Derrida’nın dediği gibi demokrasi, özünde, bir toplumda eşitlik ve özgürlüğün nasıl yaşandığına bağlı olarak oluşan bir düzendir. Bu çerçeveden baktığımızda bireyler arasında eşitliğin olmadığı bir toplumsal düzene demokrasi denemez. Demokrasi mücadelesi hiç de kolay bir mücadele değil. Kimileri demokrasiyi bir tür yönetim biçimi ve kurumları olarak görür. Bu kurumlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ve daha iyi bir yönetimin nasıl olması gerektiği mücadelesi olarak anlar. Ama mesele bu kadar basit değildir. Ünlü Fransız düşünür Derrida, demokrasi kavramını “demokrasi” olarak değil, “gelmekte olan demokrasi” (democracy to come) olarak kullanır. Yani henüz gelmemiş ve belki de hiçbir zaman gelmeyecek ama gelmesi için de her daim mücadele edilmesi gereken bir kavram olarak tanımlar. Bu yaklaşım açıkçası demokrasinin bir süreç olduğunu, bu sürecin özünde kaotik olduğunu, yani iniş ve çıkışları olan bir süreç olduğunu öneren bir yaklaşımdır. Bir başka ifadeyle, demokrasi, Derrida için her zaman kendi yıkımının tohumlarını içinde taşıyan bir kavram olarak görülür. Yine Derrida’dan gidersek, Derrida’ya göre demokrasinin en önemli iki öğesi eşitlik ve özgürlüktür. Esasında bunlar birbirleriyle çelişik kavramlardır. Eşitlik bireyler arasında eşit değerlerin oluşmasını garanti altına alan bir amaçken, özgürlük de, bireyin tekilliği üzerinden eşitliğin oluşturduğu dünyayı aşma girişimleri olarak görülebilir. Yani demokrasilerde eşitlik esastır ama bu eşitliğin sağladığı düzlemi aşma girişim imkanı olarak bireyler de özgür olmalıdır. Bunları neden mi yazıyorum? Yazıyorum çünkü, önümüzdeki dönemde iktidara geleceğini söyleyen 6’lı masa için demokrasi sadece bir yönetim biçimidir. O nedenle de hepsinin bugüne kadar anlaştıkları tek konu “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” konusudur. Oysa bu konu da demokrasiyi bir yönetim biçimi olarak gören bir yerden düşünülerek oluşturulmuştur.
Daha açık anlatımla, Kürtler farklı muamelelere uğruyorlarsa, Aleviler ötekileştiriliyorlarsa, Hristiyanlar aşağılanabiliyorlarsa, o ülkede özgürlükler de yaşanamaz ve böyle bir sisteme de demokrasi denemez.
Derrida’nın dediği gibi demokrasi, özünde, bir toplumda eşitlik ve özgürlüğün nasıl yaşandığına bağlı olarak oluşan bir düzendir. Eğer bir ülkede eşitlik olmazsa özgürlüğün de bir anlamı olmaz. Tabii özgürlüğün olmadığı bir durumda eşitliğin de bir anlamı olamayacağı gibi. İşte bu çerçeveden baktığımızda bireyler arasında eşitliğin olmadığı bir toplum özgür bir toplum olamaz ve böyle bir düzene de demokrasi denemez. Daha açık anlatımla, Türkiye’deki farklı kimliklere ait insanlar arasında eşitlik ilişkileri kurulamamışsa, yani Kürtler Kürt oldukları için farklı muamelelere uğruyorlarsa, Aleviler Alevi oldukları için ötekileştiriliyorlarsa, Hristiyanlar Hristiyan oldukları için aşağılanabiliyorlarsa, o ülkede özgürlükler de yaşanamaz ve böyle bir sisteme de demokrasi denemez. İnsan 6’lı masadan bu konulardaki tutumlarını duymak istiyor. Seçimlere giderken topluma önerdikleri demokrasi sadece teknik bir mesele olarak ele alınmış bir mesele. Oysa toplum onlardan nasıl bir demokrasi inşa edeceklerini duymak istiyor. Yani eşitlik ve özgürlük konuları üzerinden bir demokrasi vizyonu ve söylemi duymak istiyor. Ama neredee! Seçime şunca zaman kalmış olduğu halde, 6’lı masadan bir tık duymuyoruz bu konularda. Artık bence duymanın zamanı. Çünkü toplum seçime giderken mevcut siyasi partilerden nasıl bir gelecek kurmak istediklerini anlamak istiyor. Öyle ya önüne sandık konduğunda bu bilgilere ihtiyacı olacak.