Nine Perfect Strangers’ın en iddialı olduğu kısım kesinlikle oyunculukları. Kadrosunun oldukça güçlü olmasının yanında oyuncuların elinde besleyebilecekleri karakterler var ve bunu da zorlanmadan kullanabilmişler. Dizi, çeşitli nedenlerle hayatlarını yoluna sokmak isteyen ve “iyileşme” yolunda isteyerek ya da istemeyerek adım atmış dokuz yabancının oldukça gizemli ve pahalı bir sağlık merkezine gitmelerini ve burada on gün boyunca yaşadıklarını konu ediyor. Fakat sağlık merkezi deyince aklınıza tıbbi bir kurum gelmesin, çünkü bu yer aslında ağırlıklı olarak zengin insanların birbirlerinden duyarak tavsiye yoluyla tercih ettikleri Tranquillum House adında bir “wellness” tesisi. Burası ziyaretçilerine spiritüel anlamda bir yeniden doğuş vadediyor ve sosyal medya da dahil herhangi bir platformda hakkında detaylı bilgiye ulaşmak pek mümkün değil. Kilo vermek isteyen, evliliğini düzeltmeye çalışan, trajik olaylar yaşayan ve diğer pek çok mağdur durumda olan kişilerin bir araya geleceği hikâyede, haliyle sıra dışı paylaşımlar, akıl almaz psikolojik denemeler yaşanmaktadır. Projeden sorumlu aynı zamanda da grubun liderliğini üstlenen Masha da liste başındadır. Çalkantılı ve kayıplarla dolu geçmişine merhem olabilmek için adım atan ilk isimlerden biridir. Sessiz ve utangaç Carmel, Jessica ve Ben’in ilişki sorunları, ortalığı ateşleyen Lars ve diğer pek çok kişi… Hayata yeniden başlamak isteyen 9 kusursuz, harika kişi… Eğitimler, sohbetler, travma dolu dakikalar… Nine Perfect Strangers’ın en iddialı olduğu kısım kesinlikle oyunculukları. Kadrosunun oldukça güçlü olmasının yanında oyuncuların elinde besleyebilecekleri karakterler var ve bunu da zorlanmadan kullanabilmişler. Çoğu kişinin beklentisinin aksine, en azından ilk üç bölüm için, dizinin yıldızları bana göre kesinlikle Michael Shannon, Bobby Canavale ve Melissa McCarthy oldu. Nicole Kidman ise Masha karakteriyle her zamanki gibi seyir zevkini yükselten bir etmen olsa da dizinin oyunculuk anlamında en güçlü kozu olmadığı aşikar. Dizinin müzik seçimleri de oldukça başarılı. Kullanılan şarkılara paralel olarak klasik müzik temalı hazırlanmış orijinal soundtrackler de wellness merkezi odaklı bir dizi için çok yerinde ve etkileyici tercihler olmuş. Kişisel gelişimin ve fiziksel/mental sağlığın ticari bir sektör haline geldiği günümüz dünyasında konuya Nine Perfect Strangers aracılığıyla dışarıdan bir göz olarak bakabilmek ve kendimizin en iyi versiyonu olabilme vaadi üzerinde durmak gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle artık eskiye göre çok daha yoğun bir kuşak çatışmasının ortasındayız. Boomer’larla Z kuşağı ilginç bir şekilde aynı evlerde yaşıyorlar. Lambalı radyodan ajansı bekleyen kuşak ile telefon uygulaması ile haberleri aynı saniyede alan kuşak; bahçeden topladığı domatesi pazarda satan kuşak ile online domates satın alıp, aldığı domatesi online kargo ile bir yere gönderip onu kurutan ve kuruttuğu domatesi yine görmeden, online Amazon’dan satan kuşak; “Bizimkiler” dizisini izlemek için pazar akşamın gelmesini bekleyen ve tekrarını izleyemeyen kuşak ile istediği dizinin tüm sezonlarını istediği yerde durdurarak izleyen kuşak; mahallede sokak aralarındaki atari salonlarında jetonla Street Fighter oyunu oynayan kuşak ile online canlı olarak yüzlerce kişiyle aynı anda PubG oynayan, aldığı karakteri geliştirip satan kuşak; doların yasak olduğu günleri gören kuşak ile parasını bitcoine yatıran kuşak; okula siyah önlükle ve yürüyerek gidip derslerini bitpazarından aldığı ikinci el kitaplar üzerinden yapan kuşakla, bilumum eğitim yöntemlerinin denendiği, servis ile okula gidip online kütüphaneler aracılığıyla çalışan kuşak bir arada yaşıyor, farkında mısınız? Sokakta, Instagram’da, lokantada, tatilde falan hep aynı “tip”te insanlarla karşılaşıyoruz. Giydikleri elbiselerden yedikleri yemeklere, estetize edilmiş burunlarından yüzlerindeki sakil gülümsemeye kadar hepsi aynı. Kendilerine üflenmiş olan “akıl-irade-vicdan”dan irade kısmını kullanmayan, kendilerine dayatılmış hayatı yaşayan otomatlar ordusu... Hayatın anlamı ile görünürde bir derdi olmayan, anlamı karizmada, parada, takipçi sayısı ve uyuşturucularda arayan oldukça geniş bir kitleden söz ediyoruz. Korku, çaresizlik, yalnızlık hissi ile kendini beğenme, dünyanın merkezinde olma duygusu ve narsisizm iç içe. Bu iç içeliğin yarattığı gerilimden de “yazarından başkasına faydası olmayan kişisel gelişim kitapları” veya spiritüel yöntemlerle kurtulmaya çalışıyorlar. Kendilerine vaat edilen mutluluğu (asla anlam ve huzuru değil) karma, astroloji, healing, şifalı taşlar gibi şeylerde arıyorlar. Bu arayış (talep) bir arzı da beraberinde getiriyor. 20’li yaşlarda saçını yeşile boyamış bir çocuk aldığı “bilimsel” olmayan bir sertifika ile bize mutluluğun formülünü, yaşamın anlamını anlatıyor. Başka biri tasavvufi uyanış diye kendi inandığı din ile alakası olmayan panteizmi zerk etmeye çalışıyor uyuşmuş zihinlere. Kişisel gelişim çılgınlığı ile “her şeyi yapabileceğine”, “istese başarabileceğine” ve “kafaya takmayabileceğine” inandırılan yığınlar kendi çaresizliklerinin dahi farkına varmadan yaşamaya devam ediyorlar, hayatlarını tüketmeleri için bir de üstüne para saçarak... Bilimi, bilimsel yaklaşımı safsatalarıyla alaşağı etmeye çalışan “sözde” profesörler ile yumurta ve kelle-paça yiyerek daha uzun yaşayacağına inanan ama umdukları uzun yaşamlarının ne kadarının “anlamlı” olacağını umursamayan insanlar, zombiler topluluğu haline geldik. Müebbet mahkûmiyet kararlarına kendileri “gönüllü” imza attığını zanneden ama “dayatılan” hayatı yaşayan kitleler var. Daha mutlu olabilmek için başladıkları yolculukta kendi benliklerinden ve kutsallarından kolayca vazgeçebiliyorlar. Bir makine ile bir insanın bütünleşeceğini (singularity) beklediğimiz çağımızda temel çelişkilerimizin değişmediğini görmek düşündürmeli hepimizi.
Son yıllarda ülkemizde de mantar gibi çoğalan ve düzenleyenlerin cüzdanı hariç hiçbir şeye yaramayan kişisel gelişim merkezlerini harikulade biçimde işleyen Nine Perfect Strangers dizisi izlemeye değer.
Yeni dini hareketler ve bu hareketlerin bir uzantısı olan Yeni Çağ inanışları/New Age maneviyatı, 1960’lı yıllarda, seküler ve maddi hayatın reddini içermekte olan karşı-kültür hareketleri olarak ortaya çıkmış ve yaygınlık kazanmıştır. Bu inanç toplulukları için mensupların/müritlerin/inananların/müşterilerin gruba katılması kadar devamlılığı ve bağlılığı da önemlidir. Kutsala hemen ulaşma, ruhsal aydınlanma ve mistik güçlerle bütünleşme gibi vaatler sunmakta olan yeni dini hareketler, dini pazar ekonomisi içinde kendi varlığını devam ettirebilmek amacıyla sürekli olarak kendini yenileme ve vaatleri güçlendirme yoluna gitmek diğer bir deyişle sunmuş oldukları ürün ve hizmetleri her geçen gün çeşitlendirmek zorundadır. Büyük üniversiteler; akupunktur, Reiki, Terapötik Dokunuş, qigong ve Vedik tıp dersleri veren ve Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) tarafından cömertçe finanse edilen "bütünleştirici sağlık merkezleri"ne ev sahipliği yapmaktadır. Saygın bir bilimsel yayıncı olan Elsevier, sahtebilime ayrılmış dergiler yayınlamaktadır. Vani Hari (nam-ı diğer "Food Babe") gibi popüler kültür ikonları, bilimsel olmayan taleplerini gıda endüstrisine kabul ettirmek için dilekçe imzalamaya hazır, yüz binlerce cahil vatandaştan oluşan bir ordu toplamıştır. Tıp doktorları da dahil olmak üzere, 3 tip bilim insanı vardır:
  1. Ana akım bilim yapanlar.
  2. Ana akım bilimin sınırlarını zorlayanlar.
  3. Ana akım bilimi terk edip şarlatana dönüşenler.
Devrimci fikirleri ana akım bilimin sınırları içinde ortaya koymak ile, saçma sapan şeyleri sorumsuzca atıp tutmak ve sırf ana akım bilim insanları iddialarınızı kabul etmiyor diye için kendinizi "devrimci" olarak adlandırmak arasında çok büyük bir fark vardır. Son yıllarda ülkemizde de mantar gibi çoğalan ve düzenleyenlerin cüzdanı hariç hiçbir şeye yaramayan bu merkezleri harikulade biçimde işleyen Nine Perfect Strangers dizisi izlemeye değer.