetişim” kavramı da bu kelimeler gibi benimsenip gündelik dile yerleşecek.
Peki, “yönetişim” ne demek?
Bu bir “vesayet” anlamına mı geliyor?
Hayır, hatta tam tersine bir daha vesayet oluşmasın diye yönetişime ihtiyacımız var.
Birkaç örnekle izah edeyim: Türkçeye dair sarfettiği cümle yüzünden bir bakan görevden şak diye alınıyorsa bu sistemde vesayet var mıdır yok mudur?
Var, diyorsanız, gelin “yönetişim”de neden olmayacağını anlatayım size.
Hangi görüşten olurlarsa olsunlar, ideolojilerini “özgürlükçülük” temelinde yorumlayanlarla “otoriterlik” temelinde yorumlayanlar bir araya geldi.
Aksi takdirde, Erdoğan’la Perinçek’i böylesine yakınlaştıran başka ne olabilir?
Milliyetçiler, muhafazakârlar, sekülerler, liberaller… İdeolojiniz değil, bunu nasıl yorumladığınız önemli.
Eğer siz aidiyet hissettiğiniz ideolojiyi özgürlükçü bir yaklaşımla savunuyorsanız zaten Altılı Masa’da temsil ediliyorsunuz demektir.
Ve yarın, seçimin ertesi günü, kendinizi o iktidarın bir parçası olarak göreceksiniz.
“Özgürlükçülük” temeli üzerine kurumları inşa edecek, ardından da tam teşekküllü demokrasiyi bu kurumlara dayandırarak tesis edeceğiz.
Seçilecek “yüksek profilli” Cumhurbaşkanı, Türkiye’yi gece yarısı kararnameleriyle yönetmeyecek.
Böyle yönetirse, hangi görüşten olursa olsun özgürlükçülerin kendilerini iktidarın bir parçası görmeleri zorlaşır.
Bu bir temsil krizine dönüşür.
Beş senede köhneleşmiş sistemi ayakta tutmaya yarar.
Altılı Masa, yeni bir siyaset kültürü inşa ediyor; mutedil bir dille, ilmek ilmek, sabırla.
Bugün yangın söndürmek için dahi “Cumhurbaşkanının tensiplerinin” beklendiğini görüyoruz.
Ekonomisinin bu hâle geldiği, kurumlarının çöktüğü, çocuk açlığının başladığı bir Türkiye bürokrasiye de boğulmayacak elbette.
“Yönetişim” bu anlama gelmiyor.
Cumhurbaşkanı, devlet yönetecek ama kimseye danışmadan futboldaki yabancı sınırından limonun fiyatının belirlenmesine, araba camı filminden Merkez Bankası Başkanı ya da rektör atanmasına dair kararname yazmayacak.
Seçimi elbirliğiyle kazandığı kişilerle “istişare” edecek.
Konuşacak, görüşecek, fikir alacak, öneri sunacak… Ola ki, düşündüğü bir şey onun göremediği bazı sorunlara yol açacak, diğer liderler o kişiyi “daha doğrusunu” yapmaya sevk edecek.
Bazen vazgeçecek.
“Yönetişim” budur, asla “vesayet” değildir.
“Yönetişim” modelini, Yedi Kocalı Hürmüz’e veya Çok-Başkanlığa indirgeyenler de oldu.
Böylesi bir çok başlılık ülkeyi krize sokabilirmiş.
Bakın şöyle olsaydı, bu iddialar doğru olurdu: Sorumluluğu olmayan kişi ya da kişiler, hangi bakanın görevden alınıp hangisinin alınmayacağına, Doğu Türkistan’daki Türklere zulmeden Çin’e laf edilip edilmeyeceğine vs. karar verseydi haklı olurlardı.
Vesayet, tam da budur çünkü.
Altılı Masa, seçilecek kişi kendini vesayet altında görmesin diye bir metin ortaya koydu. Bu yönetim modelinde bir vesayet olmadığında mutabık kalındı. Hiçbirinin içinde vesayet görmediği bir yönetim modeli neden vesayet olsun?
Oysa, Altılı Masa, seçilecek kişi kendini vesayet altında görmesin diye bir metin ortaya koydu.
Altı lider de bu metni gördü, okudu, değerlendirdi, yazdı, onayladı.
Bu yönetim modelinde bir vesayet olmadığında mutabık kalındı.
Hiçbirinin içinde vesayet görmediği bir yönetim modeli neden vesayet olsun?
Kim ister neden ister vesayeti?
Altılı Masa’nın iktidarı aldığını farz edin, ülkeyi kilitlemek, yönetim krizine sokmak ister mi?
Böyle bir durumda, bir daha seçilme ihtimalleri kalır mı?
Artık uzlaşı var, diyalog var, birliktelik var.
Seçilecek kişiye “Cumhurbaşkanı olma” deniyor, bilakis “Cumhurbaşkanı ol,” deniyor.
Ama “Cumhurbaşkanı olmak” demek, sonsuz yetkiye sahip olsa da “Cumhurbaşkanı olma bilincine sahip olmak” demektir.
Bu sonsuz yetki, az önce saydığım sebeplerden ötürü kimseye verilemez.
Artık görevden alınmış bir rektör olarak uyanmayacaksınız sabaha.
Bitiyor o günler.
Son demlerindeyiz.
İkincisi, seçilecek kişiye “Cumhurbaşkanıymış gibi yap ama yetki kullanma” da demiyor.
O kişi yetkisini kullanacak, devleti yönetime dirayetine sahip olacak.
Ama yetki kullanımı bir eylem silsilesinin son aşamasıdır.
Eylemin öncesindeki düşünsel kısımda hep beraber olacağız, deniyor.
İşte “yönetişim” ve “vesayet” farkı budur.
Kurumların güçlü olduğu ve kimsenin dışlanmadığı bir demokrasi için “yönetişim”den başka şansımız yok.