Gelecek Partisi bu sistemi baz alarak bir siyaset güder, “Yeni-AKP” olarak iktidara gelmeye çalışabilirdi. Oysa, bunu yapmak yerine, ki bu siyasetin en kolay yoludur, Ahmet Davutoğlu, Altılı Masa’nın kurulmasına öncülük ederek yepyeni bir siyaset ortamının oluşmasını sağladı. Kemal Öztürk’ün dün Habertürk’te yayınlanan yazısını okuyunca üzülmedim desem yalan olur. Anlatmaktan dilimizde tüy bitti ama en temel meseleleri, bırakın geniş halk kitlelerini, daha Kemal Öztürk’e bile anlatamadıysak vay halimize… Kemal Öztürk diyor ki, Gelecek Partisi -ve DEVA- kuruluşundan beri yapageldiği bir dizi hata neticesinde iddialarından vazgeçti. Neyle başlıyormuş bu hatalar silsilesi? İki ayrı parti olarak çıkılmasıyla, yanlış iliklenen ilk düğme bu. Velev ki, Öztürk’ün bu iddiası doğru, mesuliyetin nasıl eşit pay edilebileceğini anlayamadım. Ahmet Davutoğlu değil miydi partiler kurulmadan önce “istersen sen Genel Başkan ol,” diyen? Sonra iki ayrı parti olarak çıkıldığında, daha Altılı Masa kurulmamışken, gene Ahmet Davutoğlu değil miydi “Saadet’le beraber üçümüz yan yana gelelim,” diyen? Bunu bir haksızlık olarak görüp çok da üstüne düşmeyelim. Öztürk, yeni kurulan partilerin teşkilatlanmasından bir cümleyle söz edip geçiyor. “(…) teşkilat kurarsınız, 81 ilde örgütlenirsiniz, tüzükler, programlar hazırlarsınız, iyi bir kadro oluşturursunuz ve milletin karşısına çıkarsınız.” Norveç’te falan muhtemelen bu kolaylıkla oluyordur; gelgelelim, burası Türkiye ve teşkilatlanmak demek, teşkilata girecek insanların aileleriyle birlikte işsiz kalmayı, fişlenmeyi, memuriyetten atılmayı ve daha birçok şeyi göze alması demek. Bu ortamda hangi parti istediği gibi teşkilatlanabilir? Esas başarı bence tam da burada, herkesin kaçıştığı dönemde bir grup insan bir araya gelip korkmadan bir parti çatısı altında bir araya geldiler. Eksiktir, şudur budur ama son kertede ilk çığlık Gelecek Partisi’nin kurulmasıyla atılmıştır. Zaten gördük ki arkasından pıtrak gibi yeni partiler kuruldu, siyaset sahnesine çıktı. Öztürk, hatalı iliklenen ikinci düğmenin “Millet İttifakı’na çok erken angaje” olmak olduğu iddiasında. İşte bu noktada biraz oyalanmak istiyorum çünkü Öztürk’le tartışmak istediğim esas mevzu burada düğümleniyor.
Ne yazık ki, onca tecrübeli bir gazetecinin bile Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayını hâlâ kişiler üstünden tartıştığını görüyoruz. Ne Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli’ne değinilmiş ne de Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ndeki büyük proje ve vaatler üstünden tartışıyorlar.
Altılı Masa’nın ne olduğu defalarca anlatıldı, burada tekrarlamayayım, merak eden geçen hafta T24’e yazdığım yazıyı okuyabilir. Fakat temel meselemiz şu: AKP veya isterseniz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak okuyun, kutuplaşmadan çatır çatır çatlayan bir toplum bıraktı önümüze. Ne yapılabilirdi? Gelecek Partisi bu sistemi baz alarak bir siyaset güder, “Yeni-AKP” olarak iktidara gelmeye çalışabilirdi. Oysa, bunu yapmak yerine, ki bu siyasetin en kolay yoludur, Ahmet Davutoğlu, Altılı Masa’nın kurulmasına öncülük ederek yepyeni bir siyaset ortamının oluşmasını sağladı. Muhafazakâr kitleyi dönüştürmeyi hedefe koyan bu çaba derhal Kemal Kılıçdaroğlu tarafından da karşılık buldu, bir anda siyaset gündemimizi özeleştiriler doldurdu. “Başörtüsü sorununu büyütmüşüz,” diyerek başladı Kılıçdaroğlu, “helâlleşme” dedi, Şenyaşar ailesini ziyaret etti, Roboski’ye gitti, 28 Şubat mağduru kız öğrencilerle bir araya geldi… Zira muhafazakârlık ve sekülerlik, otoriter zihniyetten kurtulup çoğulculaşmadan kutuplaşma ortamının bitmesi ve Türkiye’ye huzur gelmesi mümkün değil. CHP listelerinin “Millet İttifakı listelerine” dönüşmesi, tabanların bir ebru gibi iç içe geçmesi bile siyasetin büyük bir kazanımı değil mi? Kemal Öztürk, Altılı Masa’nın partilerin büyümesini engellediğini söylüyor, doğru olabilir, ama bugün muhalefetin kazanma umudu hiç olmadığı ölçüde büyüdüyse bu partilerin tekil büyümelerinden daha değerli değil midir? Hani İnce Memed’de ağalar değişir de ağalık baki kalır ya, Altılı Masa tam da bu zihniyeti yıkmak için bir araya geldi. Öztürk, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı olmasını da “yanlış iliklenen son düğme” olarak nitelendiriyor. Ne yazık ki, onca tecrübeli bir gazetecinin bile Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayını hâlâ kişiler üstünden tartıştığını görüyoruz. Ne Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Modeli’ne değinilmiş ne de Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ndeki büyük proje ve vaatlere. Ayrıca, biz bir Cumhurbaşkanı adayı seçerken önce neler yapacağını daha önemlisi de neler yapmayacağını karara bağladık.
İddia, iktidara gelmek değil demokrasi ve hukukun üstünlüğünü tesis ederek toplumu dönüştürmek. Bu iddia iktidara geldikten sonra da bitmeyecek; demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında hep daha fazlasını isteyecek.
Bunu da kamuoyuna en şeffaf biçimiyle açıkladık. Yani, ülkenin nasıl yönetileceği ilk defa kimin yöneteceğinden daha belirleyici oldu. Bugünkü yönetim keyfiyetinin yinelenmemesi için kurumlara ve bağlayıcı kararlara ihtiyacımız yok mu? Türkiye, kutuplaşma siyasetinden çok yorgun düştü. En kötüsü ise, bu kutuplaşma ortamını değişmeyecek bir veri kabul etmek ve yeni Türkiye tahayyülünü bir türlü göz önüne getirememek bence. Bütün kısıtlamalara, medya ambargolarına, tehditlere rağmen Gelecek Partisi hiçbir iddiasından vazgeçmediği gibi hem yasamada hem de yürütmede en nitelikli kadrolarıyla yönetime gelmeye hazırlanıyor. Yineleyeyim, iddia, iktidara gelmek değil demokrasi ve hukukun üstünlüğünü tesis ederek toplumu dönüştürmek. Bu iddia iktidara geldikten sonra da bitmeyecek; demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında hep daha fazlasını isteyecek.