Ekonomik anlamda çözüm, öncelikle enflasyonu ortadan kaldıracak iradeyi ortaya koymaktan geçmektedir. Gerçekleştiremedikleri her gün masumiyetlerini daha da kaybetmekte ve toplumu da masumiyetten uzaklaştıran rol model olmaktadırlar. Sezen Aksu’nun en sevdiğim şarkılarından biridir “Masum Değiliz”. Sözlerini hemen hemen herkes bilir ve çaldığında mırıldanır. Kan ter içinde uykularından uyanıyorsan eğer her gece Yalnızlık sevgili gibi boylu boyunca uzanıyorsa koynuna Olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık her şeye Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan Kalbini bir mektup gibi buruşturulup fırlatılmış Kendini kimsesiz ve erken unutulmuş hissediyorsan İçindeki çocuğa sarıl Sana insanı anlatır Eller günahkar Diller günahkar Bir çağ yangını bu bütün Dünya günahkar Eller günahkar Diller günahkar Bir çağ yangını bu bütün Dünya günahkar Masum değiliz, hiçbirimiz Masum değiliz, hiçbirimiz Benim için büyük anlam içeriyor her kelimesi, her cümlesi. Özellikle de nakarat kısmı. Bir çağ yangını bu bütün. Nasıl bir yangın hem de. Çağlar boyu devlet yönetimleri bir zümrenin diğer zümreye devlet gücünü kullanarak yaptığı baskılar ve bu baskıya maruz kalanların yaşamak ve nefes almak için karşı koyması ve isyanı ile değişmiştir. Kralların derebeylerine, derebeylerinin köylü halka uyguladığı baskılar ve bu baskıların sürdürülemez boyutta olması ile ortaya çıkan başkaldırılar sonuçta ya bir savaş ya da diğer tarafın karşı tarafı yenemeyeceği algısıyla bir anlaşma ile sonuçlanmıştır. Papalığın, hiçbir askeri güç kullanmadan, sadece afaroz (dinden çıkarma) gibi bir tehdidi kullanarak kurduğu baskı, Avrupa’nın tüm Orta Çağ boyunca gelişimini engelleyerek belirli bir zümrenin zenginleşmesini diğer yanda mezhep savaşları nedeniyle tüm Avrupa’nın birbiriyle uzunca süre savaşarak ekonomik ve siyasal anlamda güçsüz ve geri kalmışlığını beraberinde getirmiştir. Türkiye’de bu çekişmeler Avrupa’daki milliyetçilik akımlarının tetiklemesi ve Osmanlı İmparatorluğu içindeki farklı milletlerdeki toplulukların merkeze isyanı ile başlamıştır. Bu süreçlerde birçok stratejik hatalar yaparak kötü sonuçları ortaya çıkartan devlet adamları ve yöneticiler, devletin mali açıdan yıpranmasına neden olarak ülkeyi çıkmaz sokağa sürüklemiş ve sorumluluğu de hep vatandaşın sırtına yüklemiş ve bedel hep vatandaş tarafından ödenmiştir. Günümüz koşulları da bundan farklı değildir. Yirmi yıllık iktidarını bitirmek üzere olan Adalet ve Kalkınma Partisi ve küçük ortağının, yönetim sistemini değiştirdikleri her alanda gösterdikleri başarısız yönetim ekonomide büyük kırılganlıklara yol açmış başta enflasyonun kontrolden çıkarak resmi rakamlarda bile %61.1 düzeyine gelmesinde büyük rol oynamıştır. Enflasyonun düşmesini beklemek de bu günkü uygulamalarla mümkün değildir. Enflasyonu düşürmek için alınan ve adına politika bile denmesinin mümkün olmadığı uygulamaların detayları incelendikçe içinde barındırdığı adaletsizlikler, riskler ve ne amaç güdülerek yapıldığı daha rahat anlaşılabilir. Politik ideolojinin akıl ve mantığı çürüttüğü bir gerçektir. Yaşayıp deneyimlediğimiz “Faiz Neden Enflasyon Sonuçtur” teorisinin doğru çıkmadığını her gün yeni deneyimlerle yaşıyor ve hissediyoruz. Peki enflasyonla mücadele ettiklerini söyleyenler söylemlerinde ne kadar samimi ne kadar masumlar? Anlattıkları gerçekten doğru mu? Yoksa söylemleri ile günah mı işliyorlar?
Bütçe rakamlarının Mart 2022’ye dair gösterdikleri gelen felaketin öncü bir habercisi niteliğinde...
Enflasyonu kontrol altına almak ve fiyat istikrarını sağlamak için öne sürülen Yeni Ekonomi Modeli’nin cari fazla vererek bu sonuca ulaşacağı, bunun faizler düşürülerek, kur rekabetçi kılınarak yapılacağı anlatıldı. Fakat kur kontrolden çıkıp önce 9.5’u, sonra da 18.00’leri görünce denize düşen yılana sarılır misali finansal mühendisliğin en basit yöntemleri denendi. Kur Korumalı Mevduat da işte tam bu noktada devreye girdi. İktidarın liyakat sahibi olmayan ekonomi yönetimi tarafından uygulamaya alınan bu enstrüman, bir para politikası aracı gibi tanıtılarak durumu kurtarmak için sahaya sürüldüğünde yaratacağı hasarı anlatmaktan tüm aklı başında ekonomistler ve liyakat sahibi insanlar yoruldu demek hatalı olmaz. Bütçe rakamlarının Mart 2022’ye dair gösterdikleri gelen felaketin öncü bir habercisi niteliğinde. Hane halkına yapılan transfer harcaması kalemi aslında tam da ismini bulmuş. Burada hane halkı olarak belirtilen kişiler mutlu bir azınlık. Bankada doları veya TL’si bulunanlar. Hatta bankada TL tutup bu ürünü yapanların mutlulukları herkesten daha öte. Az değil bu ürüne girerek tamı tamına toplamda aldıkları faizin üzerine 11.7 milyar TL daha fazla parayı Türkiye Cumhuriyeti hazinesinden ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan, hepimizin ödediği vergilerle aldılar bile. Bu bir kaynak transferinin daha ilk bacağıdır ve politik bir ideolojinin çürümesinin alenen görülen kanıtıdır. [caption id="attachment_205814" align="alignnone" width="500"] Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı, Turkey Data Monitor[/caption] Poltika faizinin %14 seviyesinde bırakılması ve mevduat faizlerinin %17’ler civarında yukarıdan verilen emirlerle sabitlenmesi TL’de duran mevduat sahiplerini, şimdilik resmi rakamlara göre %61.1 olan enflasyon karşısında ezmektedir. Parası olmayan, ailesinin geçimini büyük güçlüklerle sağlayan, hatta karnını bile aldığı asgari ücretle doyuramayan vatandaşlarımızın hali daha da içler acısıdır. Böyle bir ortamda, gerçeklikten kopmuş bir iktidarın toplumun büyük bir kesiminden gelen çığlığa kulaklarını kapatarak gelir adaletsizliğini en üst noktada artıran uygulamaları sadece Kur Korumalı mevduat değildir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan alınan temettü gelirlerine rağmen harcamalara yetmeyen gelirler için yapılan borçlanma, bu borçlanmanın kompozisyonu ve faizleri de büyük bir servet transferinin göstergesidir. [caption id="attachment_205815" align="alignnone" width="500"] Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı[/caption] Kendi kontrolünüzde olmayan bir para birimi cinsinden borçlanma yaparak, bu borçlanmayı sadece yurtdışında değil aynı zamanda yurtiçinde de yaparak, üstelik kredibiliteniz düştükçe daha da yüksek faizle borçlanarak gerçekleştirdiğinizde servet transferini sadece yurtdışına değil, aynı zamanda yurtiçinde de yapmanın yolunu açarsınız. Ortaya çıkan resim bu iktidarın herhangi bir plan ve strateji ile gitmediği ve makroekonomide tüm dinamikleri bozma yönünde hızla yol aldığını göstermektedir. 2012 yılında toplam iç borç stokuna oranla sıfırlanmış döviz cinsi iç borcun 2017 yılından itibaren artış trendine girmesi ve 2003 yılının da üzerine çıkması TL’den kaçışın büyük göstergesidir. Bu noktada da önemli bir servet transferi söz konusudur ve gelir dağılımını bozucu yönde etki yapmaktadır. [caption id="attachment_205816" align="alignnone" width="500"] Kaynak: Hazine ve Maliye Bakanlığı[/caption] Dengesizliklerin ana kaynağını oluşturan enflasyonu patlatan ekonomi yönetiminin faizleri düşürdük safsatası ise gerçeklikle bağdaşmayacak kadar açıktır. Bütçe açıklarını kapatmak için artan miktarda borç bulabilmenin yolunu yüksek faiz vermekte bulanlar nominal faiz oranlarını dile getirmemek için TÜFE’ye endeksli ile borçlandıklarında, bu faizin yıllık %61.1’lere geldiğinin kamuoyunca algılanmayacağını düşünüyor olabilirler. Üstelik son ihalede satılan tutarın 23.7 milyar gibi bir rekora imza attığı yerde servet transferinin ne boyutta olabileceğinin de farkında olmayabilirler. Çünkü onlar sadece günü kurtarmanın peşindeler. Düşünsenize %61.1 ile devlet kağıdı satıyorsunuz ve sattığınız bu kağıdı Merkez Bankası vasıtası ile sattığınız bankaya %14 ile fonluyorsunuz. Servet transferi için uygun bir model bulun deseler bundan iyisi olmazdı. Sadece TÜFE’ye endeksli Devlet Tahvili değil aynı zamanda sabit faizli devlet tahvilleri ile de aynı sistem geçerli. Devlet tahvili faizleri ile kısa vadeli fonlama farkının rekorlara koştuğu dönem 2021 Eylül sonrası faiz indirim sürecinin başladığı dönemdir. 2020’de yaşanan faiz ve fonlama faizi arasındaki daralma uydurulmuş Aktif Rasyosu formülü nedeniyle suni olarak bastırılmış bir dönemi gösterir. [caption id="attachment_205817" align="alignnone" width="500"] Kaynak: Bloomberg[/caption] Devletin bu kadar yüksek faizle borçlandığı bir ortamda önünü görebilmek adına nispeten orta vadeli borçlanma yapmak zorunda olan özel sektör de bunun üzerinde bir faizle borçlanma yapmak zorunda kalmıştır. Ekonomi yönetiminin kısa vadeli faizlerdeki söylemini bir güvence gibi gören finans kesiminin kredi verme iştahının geçtiğimiz yıllara kıyasla nasıl arttığını görmek de çok zor değildir. Sanki tepelerde bir yerlerde bir centilmenlik anlaşması yapılmıştır. [caption id="attachment_205818" align="alignnone" width="500"] Kaynak: Turkey Data Monitor[/caption] En şaşırtıcı olan gelişme Özel Bankaların kredi hızlarındaki durumdur. Özel bankaların son 14 haftalık süreçte kredi verme hızları geçtiğimiz üç yılla karşılaştırıldığında çok büyük bir farklılık göstermektedir. Bu durumun anlaşılması da aslında zor değildir. Dövize yönelmiş bir vatandaş kitlesi, -50 milyar ABD doları pozisyonu ile döviz fonlamaya ihtiyacı olan bir Merkez Bankası, elinde yüklü döviz mevduatı olan bankacılık sistemi resmin ana aktörleridir. İhtiyaç duyulan fonu kimin en iyi değerlendireceği, karşılaştırmalı üstünlüğü fazla olan oyuncu tarafından belirlenmektedir ve böylece oyunun kimin lehine gelişeceği belli olur. Son dönemden örnek vermek gerekirse, TCMB tarafından yapılan 28 milyar dolarlık Swap anlaşmalarının %85’nin 3 aylık TL’yi alan bankalar için faiz politika faizinin de altında %12.8, TCMB’nin ödediği ABD doları faizinin de %1.05 olduğu gerçeği karşılaştırmalı üstünlüğün bankalar lehine olduğunu işaret eden önemli bir göstergedir. Kısaca bankalar 3 aylık %12.80 ile TCMB’den fonlama sağlamaktadırlar. Bu üstünlüğün kimin elinde olduğu gayet net ve açıktır. [caption id="attachment_205819" align="alignnone" width="500"] Kaynak: Turkey Data Monitor[/caption] [caption id="attachment_205820" align="alignnone" width="500"] Kaynak: Turkey Data Monitor[/caption] Bankacılık kesimince kullandırılan kredilerde türlerine göre değişiklik olmasına rağmen fonlama faizinin oldukça üzerinde bir yapı söz konusudur. Mevduatların da %17 faiz oranı ile sınırlandırıldığını düşünecek olursak, Repo ve Swap faizleri ile sağlanan toplam fonlama yapısı ile kredi faizlerinin arasındaki farkın Kasım 2021’den itibaren giderek açıldığını görebiliriz. Bu da başlı başına bir servet transferidir. [caption id="attachment_205821" align="alignnone" width="500"] Kaynak : TCMB[/caption] Bu noktada enflasyonun oldukça altında kredi kullanan kişi ve kurumlar da aslında enflasyonla karşılaştırıldığında önemli avantajlar elde etmektedirler. Kullanılan kredinin ev, araba veya fiyatı artması beklenen (hemen hemen her şeyin fiyatı artıyor) herhangi bir şeye dönüşmesi enflasyon sarmalını tetikleyen ve servet transferinin çarklarının dönmesini kolaylaştıran diğer bir noktadır. Konut fiyatlarındaki artışın Türkiye genelinde %96’ları bulması tüm bu noktaları düşündüğümüzde şaşırtıcı olmamalıdır. Sokrates’in öğrencisi olan Platon, onun baldıran zehirini içerek idam edilmesine 29 yaşında şahit olmuş ve ölümü kendisi üzerinde büyük etkiler bırakmıştı. Sokrates’in ölümü Platon’un toplumdaki geçerli ilişkilerle doğrular veya idealler arasında çelişki olabileceğini gösteren en sarsıcı tecrübeydi. Bu bağlamda toplumdaki doğrular ve idealler arasında boşluk bırakmayacak kurgu toplumu oluşturan insanların mutluluğu ve refahı için son derece önemlidir. Bu idealler ve gerçekliğin en önemli boyutunu bana göre ekonomik anlamda enflasyon oluşturmaktadır.
Çünkü enflasyon ekonomik anlamda kötülüklerin anasıdır. Rasyonel davrandığı düşünülen her insanın sistemin boşluklarını kullanacağına şüphe yoktur. Sistem onu yönetenler tarafından bir defa açık vermeye başladığı anda sömürülmeye çok açıktır.
Çünkü enflasyon ekonomik anlamda kötülüklerin anasıdır. Enflasyonun yarattığı ekonomik yıkım, sosyal anlamda da kendini göstermektedir. Rasyonel karar aldığı düşünülen her insanın sistemin boşluklarını kullanma konusunda oldukça mahir ve açıkgözlü olduğuna şüphe yoktur. Bunu gücünün yettiği yere kadar da kullanmak ister ve fırsat kovalar. Bunun yanında her şirket de kar maksimizasyonu için çalışmaktadır. Bunda da garip olan bir durum söz konusu değildir. Sistem onu yönetenler tarafından bir defa açık vermeye başladığı anda sömürülmeye çok açıktır. Böyle düşünüldüğünde kimsenin masum olmadığı düşünülebilir. Sistemi doğru kurgulamak, iyi yönetmek, açıklarını kapatmak, güncel ve çağdaş olmasını sağlamak o toplumu, o sistemi yönetenlerin yükümlülüğüdür. Ahlaki anlamda bir grubun diğerini sömürmediği, ezmediği bir toplum olabilmenin en önemli bileşenleri ilke ve değerler ekseninde toplanmış bireyler ve hukukun üstünlüğünü tesis etmiş bir yönetim anlayışıdır. Bu sağlandığında adaleti, gelir paylaşımını, iş hayatında, eğitimde fırsat eşitliğini ortaya koyabilir ve servetin, emeğin ve alın terinin transfer edilmesinin önüne geçeriz. Ekonomik anlamda çözüm, öncelikle enflasyonu ortadan kaldıracak iradeyi ortaya koymaktan geçmektedir. Bunun ilk sorumlusu da iktidar ve ekonomi yönetimidir. Gerçekleştiremedikleri her gün masumiyetlerini daha da kaybetmekte ve toplumu da masumiyetten uzaklaştıran rol model olmaktadırlar. Siz yine de sizi zorlayanlara karşı koymayı ve içinizdeki çocuğa sarılmayı aklınızdan hiç çıkartmayın.