Üç yıllık bir sürede mevcut sistemin ve ürettiği kamplaşmanın salt seçime odaklı olmadığı görülmüştür. Daha önceki sistemde seçim döneminde tanıklık ettiğimiz gerginliklerin bu sistemde günlük rutine dönüşmesi toplum psikolojisini alt üst etmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin siyasal ve toplumsal alandaki olumsuz üretimlerinden biri de siyasal cepheleşme ve kamplaşmadır. Bu durum bile mevcut sistemin sürmemesi, toplumsal ve siyasal barışın korunması açısından hayatidir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden önce de kuşkusuz kamplaşma, kutuplaşma ve cepheleşme mevcuttu. Ancak bu denli kapsamlı, herkesi içine alan, taraf olmaya zorlayan bir siyasal iklim söz konusu değildi. Mevcut sistem ne tarafsızlığı ne de farklı bir tercihi mümkün kılmaktadır. Kendisine tabi olanlar ve karşıt olanlar ekseninde bir keskin bölünmeyi önümüze zorunlu bir tercih olarak koymaktadır. Geniş kesimlerin bundan kaç(a)maması, geniş bir yarılma yaratmaktadır. Bunun da ötesinde karşıt ittifakların birbirleri hakkında ürettikleri ve dolaşıma soktukları söylemler, iddialar sorgulanmadan kamp sakinleri tarafından sahiplenilmekte ve birbirlerine karşı kullanılmaktadır. Türkiye’nin bu siyasal atmosferden bir an önce çıkması gerekmektedir. O nedenle toplum genelinde bu sistemin yarattığı gerilim, kamplaşma, bölünme ve ayrışma herkesi rahatsız eden, ortak gelecek duygusunu, ülkeye ve topluma olan duygusal bağı ortadan kaldıran bir çerçeve çizmektedir. Buradaki vahim durum sadece ittifakların birbirine karşı ürettiği negatif söylemler değildir. Asıl vahim olan devlet organizasyonunun taraf olmasıdır. Cumhur İttifakı’nın devleti yönetme ve sevk etme biçimi ile devlet yapılanmasının siyasal kamplaşmada taraf olması partili Cumhurbaşkanı durumunu aşan son derece ciddi bir güven sorununu gündeme getirmektedir. Toplumun bir kesiminin devleti kendisine karşı olarak algılaması, görmesi ve giderek bu duyguyu büyüten gündelik pratiklerin artması, devlet ve toplum ikiliğinde ciddi bir kırılma yaratmaktadır. Ötesinde bugün Cumhur İttifakı’na yönelik sevgi, sempati ve bağlılık duyan geniş kesimlerin de gelecekte seçimlerin kaybedilmesi durumunda ciddi endişe, kaygı ve korku duymaları sistemin ne denli büyük bir ayrışma ve gerilim yarattığının da bir kanıtı olarak görülmelidir. Ötesinde kazanan ittifakın devleti de ele geçirmiş gibi bir algının oluşmasına, kaybeden ittifakın ise devleti artık kendisine karşı bir yapı olarak görmesine sebebiyet vermektedir/verecektir. Yani bu sistem devleti de taraf haline getirmiş ve bugüne değin inşa edilen az da olsa güven duygusunu yok etmiştir.
Bu sistemde iktidarı kim alırsa liyakatin değil amansız, kuralsız bir sadakatin egemen olacağı görülmüştür. Buradan çıkış, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve ulusumuzun bütün paydaşları için ortak geleceğin yitirilmemesi noktasında tarihi bir ödevdir.
Türkiye’de siyasal kamplaşmanın ulaştığı bu düzey ve devletin “göreli özerkliğinin” yitimi artık güvence olması gereken yasa, kurum ve kuralların “bir tarafın emrindeki baskı setine” dönüşmesi gibi bir sonuç ortaya çıkarmış ve maalesef bu durum giderek yerleşik bir hal kazanmıştır. İktidarın mevcut aktörlerinin muhalefete yönelik sözleri, ithamları, iftiraları devlet gücünün nasıl ve ne şekilde kullanılacağının da endişesini yaratmaktadır. Ülkemizde parlamenter sistemin toplumsal uzlaşma noktasında ve devletin yapılanmasında bugünle kıyas kabul etmez bir çerçevede ürettiği müzakere ortamı ve mümkün olduğunca tarafsız kalma çabası artık bir zaaf olarak görülmektedir. Bu sistemde iktidarı kim alırsa devlet içinde liyakatin değil amansız, kuralsız bir sadakatin egemen olacağını ve bu durumun daha da ileri gideceğini her geçen gün bize göstermiş olması, temel olarak buradan çıkışın Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve ulusumuzun bütün paydaşları için ortak geleceğin yitirilmemesi noktasında tarihi bir ödevdir. Üç yıllık bir sürede mevcut sistemin ve ürettiği kamplaşmanın salt seçime odaklı olmadığı görülmüştür. Daha önceki sistemde seçim döneminde tanıklık ettiğimiz gerginliklerin bu sistemde günlük rutine dönüşmesi toplum psikolojisini alt üst etmiştir. Üç yıl içinde devlet ve kurumlardaki çözülme, ortaya çıkan güvensizlik, çözülen toplumsal ve siyasal bağlar, bağımsız kurumların niteliklerini kaybetmesi, toplumun çok ciddi bir gelecek kaygısı duyması, liyakatin tümden aranmayan bir niteliğe dönüşmesi, yetişmiş nitelikli kadroların ve gençlerin başka ülkelere yoğun göçü sistemin çıktıları ve ağır bir fatura olarak önümüze konulmaktadır. Bu çerçevede toplumsal ve siyasal barışın sağlanması, devletin tarafsızlığının korunması ve devlete/kurumlara yönelik bağın yeniden tesis edilmesi için bu sistemden çıkmak sadece bir ittifakın meselesi değil, ortak gelecek duygusuna sahip her yurttaşın sorumluluğudur.