Muhafazakârların iktidarın tahakkümü altında olduğu ortada. Sesli düşünmekten çekiniyor ve fısıldayarak konuşuyorlar. Onları duymak için iyice yaklaşmak, evlerinden içeri girmek gerekiyor. Muhafazakâr çevremi dinlemeye çalıştığımda duyduklarımdan fazlası değil buraya yazdıklarım. Bir yandan ‘endişeli muhafazakârlar’ tartışması devam ederken, diğer yandan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş anayasayı ihlal eden, toplumsal huzuru bozucu açıklamalar yapıyor. Elbette tesadüf değil. Birçok sebebi var: AKP’nin oy kaybındaki ivme yükseliyor ve kararsız seçmen kütlesi büyüyor; AKP’nin özellikle 2018 sonrasında yürüttüğü, harici meseleleri iç politika malzemesi olarak kullanma argümanı artık sürekli duvara tosluyor; siyaset yapmayı uzun zamandır bırakan AKP, paslanmaktan da öte çürümeye yüz tutunca tıpkı 2007-2010 arasındaki CHP gibi, devlet kurumlarından medet umuyor. Endişeden başlayacak olursak, AKP’den kopmak isteyen veya kopan ama muhalefete yönelmeyen kitlenin tereddüt etmesinin sebebi gerçekten de ‘kazanımlarını kaybetme endişesi’ mi? Daha doğrusu tek ve topyekûn bir endişe halinden bahsedebilir miyiz? Mesela belediye çalışanlarının vals gösterisi yapmaları umurlarında mı? İktidarın değişme ihtimalinden rahatsız oluyorlar mı? Kazanımlarını kaybetme korkuları var mı? Evet endişeliler ama zannedildiğinin aksine bu, tek bir konu üzerinde ve kitlesel bir endişe değil. Bunu onları dinleyerek görebiliriz. Öncelikle muhafazakârlar blok bir kesim değil. Kendi içlerinde türeyen bir “azgın azınlık” ile çoğunluğun endişeleri birbirinden çok farklı. Bunun farkına varamadığımız sürece, onların istemsizce de olsa neden AKP’de kaldığını veya neden kararsızlara yöneldiklerini anlayamayacağız. Onlara biraz kulak kabartsak, gündemlerinde vals, dans, halay veya horon olmadığını; diğer kesimler gibi onların da ranttan beslenip kamunun malını sömürenlerden dert yandıklarını göreceğiz. MUHAFAZAKARLAR AKP’YE SESSİZCE TÖVBE ETTİ Muhafazakârlar iktidarın değişmesinden korkmuyor, bilakis değişmesini istiyorlar. Aysel teyze torunlarının, dini temsil iddiasındaki iktidarın icraatlarından dolayı dinden giderek soğumalarından yakınıyor; “Sınavları kazandıkları halde mülakatta eliyorlar, kul hakkı yiyorlar oğlum kötü örnek oldular, çok kötü” diyor. Murtaza abi ise, mahallenin herkesçe emin kabul edilen Hacı Amca’sının asırlardır süren itibarının yerle yeksan olduğunun farkında ve bunun mahcubiyeti ile konuşuyor; “Eskiden İstanbul’a mal yollarken malımızdan da fiyatlandırmamızdan da sual olmazdı. Şimdi hiç olmayacak şeyler talep ediliyor” diye yakınıyor. Dinin bu defa hakikaten, üstelik sadece elden de değil hepten gitmesinden endişe ediyorlar. Öfkeliler ama öfkenin sebebi, içine itildikleri sefaletin bizatihi oy verdikleri iktidar ve yakın çevresinin sefahatinden kaynaklandığını bilmeleri. Hem Aysel teyze hem de Murtaza abi 2018’de AKP’ye oy vermişler. Neden verdiniz, diye sorduğumda Aysel Teyze “Oğlum ne olduğunu anlamadık pat diye seçim oldu, alışkanlık. Bir daha mı yavrum aman tövbe” diyor. Murtaza Abi ise “Ne bilelim belki düzeltir dedik ama her şeyi daha da berbat etti. Ama artık bitti” cevabını veriyor. Peki muhalefet bu öfkeyi ve endişeyi neden ve nasıl okuyamıyor? Muhafazakârların iktidarın yoğun tahakkümü altında olduğu ortada. Sesli düşünmekten çekiniyor ve fısıldayarak konuşuyorlar. Onları duymak için iyice yaklaşmak, evlerinden içeri girmek gerekiyor. Kahir çoğunluğunu muhafazakârların oluşturduğu kendi çevremi dinlemeye çalıştığımda duyduklarımdan fazlası değil buraya yazdıklarım. Diyanet İşleri Başkanı’nın hemen her gün yeni bir tuhaflık serdederek gündemde kalması meselesine gelince... Bu gerçekten iflas eden AKP Holding’in tasfiye ilanından başka bir şey değil. O kadar çaresiz kaldılar ki, bilerek veya bilmeyerek, üstelik muhalefetin topluma hiç gösteremediği kadar ‘Biz tükendik, game over’ demeyi başardılar. Muhafazakâr mahallenin her ferdi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, askeri vesayet ve yargı aktivizmi dönemlerinde dahi dindarlar arasında devletin en itibarsız kurumu olduğunu bilir. Mahalle arasındaki bir hacı veya hocanın itibari Diyanet’inkinin katmer katmer üstündedir. Diyanet İşleri Başkanlığı dindarların gözünde hacca gitmek için başvurulacak mecburi bir turizm şirketi hüviyetindedir. Diyanet’in aktif siyasetin öznesi haline “şimdi” getirilmesinin sebeplerinden biri ve belki de birincisi Erdoğan’ın tabanıyla iletişiminin tamamen kopması. İktidar cenahı, Erdoğan’ın inandırıcılığını kaybettiğinin, vatandaşın onu televizyonda konuşurken gördüğünde hemen zap yaptığının ve bu kopuşları siyasetle geriye çeviremeyeceklerinin farkında. Bunun için de dindarlara, sekülerlerin öfkesi üzerinden seslenmeye çalışıyorlar. Ama beyhude. Bu girişim dindarların dikkatini çekemeyecek kadar ucuz ve sekülerleri öfkelendirmeyecek kadar suni. Herkes, her şeyin farkında. AKP’nin uzunca bir süredir tek ‘politikası,’ dış siyaseti, beka söylemi üzerinden hamaset ve şovenizmle yoğurup milli-dini duyguları istismar ederek iç politika malzemesine dönüştürmek ve HDP’yi terörize ederek muhalefet bloğunu parçalamak üzerine kurulu. Bu oyunları, özellikle Akşener’in duruşu ile Gara’da ağır yara aldı. Ardından Libya ve Suriye’de açılan cephelerde yürüttükleri politika, kapatılamayacak kadar vahim bir başarısızlık haline gelince, sessizce üzerini örtmeye çalıştılar. Ama olmuyor. Kısacası gündelik siyasete malzeme edilecek hamaset destanlarının tamamı çöktü. Yeni anayasa, seçim barajı, siyasi partiler kanunu gibi temel meseleleri kendilerini ayakta tutacak şekilde tasarlamaya ve Diyanet İşleri Başkanlığı gibi kurumlar vasıtasıyla halka seslenmeye mecbur kaldılar. MUHALEFET DEVLETİ KUTSAMAKTAN VAZGEÇMELİ Şimdilik “siyaseten” ellerinde kalan tek hamle bir köşede sessizce devam eden HDP’nin kapatılması süreci. Burada da sınırsız imkânlarına rağmen (HDP’nin kapatılıp kapatılmama kararını AYM değil Erdoğan-Bahçeli alacak) ipler kendi ellerinde değil. Partiyi kapatsalar dahi bunun neticesinin lehlerine olup olmayacağı muhalefetin göstereceği tepkiye bağlı. Hukuken kapatılması mümkün olmayan HDP’yi, eğer kapatırlarsa, gerekçe olarak Diyanet’ten alacakları ‘partilerin kapatılması caizdir’ fetvasını gösterebilirler. Şaka bir yana, iktidar gerçekten bu derece büyük bir acziyet içerisinde. AKP’nin siyaset yapma pratiği Erdoğan sayesinde felce uğradı. Siyaseti monologlara indirgenen, inandırıcılığı kalmayan, hikâyesi biten AKP ve Erdoğan toplumla diyalog için son çare olarak Diyanet’e sufleler verme yolunu tuttu. Devletin kurumsal kimliği olmadan AKP’nin toplumsal karşılığı, kurduğu holdingden ekmek yiyen azgın azınlığın ötesine geçmiyor. Bu da nafile. İtibarı olan tek bir devlet kurumu bırakmadıkları için bu çabalarının da halkta bir karşılığı yok ve olmayacak. Muhalefet, devleti kutsayarak kurumların çürütülen itibarına dayanak olmamalı. Mevcut haldeki kurumları da dikkate almamalı. Muhalefetin tek muhatabı halk olmalı. Şikâyet de edecekse, eleştirecekse de bunu halkla birlikte, onunla aynı sofrada oturarak yapmalı. Geldiğimiz noktada muhalefetin rakibi artık iktidar değil, bizatihi kendisi. Kazanırsa kendisini aşarak kazanacak, kaybederse de yenildiği iktidar değil yine kendisi olacak. Özellikle DEVA, Gelecek ve İyi Parti ezber söylemler üzerinden siyaset inşa edeceklerine, kakafoni dolu meydanlardan öteye geçerek hanelerin içine girmeli. Muhafazakârlarla bu şekilde diyalog kurmaya çalışsalar, siyasetin üzerindeki puslu havanın çarçabuk dağıldığını ve iktidarın çözülüşünün çok daha hızlı olacağını hep beraber göreceğiz. Endişeliyiz evet, hem de hepimiz. Ama bu sorunun değil, bilakis çözümün başlangıç noktası. Yeter ki endişelerimizi birilerinin istismar malzemesi olmaktan çıkaralım. Bunun da yolu birbirimizi can kulağıyla dinlemekten geçiyor. Öyle uzaktan veya üstten değil, anlatmaktan ziyade anlamak için, diz dize bir diyalogdan bahsediyorum. Bütün içtenliğimle soruyorum; en son ne zaman öteki dediğimiz kesimlerden birilerinin endişelerini cevap yetiştirmek için değil, anlamak için dinledik?