Adaylıktan çekilirken bile ülkeyi faşizme sürüklenmekten kurtarmak için fedakârlık yapıyorum, çekiliyorum diyemiyor; memleketim için çekiliyorum diyor. O memleketten kastının sadece ve sadece kendi partisi olduğunu düşünen bir tek ben miyim? Muharrem İnce dün öğle saatlerinde adaylıktan çekildiğini açıklarken “kaybedince bahaneleri kalmasın, yoksa seçimi kaybettiklerinde bütün suçu bize atacaklar” demiş. Adaylıktan çekilirken bile ülkeyi faşizme sürüklenmekten kurtarmak için fedakârlık yapıyorum, çekiliyorum diyemiyor; memleketim için çekiliyorum diyor. O memleketten kastının sadece ve sadece kendi partisi olduğunu düşünen bir tek ben miyim?  Çekilmeyi neden yapıyor acaba? Seçmene bir çağrı yapması gerekmiyor muydu? Kemal Kılıçdaroğlu lehine, ya da canı öyle istiyorsa Tayyip Erdoğan lehine çekiliyorum demek gerekmez miydi? Madem çekilecekse oy pusulaları basılmadan, hatta yurt dışı oylar kullanılmadan çekilmesi gerekmez miydi? Bunlar elbette çok tartışılacak ve bu sorular çok sorulacak, ancak ben artık o noktada değilim. Seneler önce, belki 20 sene önce tesadüfen, Ankara’daki bir bar taburesinde otururken tanıştığım, iki yudum bir şeyler içerken sağa sola espriler yapan, samimi fizik öğretmenini arıyorum, bulamıyorum. O çekilme konuşması yaparken değindiği kamyoncu Şerif’in oğlu Muharrem’den çok farklı bir noktada. Oysa 2018 seçiminde, o mitingden bu mitinge, Erdoğan’ın karşısında başkanlık mücadelesi verirken koyduğu performansı ve gayreti taraflı tarafsız herkes takdirle karşılamıştı. 2018 seçimi öncesi yine AKP tarafından ortaya atılan kaset ve taciz iddiaları, Yalova’da fezleke hazırlandığı dedikoduları, İnce’ye oy verecek seçmen üzerinde o kadar da etki doğurmadı. Bu iddialar yeni değil yani, o zaman da vardı. Unutulmaması gereken asıl nokta, belki de İnce’nin unuttuğu nokta, 2018 seçiminde İnce’ye verilen oyların CHP oyundan fazla olmasının gerçek nedeni. O seçimde CHP’ye oy vermeyen seçmen, İnce’ye büyük hayranlıktan dolayı değil, Erdoğan’ın karşısındaki aday İnce olduğu için o teveccühü göstermişti. O seçimden sonra bir ego patlaması yaşandı, kibir büyüdükçe büyüdü. “Ben ver ya ben, en büyük ben” noktası aşıldıktan sonra genel başkanlık adaylığı, yeni parti kurup eski partiyi bölme çalışmaları, koparabildiğim kâr mantığı, yeniden ve sonuncu olacağını bile bile Cumhurbaşkanı adaylığı, iktidardan çok muhalefete yüklenen bir kampanya ve geldiğimiz nokta bu! Rahmetli anneannem manzarayı görse “Keskin sirke küpüne zarar evladım” derdi. Hırsın varabileceği zararlı noktaları anlatmak için Anadolu insanının bu sözü, dört kelimede fotoğrafı çekmiyor mu sizce de? Hâlâ hırs, hâlâ kibir, “bırakalım sen-ben tartışmasını, artık hayat memat meselesindeyiz, Erdoğan’ı göndermek için her fedakarlığı yapacağım” demek yerine, adaylıktan çekilirken “kaybedince bahaneleri kalmasın, yoksa seçimi kaybettiklerinde bütün suçu bize atacaklar” diyebilmek, ancak böyle bir hırs düzeyiyle açıklanabilir. Hâlâ ve her şeye rağmen, ortaya atılan kasete, kirli ve iğrenç karalama iddialarına, dedikodulara karşı haysiyetli insanlar olarak Muharrem İnce’nin yanında olmalıyız. Bununla birlikte artık siyasette görmeye gerek olmayan bir yüzü de son defa gördüğümüz kanaatindeyim. Diliyorum bir daha siyaset dünyasında görmeyeceğimiz yüzler İnce’ninkiyle sınırlı kalmayacak, AKP’li yüzlerin de solduğunu, silindiğini göreceğiz. Partileri aşan, katışıksız bir totaliterizm mi, liberal bir demokrasi mi? Pazar günü yapacağımız tercih işte bu…