Bir toplumsal hareketin kriminal bir düzeye indirgenmesi bir yönüyle AK Parti’nin demokratik olma serüvenini netleştirmiş ve AK Parti ile bir demokrasinin mümkün olmayacağını ortaya koymuştur. Son günlerde ana gündem olan, “göçmenler”, ya da “geçici koruma” altında olan insanlara dönük çıkışlar siyasal ve toplumsal alanın kriminal hale gelmesi ve siyaset dışı aktörlerin sürecin içine girme tehlikesini gündeme getirmiştir. Bu çerçevede ülkedeki bütün siyasi parti, ittifak ve aktörlerin çok dikkatli olmaları, önemli bir sürecin içinden geçtiğimizin farkında olmaları gerekmektedir. Tersi bir durumda ülke ve toplum kontrol edilemeyen bir şiddet sarmalına girebilir ve siyaset kurumu devre dışı kalabilir. Bu çerçevede her kesimin yeni kavramlar, stratejiler ve çözümlerle birlikte bu süreci değerlendirmesi ve sağlıklı bir göç politikası oluşturması gerekmektedir. Elbette bu aynı zamanda yeni bir Orta Doğu politikası demek. Bunun için siyaset kurumunun ortaklaşması tarihsel önem taşımaktadır. HDP’nin kapatılması süreci ve “Gezi Davası” yalnızca hukukun siyasallaşma biçimini değil; aynı zamanda iktidar blokunun hukuk devletinin asgari normunun dışında inşa ettiği bir düzenin varlığını bir kez daha ortaya koymuştur. Bir toplumsal hareketin kriminal bir düzeye indirgenmesi bir yönüyle AK Parti’nin demokratik olma serüvenini netleştirmiş ve AK Parti ile bir demokrasinin mümkün olmayacağını ortaya koymuştur. Gezi’nin bu turnusol olma durumu, başladığı günden bugüne aslında demokratik bir manifesto olarak mevcut iktidarın gerçekliğini ortaya çıkarmasıdır. İktidarın geçmeyen öfkesi de bu yalın gerçeğin geniş kitlelere gösterilmesi sebebiyledir. Ancak hem HDP’nin kapatılma süreci hem de “Gezi Davası” siyasal alanın demokratik olma şansının giderek ortadan kaldırıldığını, sürecin iktidar eliyle bir şiddet döngüsüne sokulmak istendiğini bize göstermektedir. Normal ve olağan durumda seçimi kazanma durumu çok zayıf olan iktidarın kontrollü bir şiddet dalgasına toplumu hapsedip bir “beka davası” üretmesi olasıdır; ancak bunun iktidar için istenilen sonucu vermeyeceği de açık gerçektir. Türkiye 7 Haziran – 1 Kasım sürecini bir daha deneyimlemeyecektir. Ancak siyasetin devre dışı bırakılması çabası yine ağır bir tablo olarak karşımıza çıkma riskini taşımaktadır.
Kılıçdaroğlu’nun siyasal yalnızlığı salt onun adaylığı ile ilgili bir durum değildir. Türkiye siyaset paradigmasının yenilenmesi ve yeni bir gelecek inşa etme çabasındaki bir liderle yakalanacak büyük bir fırsatın tepilmesi anlamını taşımaktadır.
Mevcut iktidarın bir ekonomi politikası/yol haritası olmadığı ve uyguladığı politikaların ise sadece zaman kazanma çabasına denk düştüğü ortadadır. Özellikle gündelik yaşamın sürdürülmesi konusunda enflasyonist baskının ulaştığı boyut halk tarafından taşınacak bir yük olmaktan çıkmıştır. Bu sebeple siyaset kurumu ve de özellikle Millet İttifakı eğer ekonomide ciddi bir yol haritası ortaya koymazsa biriken toplumsal öfkenin patlama riski her gün artmaktadır. Böylesi bir patlamada hem iktidarın hem de muhalefetin siyasal alanın dışına çıkma/çıkartılma ihtimalleri son derece olasıdır ve bu yeterince görülmemektedir. Bütün bu demokratik siyasal alanı tehdit eden gelişmeler karşısında Millet İttifakı’nın adaylık meselesini çözmesi hem ülke için hem de kendi iç dengeleri açısından son derece elzemdir. Toplumun, kurumların, bireylerin bu denli yıprandığı ve hiçbir gelecek güvencesi hissetmediği bir ortamda, AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıpranma konusunda ulaştığı boyut Millet İttifakı’nın adayının “yıpranmaması” gerekçesiyle açıklanmamasını hiçbir biçimde meşru bir zemine oturtmamaktadır. Defalarca yazdık yine söyleyelim; siyasal alan yukarıda belirtilen süreçlerle çok ciddi tehlike altındadır ve siyaset kurumu buna müdahale etmez, gündemi ve süreci belirleyemezse toplumsal beklenti başka bir adaya, yöne kayabilir. Adaylık meselesi aynı zamanda başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’nın iç huzuru ve birlikteliği konusunda da yaşamsal bir hâl almıştır. İsmi geçen adayların yıpranması/yıpratılması herkesin gözü önünde cereyan etmektedir. Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz Gezisi ve ortaya çıkan tablo çok ciddi bir karamsarlığın oluşmasına sebebiyet vermiştir. Sürecin iyi planlanmadığı, gelen tepkilerin sağlıklı bir biçimde değerlendirilmediği ortadadır. Bu çerçevede Sayın İmamoğlu ve ekibinin ciddi ve de yeni bir iletişim stratejisine ihtiyacı bulunmaktadır. Bu strateji adaylık ile ilgili değil, İstanbul’da oluşan atmosferin, birlikteliği, ruhun korunması içindir.
Normal ve olağan durumda seçimi kazanma durumu çok zayıf olan iktidarın kontrollü bir şiddet dalgasına toplumu hapsedip bir “beka davası” üretmesi olasıdır; ancak bunun iktidar için istenilen sonucu vermeyeceği de açık gerçektir.
CHP Lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda giderek artan beğeni ve beklenti, ittifakın ve adaylık konusunda ismi geçenlerin desteğiyle çok farklı bir düzleme güçlü bir biçimde oturabilir. Bir taraftan Millet İttifakı’nın bileşenlerinin bu konuda artık netleşmesi gerekirken diğer taraftan CHP’nin kendisine çok büyük bir sorumluluk düşmektedir. CHP’nin MYK ve PM Üyeleri, Milletvekilleri, Belediye Başkanları, Örgütü; yani il ve ilçe başkanlarıyla kendi liderlerini topluma anlatma, ikna etme, yeni bir heyecan dalgası yaratma konusunda bekleneni vermediği görülmektedir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun siyasal yalnızlığı salt onun adaylığı ile ilgili bir durum değildir. Türkiye siyaset paradigmasının yenilenmesi ve yeni bir gelecek inşa etme çabasındaki bir liderle yakalanacak büyük bir fırsatın tepilmesi anlamını taşımaktadır. Türkiye’nin bir yol ayrımında olduğunu bilerek ilerleyecek bir siyasetin geleceği olabilir ve Türkiye’de siyaset hiç bu denli itibar kaybetmemiş ve bu denli aktör olma halinden uzaklaşma ihtimali yaşamamıştır…